HİZMETÇİLER

Yazan: Jean Genet
Yöneten: Kemal Aydoğan
Çeviren: Ayberk Erkay
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Afiş Tasarımı: İlknur Alparslan

Oyuncular: Yılmaz Sütçü, Kerem Fırtına, Dilan Düzgüner

Asistanlar: Mesut Karakulak, Sevda Yeliz Nar
Sahne Tasarımı Asistanı: Cansu Uygun

PROVA NOTLARI

04.11.2024 – Prova Günlüğü

“Özgür Yaşa Ya Da Öl!”

“Vivre Libre Ou Mourir!”

Provanın ilk günü stüdyodayız, herkes burada. Heyecan ve merak ile doluyuz. Belki Jean Genet hınç dolu olmamızı isterdi… Ama heyecan ve merak dolu hınç da olabilir bizimki. Zamanla keşfedeceğiz bunu.

Peki ya siz? Siz, hınç dolu musunuz?
Çocukça bir oyun oynayacak bize Solange ve Claire. Tekrar tekrar oynayacaklar bu oyunu, bıkmadan usanmadan. Nerde, nasıl oynayacaklar bu oyunu bize demişken oyunumuzun sahne tasarımından bahsediyoruz. Bu sizin için 4 Ocak prömiyere kadar sürpriz ama şu kadarını söyleyebilirim ki “ Mettray Islahevi’nin en iyi buluşlarından biri, etrafına duvar örmemeyi akıl edebilmiş olmalarıdır… Önce çiçek bahçelerinden geçmek zorunda kalındığında kaçmak çok daha zordur.”( L’ennemi déclaré / Açık Düşman, Jean Genet ).
Sahne tasarımımızı konuştuktan ve bir örnek çizimini inceledikten sonra oyunumuzu
okumaya, konuşmaya başladık. Sahi, emeğimizi sömüren jest nasıl kurulur? Siz de fark ettiniz mi hizmetçilerin üniformaları ile yas kıyafetleri arasındaki benzerliği? Bir düşünün derim.
Rolleri konuşuyoruz, ilişkilerini dinamiklerini ne olduklarını konuşuyoruz. Solange ne? Claire ne? Peki ya “Şeyler” ne? Bize ait olmadıkları kesin bu Şeylerin.
K.A. oyunculara ilk ödevlerini veriyor, yarın dinleyeceğiz cevapları. Belki size de söylerim. Oyunu konuşmaya da devam edeceğiz ama masa başında değil artık. “Oyun hareket halinde çözülür.”
O halde harekete devam…
05.11.24 – Prova Günlüğü
 “Mülkiyet hırsızlıktır!” “La propriété, c’est le vol!” Almak vermek. Almak vermek. Almak vermek. İşte bütün mesele bu; tüm bedenimizle almak vermek. Provamızın 2. gününe David Zinder’in önerdiği, K.A.’nın yönlendirdiği şekilde bedensel ve zihinsel ısınmamızla başladık. Hepsi birbirinden keyifli, hatta bir çoğumuzun çocukken oynadığı oyunlara benziyor. Bir avın peşine düştük, arıyoruz… Hizmetçi kardeşlerimiz Solange ve Claire’in oynadıkları oyunu nasıl bir istek içinde oynadığını arıyoruz. Bir yoksul neyi ister? Arıyoruz… Claire neyi istiyor, neyi arzuluyor? “Elbise, elbise, elbise…” “Elbiselerimmmm…” “Elbiselerim Sizindir” Claire elbiseyi arzularken Hanımefendi’nin şiddetinin de farkında. Arzu ederken elinden kaçırdığı ne ki? Mülkiyet isterken kaçırdığımız ne? Göremiyorsunuz, değil mi? Hanımefendi bunu öyle zarifçe yapıyor ki… Ama bu şiddeti çok da iyi biliyoruz. Hissediyoruz çünkü. J.Genet de çok iyi biliyor. Ne de olsa sonradan öğrenmedi, o bu dünyanın içine doğdu. Hanımefendinin zarifçe yaptığı şey bir sürü yara, kesik yarattı bizde ve Hizmetçi kardeşlerimizde. Alberto Giacometti, J. Genet’nin yaşamı boyunca hayranlık beslediği tek kişi olmamıştır boşuna. “Giacometti’nin sanatı, her insanın hatta her nesnenin o gizli yarasını keşfetmeye çalışıyor çünkü sanat böylece o varlıklar ve nesneleri aydınlatabilir.” ( Jean Genet / Stephen Barber, s. 119.) Ve bugün epeyce yorulduk. Oyuncular yeni ödevlerini de aldığına göre şimdi dinlenme demlenme vakti. Unutmadan, Fransa’da 2.Dünya savaşı sırasında kıyafetlerin karne ile verildiğini biliyor muydunuz? Ve o dönem sadece 2 tip kıyafetin olduğunu. Hatta sivil insanların bu iki tip kıyafetten biri olan kamuflaj kıyafet giydiklerini biliyor muydunuz? Yarın görüşmek üzere, hınçla kalın 

06.11.2024 – Prova Günlüğü

“Savaşma, seviş!”

“Ne fait pas la guerre, fait l’amour”

 

Askerler cinsellikten uzak tutulur, neden?

Hizmetçi kardeşlerimizin hizmet etme dışında bir hayatları yoktur, o evin dışında da bir hayatları ve varlıkları yoktur. Bir “Şey ” gibidirler. Ve Hanımefendi’nin sahip olduğu her şeyden muaftırlar. İhtiyaçları, istekleri, sevme sevilme arzuları yoktur. Hatta doğurmak ve üremek de Hanımefendi’ye aittir. Sevişmek de, mücevherler de, elbiseler de… Biz yalnızca Şeyleri üretiriz.

Siz öyle sanın! Sütçü var, sütçüüüüü… Sütçü Mario… Bizim de Yılmaz Sütçü’müz var. Claire rolüne çıkar kendileri yada Hanımefendi mi demeliyim? Oyuna gelin de siz karar verin. 2 Aralık’ta biletlerinizi almayı da unutmayın!

Ne diyorduk? Bizi hazsız bir dünyanın varlığına inandırarak manipüle ediyorlar diyorduk. “Düzen bekçisinin soysuz ve intikamcı gözünde, çıplak taş ile sevgisizce boyanmış bir gökyüzü parçası arasında tecrit hapsine mahkum ediliriz. Kendi içimize döndüğümüzde, tecrit edilmiş bunca gövdenin, benzer ve kardeşçe bunca yalnızlığın ve suç ortağı solukların baş dönmesi ve ateşi içinde dönüp duracaktır arzularımız.” diye ekledi Tahar Ben Jelloun.

Teşekkürler Tahar.

Papin kardeşleri duydunuz mu? İnsan böyle bir cinayeti nasıl planlar, neden planlar ben bilemedim? Umuyorum ki Claire ve Solange bize bunu ifşa eder. Aslında bundan şüphem yok çünkü provanın 3.günü de oldukça verimli geçti. Sona yaklaşıyor gibiyiz, siz de prömiyere gelirken muhabbet çiçeklerinizi, glayöllerinizi ve mimozalarınızı getirmeyi unutmayın. Jean Genet sever diye duyduk çünkü.

Bol tükürüklü günler…

07.11.2024 – Prova Günlüğü

“Savaşa hayır, ancak sınıf savaşı”

“Non à la guerre, mais la guerre des classes”

İsyan ateşi yandı, savaş başladı. Meydan okuma yakındır! Tavan arasında bir oda ile XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odası arasındaki savaş bu.

Aaaa hayır hayır yanılmışım, savaş yeni başlamamış! Başlayan bizim provamızmış. Çünkü “Sömürenlerle sömürülenlerin, hayatı üretenlerle üretenlerin sırtından geçinenlerin savaşı hep vardı” diye uyardı Solange. Çok bilmiş, dedektif dergilerinde mi okudun bunu da? Peki Solange’cım biz öyleyse provaya göz atmaya devam edelim. Eylem merkezlerimizi çalıştık. Baş, göğüs, hara bölgesi… Tüm enerjinizi hara bölgesine toplayıp öyle hareket ederseniz ne olur? Ya oraya kocaman bir kaya gelip oturursa? Yapamazsınız… Neyi? Ve sonra gelir, devrim kendi çocuklarını yer. İşci sınıfı ancak birbirini mi yok edebilir?

Jean Genet, kendini bir devrimci olarak görüyor muydu acaba dememe kalmadan “Benim konumum bir serserinin konumu, bir devrimcinin değil. Kendimi tanımlamamı nasıl istersiniz? Hem sonra sırtıma yapıştırılabilecek kelimelerin hiçbir önemi yok: hırsız, eşcinsel… şimdi de devrimci. Hayır, devrimci olduğumu söylemek gelmiyor içimden.”diye bağırıverdi.

J. Genet’i kızdırdık provaya dönelim biz. Claire, Solange’a tavan arasının kokusunu hatırlattı. Karyolaları, komodini, şifonyeri ve üzerinde duran Meryem Ana sunağını. Bir de unutmadan söyleyeyim, kağıt çiçekler ve kutsanmış şimşir dalı da var. Kim bilir diz çöküp ne çok dua etmişlerdir Hizmetçi kardeşlerimiz. Neyi yırtmak için dua etmiştir Claire? Bir dakika, ne oluyor? Solange! Solange! Zırlıyor musun sen? Zırlayacaksan çık tavan arasına. Demişken biz de 3 günlük bir mola verip haftanın son prova gününe veda edelim. Kurduğumuz saat erken uyandırdı düşümüzden ne de olsa. Hanımefendi de gelir birazdan. Bakalım haftaya Hizmetçi kardeşlerimiz Genet’nin onlara sunduğu eylemi ve gücü nasıl değerlendirecekler. Yeterince hınçla doluysanız bundan haberdar olacağınıza eminim.

1.11.2024

“İsyan, Devrim, Anarşi!”

“Rébellion, Révolution, Anarchie”

Minik bir aradan sonra tekrar provadayız. Özledik doğrusu. Hem ısınma egzersizleri ile başlayan provamızı hem de tükürmeyi özledik. Sizin tükürükler ne durumda bakalım? Geçtiğimiz hafta ne kadar tükürdünüz? Umarım tükürmek için yeterince sebebimizin olduğunun farkındayızdır. Tükürebilmeliyiz, tükürebilmeliyiz ki tükürüklerimiz bizi boğmasın. Hem bu iktidar mekanizmasına karşı  “fışkıran tükürüklerimiz, elmas broşlarımızdır”  der Yoldaş Solange. Ne güzel demiş.

Ama böyle de olmaz ki, “Mutfaktan gelen her şeyde tükürük var, her şeyde! Tükürük istemiyorum dedim size, içinizde kalsın tükürükleriniz, orada çürüsünler.” Hanımefendi bizi çürütmeye niyetli. Dikkatli olmalı Claire’cim Hanımefendi’ne karşı şefkat nöbetine tutulduğunda çürüyebilirsin diye uyarıyor J. Genet seni ve tabii bizi de, benden söylemesi. Yoldaş Solange durur mu? Belli ki her yere tükürmüş. Hanımefendi çıldırdı. Ne de olsa tükürük  temiz ve hijyenik egemen dünyasını kirleten Hizmetçi pisliğidir.

“Bu dünya, en iğrenç suçun onanması, hatta benim gözümde aklanması ise, en aşırı küçülmenin de göstergesi olacaktır” (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 12 ) diye eklemek istedi J. Genet. Tabii kendisi bir küfür gibi tükürürken sözcüklerini, meydan okuyor düşman gördüğü topluma ve düzene.  Ama zaten tükürük kelimesinin kökeni bir çiçeğe dayanır. “Glavyo”, yani balgam (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 21 ). Glayölleri sever Genet. Prova günlüklerimizi okuyorsanız bilirsiniz. O halde hep birlikte tükürüyoruz, hazır mısınız? 1, 2, 3 Puuuuuuuuuuuuuuu! Yanlış anlaşılmak istemeyiz,  Hanımefendi güzel görünsünler istiyoruz sadece.

Claire, Solange kurtuluşa kadar savange!

 

12.11.2024

“Zenginleri ye”

“Mangez les riches”

Para

Sizi yönetiriz Sizi yönetiriz

Sizi kandırırız Sizi kandırırız Sizi kandırırız

Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz

Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz

Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız

Pasta yemeyi sever misiniz? Neli pasta seversiniz? Ben çok severim pasta yemeyi, her türlü pastayı da yerim. Nereden başlasam acaba yemeye? Üstümüzdeki tüm katlar çok lezetli görünüyor. Tırnaklarımızı iyice bileyelim, nefret gözümüzü karartsın. Çünkü artık hizmetçi olmayacağımız anın yaklaştığını hissediyorum. İntikamımızı alacağız. “Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın. Nefretimi cennetin kapısında bırakmaktansa peşinizden cehennemin dibine gelmeyi tercih ederim.” Uuuuuuuuuuuf, Solange oldukça hınçlı. Ama bir türlü onun, o boynunu sıkamıyor işte. Sı-ka-mı-yor!

Hanımefendinin şefkatinden kurtarman lazım Claire’i, yoksa ona yenilecek ve Hanımefendi onu yiyecek. Başımıza yeniden yeniden Hanımefendi’yi üretiyor bu Claire. Bu gidişle Hanımefendi olacak. Olabilir mi ki? Ne olursa olsun, Hanımefendi gerekirse ölmeli.

Ne var? Niye ayıplayıp, yargılıyorsunuz bizi? “İyi olmakta, güler yüzlü olmakta, şefkatli olmakta ne var? Kolay. İnsan güzel olmaya, zengin olmayagörsün! Peki ya hizmetçiysen? İyi olmak o zaman meseledir işte!” Haklısın Solange’cım. Yani sizi bilmem ama ben hak verdim Hizmetçi kardeşimize. Hem J. Genet de “Kötülüğü o şekilde yaşayacaksınız ki iyiliği simgeleyen toplumsal güçler sizi ele geçiremesin” der. Sahi iyilik demişken kötülük ne ki? “Kötülük: Bütün kurallara karşıt bir yazgının peşinden gitmeye yönelik bu iradeyi, bu küstahlığı yalnızca biz anlarız(Jean Genet / Edmund White, sf 411). Yani bir irade mi bu? Bir küstahlık mı?

Ne oldu? Kızdınız mı? Sinirlendiniz mi?  Ya da İncindiniz mi bize? Ne de olsa “Genet’i yakından tanımak, kimsenin yara bere almadan çıkamayacağı bir mecradır.” demiş Juan Goytisolo.

O halde acının sefilliğini suçunun ihtişamıyla telafi etme zamanı Solange. Sonra da çakarsın  kibriti. Bu ritüel için bir kurban verilecek… Ama hayal mi gerçek mi bilemiyoruz tabii. Bunun için prömiyeri beklemek lazım. Bekleyeceğiz artık… Siz de boş durmayın! Ihlamurları kaynatın, gardenalleri hazırlayın.

Çalışın, çalışın, çalışın…

Hınçla kalın!

13.11.2024

“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

“Il n’y a pas de salut seul, tous ensemble ou aucun de nous”

Duyuyorum bize güldüğünüzü. Nutuk çekiyorum diye gülmeyin sakın. Biz provamızın yedinci gününde korkularımızla, oyunlarımızla ve egemenlere olan kinimizle sarmalandık, onlara karıştık. En az bir çocuk oyunu kadar ciddiyiz. Biçimleniyoruz. Sınıfsal öfkeyi biçimlendiriyoruz. Ne de olsa Jean Genet’in edebiyatla işi yok. Onun istediği tanıklık, teşhir. Öyle değil mi Solange? Siz ne durumdasınız? Var mı sizi biçimlendiren bir evcilik oyunu, bir ritüel, bir ayin ya da bir tören? Ahhh tören… Ne güzel kelime “tören”. Bizi katılmak zorunda bıraktıkları törenlerden bahsetmiyorum ama. J. Genet’in bize sunduğu gibi düzene karşı bir tören. Bir özgürleşme, özgürleştirme ayini.

İşte bir cevap geldi bile; provamızdan bir şamanın sesi bu. Kendi kendine geceleri yaptığı töreni anlatıyor bize. “Çocukken, kimse evde yokken akşam üstü kafama sardığım bornoz ve yaptığım kostümlerle balkona çıkar sokaktaki çocukları selamlardım. Onlara bilmediğim Alman dilinde konuşur bir şeyler uydururdum. Tanıyamazlardı beni akşamın karanlığından, kim olduğumu çıkaramazdı mahalledeki çocuklar.” Ben de size bir sır vereyim öyleyse. Aynı töreni ben de yapardım fakat bornozla değil fötr şapkayla. Ne çok severdim o fötr şapkayı ve bana kazandırdığı kimliği giymeyi. Sence de öyle değil mi Claire? Hanımefendiliği giymeyi seviyorsun değil mi?

Şaman demişken, derdimizi iyileştirecek, bizim yerimize bu derdi giyecek  şamanlarımızı bir tanıyalım. Hanımefendi rolünde Düzgün Dilan, Claire rolünde Sütçü Yılmaz ve Solange rolünde Fırtına Kerem.

Fakat siz bana inanmayın, Solange ve Claire gibi rolleri de akışkan. Ama şuna eminiz bu töreni gerçekleştirmeye Claire daha istekli.

Eşitlenme isteği ile eşitliği bozanın yerine geçip bu derdi bizim  için eyleyecekler. Eylemin sahibi olabilecekler mi hep birlikte göreceğiz. Bize ne olacak peki? Hizmetçi kardeşlerin bu ayini ile sınıfsal eşiği atlamaya hazır hale gelecek miyiz? Ya da köleliğimizin ontolojik yapısını anlayabilecek miyiz? Sınıfsal olanı kavramanın eşiğine gelelim hiç olmazsa. Biraz da zehirlenelim, iyi gelir.

Pan zehirleri hazırlayın ve hınçla kalın.

14.11.2024

“Zengin daha da zenginleşir, yoksul daha da yoksullaşır.”

“Les riches s’enrichissent, les pauvres s’appauvrissent.”

Mülksüzlerin çatı katı Moda Sahnesi’nden, aşağılanmışlıklar içinde yaşadığımız bu ülkeden herkese selam. Sık sık Moda Sahnesi banklarında da görebilirsiniz mülksüz dostlarımızı, Hizmetçi kardeşlerimizi. Bazen orda uyurlar, bazen çay içerler, oyun oynarlar, şarkı söylerler bazen de sohbet muhabbet… Peki siz nasılsınız bugünlerde? Hizmetçi kardeşlerimiz nasıl? Onlara ne olacak, bu oyunu sürdürebilecekler mi? Akşam olunca zindan yataklarına mı dönecekler yoksa? Orasını hep birlikte göreceğiz. Ama bu çatı katında yaşamaktan belleri büküldü, bitlendiler, koktular.

“Ben severdim tavan arasındaki odamızı.”

“Yumuşama Claire! Sırf bana karşı çıkmak için seviyorsun. Ben nefret ediyorum ya. Olduğu gibi görüyorum ben o odayı, iğrenç, tamtakır. Hanımefendi’nin tabiriyle sefil. Layığımız da bu gerçi! Bitli yaratıklar değil miyiz!”

Hanımefendi neden onlar için gerekli önlemleri almıyor. Neden almazlar ki Hanımefendiler bizim için gerekli önlemleri? Hem bitimizden, kokumuzdan rahatsız oluyor hem de bizi mahrum bırakıyor güzel kokmaktan, temiz olmaktan. Hanımefendi’nin canı buna pek bir sıkkın. Bizim olmadığımız bir  düzende yaşamadığı için heralde…  Hanımefendi’ye göre de pis bir hayvan gibi kokuyoruz.

“O, o bizi seviyor. O iyidir. Hanımefendi iyidir! O bize bayılıyor.”

“Koltuklarını nasıl seviyorsa öyle seviyor bizi. Bizden çok seviyor onları! Bizi helasının pembe fayanslarını nasıl seviyorsa öyle seviyor. Klozetini. Bizse birbirimizi bile sevemiyoruz. Pislik pisliği sevmez.”

Yoldaş Solange uzun zamandır bu oyunu herkese ifşa etmek istiyor, damlara çıkıp gerçeği haykırmak istiyor. “Gönlünüzce seçtiğiniz parfümlerden, pudralardan, ojelerden, ipeklerden, kadifelerden, dantellerden beni mahrum edebileceğinizi mi sandınız? Sütçüyü elimden alabileceğinizi mi sandınız?” demek istiyor. Lafı döndürdün dolaştırdın, getirdin yine Sütçü’ye Solange. Nedir yani bu Sütçü Mario, Aziz midir? Yoksa sevdin mi sen bu Mario’yu? Aşık mısın  yoksa?

Bakalım siz sevecek misiniz Hizmetçi kardeşlerimizi? Bu suça ortak olacak cesaretiniz var mı? İktidar sistemlerini yıpratıcı şekilde sorgulayıp altüst edecek misiniz bizimle? Bu oyunu, bizi, ifşamızı sevecek misiniz? “Bir şeyi yaparsan, inandığın içindir, kendini iyi göstermek için değil; ister iyilik yap ister kötülük, ama yaptıkların karşılığında hiçbir şey bekleme, görüyorsun, bana karşı nazik olan insanlarla aram iyi değil, ama en azından başkaları gibi değilim… ”  diye nasihat ettiği için J. Genet pek de önemli değil sevip sevmemeniz.

Minik bir ara verelim bu törene,  haftaya kaldığımız yerden devam edelim oynamaya. Hınçla kalın çatı katınızda!

18.11.2024

“Zafer direnen Hizmetçinin olacak”

“La victoire sera pour le serviteur qui résistera.”

3 günlük bir aradan sonra 3.haftamıza hızlı bir giriş yaptık. provaya başlamadan önce bu hızın kapitalizm sayesinde bizi  nasıl kargo paketlerine dönüştürdüğünü konuştuk. Güne ısınma egzersizi ile başlamak için Büyük Salonda toplandık. Bugün ve haftanın kalanında eksiğiz. Herkes burada değil anlayacağınız. Hanımefendi’miz bir süre bizimle olmayacak. Beyefendi Fransa’dan kaçarken Hanımefendi’miz de beyaz elbisesini giymiş eşlik ediyor, birlikte sürgünleri götüren gemi Lamartinière’e binip Şeytan Adası’na Guyana’ya gidiyorlar. Bunun bizim fantazimiz olması da mümkün tabii. Acaba Hizmetçi kardeşlerimiz Hanımefendi’nin yokluğunda kaç kere tekrar edecekler bu ayini? Ve ısınıyoruz. Hem bedeni hem de hayal gücümüzü yani imgelemimizi ısıtıyoruz. Gündelik hayatımızı sahnenin dışında bırakıyoruz. Enerji çemberi,  staccato-legato, yürü-don-ayna, enerji merkezleri ve balla dolu enerji merkezleri. Bunu bal yaptığımız her seferinde canım bal çekiyor ve  bir dakika, bir ses duydum galiba. Evet evet küçük insan sesi bu. “Burası ne? Kim bunlar? Orası ne? Ne yapıyorlar? Neden yapıyorlar? Bu ne? O ne? Şimdi ne oluyor? Ben de yapacağım. Sen ne yapıyorsun? Neden yapıyorsun?” derken yorulmadan usanmadan merakla sordu da sordu küçük insan. “Biz her şeyi sormayı nerede unuttuk?” Claire ve Solange nerede unuttu? Görünen o ki törenleri onlara yeniden hatırlatıyor bu soruları. Isındık ve Hanımefendi’nin yokluğunda Hizmetçi kardeşlerimiz onlara ait olmayan bu mekanda onlara ait olmayan bu Şeylerle başladılar mülkiyeti ele geçirme oyununa.

“Vermem gereken karşılığı yüzünüzden okuyorum ve sonuna kadar gideceğim.” Dünyanın bütün Hizmetçi kardeşleri işi durdurun ve kafanızı kaldırıp Hanımefendi’lerin suratına bakın, bakın ki vermeniz gereken karşılığı bilin diyor yani Yoldaş Solange.

Bir insan tekinin böyle düşünüyor olması da devrimi hazırlar mı? Bu arada Can Yücel’i de anıyoruz. Hikaye bize kalsın, nasıl andığımızı bir Can Yücel bilir bir de Can Yücel bilir.

“Sizin çiçekleriniz var, benim musluğum. Ben hizmetçiyim. Ama en azından beni daha fazla kirletemezsiniz. Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın.”

Peki ya tutku ve nefret aynı şey mi?

Ve hamle…

Çürümemek için bol tükürüklü bir hafta geçirmeniz umuduyla,

Hınçla kalın!

19.11.2024

“ Suçun başladığı yer yoksulluktur.”

“C’est dans la pauvreté que naît le crime.”

Büyük salondan, Jean Genet’in tekinsiz ve zemini kaygan dünyasına adım atabilmek  için uyanacağımız bu alandan herkese günaydın. Dün de bahsettiğimiz gibi Hanımefendi’miz Lamartinière’inde güverte sallandıkça sallanıyordur şimdi. Biz de onun yokluğunda bu kaygan zeminde sallanalım da ısınalım. Başlamadan önce birkaç anı dinliyoruz. Şamanlarımızdan biri bizimle şunu paylaşıyor; “Babam gençken kamusal bir alana yazılama yapmaya çıkar ve “Zam zam zam, bunun sonu ne zaman” diye yazdığı sırada yakalanır, ceza alır. Hala bu yüzden yurt dışına çıkış yasağı var.” Sevgili şaman, baban büyük tehlike yaratmış olmalı Hanımefendiler için. Görünen o ki, yurt dışındaki Hanımefendiler bugün bile korunmak zorunda babandan ve Hizmetçi kardeşlerimizden.

“Hizmetçi varsa, ben var olduğum için var. Çığlıklarım var olduğu için, hareketlerim var olduğu için. Benim sayemde varsın ama kalkmış benimle alay ediyorsun! Bir bilsen Hanımefendi olmanın, şımarıklıklarınızın bahanesi olmanın ne kadar zor olduğunu, Claire! Senin varlığına son vermek benim için çocuk oyuncağı. Ama ben iyiyim ve güzelim ve sana meydan okuyorum. Sevgilimin bedbahtlığı, çaresizliğim, güzelliğime güzellik katıyor!”

“Artık yeter!”

Suç nedir, nerede ve nasıl başlar? Neyin suç, kimin suçlu olduğuna, cezasının ne olacağına  kimler, nasıl karar verir? Suç demişken 7 aylık bir bebekken yetimhaneye bırakılmış ve orada büyümüş, küçük yaşta suç dünyasıyla tanışmış -Stephen Barber’in tabiriyle- Piç Genet’ten suçlu velete dönüşen yazarımızı anmadan geçmeyelim. Yaşamının büyük kısmını ıslahevlerinde ve hapishanelerde geçirmiş, pek çok farklı suç deneyimi hatta entelektüel çevresinin engel olduğu ömür boyu hapis cezası almasına sebep olan  hırsızlık suçu bile bulunmaktadır yazarımızın.

Hırsızlık nedir? Hırsız  kimdir? Neden hırsızlık yapar?

“Hırsız mı? Ben mi?” Hayır, Yoldaş Solange sana sormuyorum J. Genet’e ve okurlarımıza sordum bir sakıncası yoksa. İşte J. Genet’ten bir cevap; “Çalmaya başladımsa bunun nedeni aç oluşumdu.” “Ben hiçbir zaman bir insanı soymadım, bir işlevi soydum. İşlev de umrumda değil.”(Açık Düşman / Jean Genet, sf 12, 25)

Medya büyük hırsızları tanrılaştırırken, Hanımefendilerin suçlarıyla bizi büyülerken Hizmetçilerin hırsızlığı nedir? Hizmetçilerin işlediği suç nedir? Hanımefendiler parasını ödediği kamusal alanlara, reklam panolarına istediğini yazarken ceza alacağı bir suç işlemiş olmaz tabii.

“Sesini alçalt, yalvarırım. Hanımefendi’nin… iyiliğinden bahset. O ‘cevherlerim der!” Bak doğru dedin Claire, dünyanın bütün Hizmetçileri, Hanımefendilerinin cevherleridir. Biz olmasak ne yapar bu Hanımefendiler?

Şimdi o cevherlerden mahrum bırakma zamanı!

1 günlük bir ara verip Perşembe günü kaldığımız yerden bu protesto ayinine devam ediyoruz.

Bol tükürüklü günler.

21.11.2024 – Prova Günlüğü

“Güç halka aittir”

“Le pouvoir appartient au peuple”

Çatı katımız Moda Sahnesi’nde bir günlük aradan sonra tekrar bir aradayız. Bu lodoslu ve lodosun getirdiği yağmurlu günde, Aziz Mario’ya dua edelim de uçurmasın çatımızı tepemizden. Birlikte  tükürmeye, hınçlanmaya hatta ateşe verip ısınmaya da devam tabii.

“Bunca zamandır birbirimizi tanıyoruz, benim hava durumu ile ilgilenmediğimi anlamadınız  mı  hala? Gökyüzüyle, yağmurla, güneşle, güzel havayla, sıcakla soğukla işim olmaz… Bir bu eksikti, hava durumunu tartışacağız!”

Hava durumundan bahsetme ihtiyatsızlığında bulunduk,  J. Genet’yi kızdırmayı başardık yine. Tamamdır, anlaşıldı. Bunu konuşmuyoruz. Müstehcen gölgesi de her yerde zaten, temkinli olmakta fayda var.  Bugün dikildi tepemize gölgesi,  saldı üzerimize kışkırtıcı imgesini. Sütçü’ye dua edersek böyle olur tabii.

Ne diyorduk? Ateşe vermeye devam ediyorduk. Evet, yanlış duymadınız gerekirse ateşe vereceğiz ortalığı. Hem rüzgar da bizden yana.

“Sakin ol, Solange. Yangın çıkmayabilir. Senin yaptığın anlaşılır. Kundakçılığın cezasını biliyorsun.”

“Her şeyi biliyorum. Gözümle kulağım sürekli anahtar deliğinde. Hiçbir hizmetçinin dinlemediği kadar kapı dinledim. Her şeyi biliyorum. Kundakçı! Kulağa ne hoş gelen bir unvan.”

Pek bir sevdin bu kundakçılığı Yoldaş Solange. “Les Pétroleuses” adı verilen kadın kundakçıları mı duydun yoksa sen? Ya da  Genet’in “Sertliğin bir amacı yoktur, şiddetin ise bir amacı vardır.” dediğini mi duydun? Kesin 1871 Paris Komünü sırasında Les Pétroleuses’ün  işgal altındaki Paris’te, burjuva mülkleri ve stratejik noktaları yaktığını okumuşsundur dedektif dergilerinde.

Peki terörizm nedir?

“Terörizm kurumların içinde var, örneğin bize, seçme şansı bırakmadan, herhangi bir eylemi, herhangi bir insanı belirtmek için bir söz dağarı dayatan kurumlaşmış bütün hareketlerin içinde var. Düşünüyorum da, ben sekiz yaşındayken, bana “Alman, işte düşman!” dendiğinde beni terörize ediyorlardı. Terörizm, terör tohumları eken şeydir. Gerçek terörizm, devrimcileri silaha sarılmaya yönelten derin nedenlerin üstünü örten şeydir.” (Jean Genet: Yüce Yalancı / Tahar Ben Jelloun, sf 124)

Yani amaç araçları haklı mı kılar? Hangi durumda?

O halde çaktığımız, çakacağımız kibritle yarın yakmaya devam Solange’cım, ısınırız. Ihlamuru da kaynatmayı unutmayalım. Bu soğuk havalarda iyi gider.

22.11.2024

“Kahrolsun Hanımefendi, yaşasın Hizmetçiler!”

“A bas Madame, vive les Bonnes!”

Prova haftamızın son gününde evde denenmesi tehlikeli olabilecek Kemal Zinder egzersizleri ile ısındık.  Merak edenler için kısa bir reçete vereyim; enerji merkezi alt karın, tüm odak orada ve içi Ahmet Kaya ile dolu hareket ediyoruz. Bir süre sonra bir başka egzersiz için sıfır noktasına gelip merkezimizi kalbe alıyoruz ve içi Sezen Aksu ile doluyken hareket ediyoruz. Evde tek başınızayken denemeyiniz. Çok isterseniz yanınızda sadece gerçekten güvenebileceğiniz ve ne denediğiniz, ne yaptığınız konusunda hiçbir fikri olmayan, olmayacak biri olsun. Ve  çok istekli iseniz bir uyarı daha; enerji merkeziniz bu imgelerle dolu, taklit yok. Üzerimizdeki etkisini araştırıyoruz. Provanın en zorlayıcı kısmı da kafamızın içinin çikolata ile dolu olduğunu hayal ettiğimiz andı benim için. Enerji merkezim kafam ve içi çikolata ile dolu… Arzu merkezimi devreden  çıkarmak hiç kolay olmadı! Teşekkürler Kemal Zinder.

Biraz da Hanımefendi’nin ve Şeylerinin hizmetçi kardeşlerimiz üzerindeki etkisine bakıyoruz. Bu Şeyler onlara ait değil ve konuşacaklar. Hizmetçi kardeşlerimizi eleverip, suçlayacaklar. Omuzlarına dokunmuş perdeler, yüzlerine bakmış aynalar, deliliklerine aşina ışık… Işık her şeyi itiraf edecek. Neden bu Şeylere hakim değiliz? Biz neye hakimiz? Neyiz biz Hanımefendilerin evinde? Niye bizi ele verir bu Şeyler? Sherlock gibi düşecek peşimize Hanımefendi. Ahh… Oyun artık tehlikeli! Fantaziden gerçeğin kabusuna mı dönüyoruz yoksa?

“Hayallerimiz er geç suçüstü yakalanır.” Sağol, Tahar. Bir tekme de  sen vur…

“Ne cüretle salıverirler! Küstahlık bu yargıçların yaptığı, adaletle alay etmek! Aşağılıyorlar bizi!”

Üçüncü haftamızda da anladık ki Genet basit biri değil, çelişik ve ikili bir dokusu var. Öngörülemez bir insan, hatta yalancı diyenler var. Gülmek için, muhatabının kafasını karıştırmak için yalan söyler. Kurumları da, konforlu düşünceyi de sevmez. İnsanları provoke eder ve onları kendilerini sorgulamaya yöneltir diyen de var.  Bay Tahar der ki “O böyleydi: Kolay anlaşılmayan, sınıflandırılması güç, ideolojik bir hatta tutması imkansız biri. Uzlaşma duygusu hiç yoktu; aşk hariç..” Biz onu çok iyi anladık bay Tahar. Ya da öyle sanıyoruz. “Hanımefendilerle ve onların Şeyleri ile uzlaşamazsınız, onun alanında onun araçlarıyla devrim yapamazsınız” dediğine eminiz ama. Bu prova haftasını da doldurduk, törenimize kısa bir ara veriyoruz. 20. yüzyıl Fransız edebiyatının asi çocuğu ve bunca  insanı rahatsız etmiş -bay  Tahar‘ın deyimiyle-  provokatör militan Jean Genet, Hanımefendi’miz döndüğünde de provokasyonu nasıl  devam ettirecek  hep birlikte göreceğiz haftaya.

Tükürüklerimize zeval gelmesin, hınçla kalın!

Ah, ça ira, ça ira, ça ira!

25.11.2024

“Tanrı yok, Hanımefendi yok”

“Il n’y a pas de Dieu, il n’y a pas de Madame”

GÜNAYDIN. 4. haftamızdan herkese günaydın! Dilerim ki gün aymıştır, Hizmetçi sınıfı için de. Ya da ayacaktır en kısa süre içinde. Hanımefendimize rağmen aymıyorsak hala, vay halimize… Hanımefendimiz gittiği Şeytan Adası seyahatinden döndü, XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odasında süzülüyor şimdi. Hanımefendi’yi odaya bırakalım orada süzülsün biraz, belki egemenliği zayıflar. Biz Hanımefendi rolünü bizim için giyen şamanımız Düzgün Dilan’a dönelim. Kendisini çok özlemişiz, onu yeniden gördüğümüz için oldukça mutluyuz. Bizim için aldığı lezzetli eklerleri yerken de mutluyuz. Ve yokluğunda çalıştığımız sahneleri gösterecek olmanın heyecanı ile doluyuz. Tüm gün neşe içinde ona ne kadar çalıştığımızı, neleri keşfettiğimizi gösterdik durduk. Şimdi sahneye hanımefendimizi çağırmaya hazırız. Mangalda kül bırakmayan Hizmetçi kardeşlerimiz bakalım şimdi nasıllar Hanımefendileri karşısında. Ne o Yoldaş Solange? “Hanımefendi bağışlasınlar, Hanımefendi’nin “ihlemürünü” hazırlıyordum.” derken Claire ile pek bir eğleniyordun. Ne bu haller şimdi, Hanımefendi’nin karşısında ezilip büzülmeler? Anlayamadık. Bir kuple hatırlatayım sana. “Kız kardeşini vücuda getirenlere şahit olacaksın. Malzemesini tanıyacaksın. Bir hizmetçinin nasıl yaratıldığını öğreneceksin” demiştin bize ve Claire. Claire sana “Cenneti düşün” demişti, “Ötesini düşün” demişti. “Ötesi yok” derken pek bir asiydin. Ne bu haller Yoldaş Solange! Bir dakika, ben doğru mu duyuyorum? Hanımefendimiz “Ben de zorla girerdim içeri. Gözüm hiçbir şeyi görmezdi ki Solange, hiçbir hileye başvurmaktan çekinmezdim.” mi dedi? Vay vay vay! Şu Hanımefendiler kadar inansak kendimize, neler yaparız neler. Değil mi Yoldaş Solange?

Sahi Fransız Devrimini kimler yaptı? Ne için yaptılar? Sonuçta kimin işine yaradı bu devrim?

Siz cevapları düşünüp durun, biz de yarınki provayı bekleyeduralım.

“Yen zalim zenginleri, vazgeçme özgürlüğünden” demiş bir Özbek şarkısı.

Ne hıncımızdan, ne de tükürüklerimizden vazgeçeriz. Hınçla kalın!

26.11.2024

“Hanımefendi’ye geçit yok”

“Il n’y a pas de passage pour la Madame”

Merhaba çatı katımızın mülksüz sakinleri, merhaba hınçla biçimlenen Hizmetçiler. Nasılsınız bugün ve bir süredir bizimle nasılsınız? Ezber bozan Jean Genet’yi ve “Hizmetçiler” ‘ini tanımak nasıl gidiyor sizin için? Biz iyiyiz, güzeliz ve Hanımefendi’ye meydan okuyoruz. Darısı cülemizin başına… Hep birlikte ısınmaya gidiyoruz. Geçen sefer ipucu verdiğim egzersizlerimizi deneyen meraklı cesurlar varmış aranızda, o halde  bugün egzersizlere metinden replik ekliyoruz. Enerji merkezini önce alt karına alıyoruz ve orayı Che ile dolduruyoruz. Bu merkez ve imge ile hareket ediyoruz bakalım replikleri nasıl duyacağız sizden. İkinci egzersiz olarak enerji merkezimizi kalbe alıp Muazzez Abacı ile dolduruyoruz. Konu Che’den Muazzez Abacı’ya nasıl geldi diye sormayın Kemal Zinder yaratıcılığı diyelim, deneyelim. Biz ısındık provaya geçiyoruz. Siz denemeye devam edin, hınçlı ve meraklı cesurlar…

Hanımefendi’miz döndü demiştik, nasıl olduğunu merak ediyorsanız Claire’e soralım.

“Hanımefendi iyidir! Hanımefendi güzeldir! Hanımefendi şefkatlidir! Her pazar kendi küvetinde banyo yapmamıza izin verir. Bazen şeker verir. Bizi solmuş çiçeklere boğar. Hanımefendi bitki çaylarımızı hazırlar. Hanımefendi Beyefendi’den bahsedip bizi kıskandırır. Çünkü Hanımefendi iyidir! Hanımefendi güzeldir! Hanımefendi şefkatlidir.”

Claire’cim zor bir gün geçiyorsun sanırım. Sen de haklısın Hanımefendi döndü dedik, heyecanlandık ama geldiğinden beri de hiçbir şeyi beğenmiyor. Emek verdiğiniz hiçbir şeyden memnun kalmıyor. Varsa yoksa kendi kendi kendi…Bir de üstelik dedektif polis gibi düştü bizi ele veren Şeylerinin peşine. Hıncını kaybetme, Hanımefendi’nin ıhlamurunu hazır et derim.

Hınç demişken bir süredir Jean Genet’in hıncından, Hizmetçi kardeşlerimizin hıncından bahsediyorum size. Peki nedir bu hınç? Ne zaman ortaya çıkar? Hınç “normal” midir?

Nietzsche’nin bu kavramı köle-efendi ilişkisi bağlamında ele aldığını söyleyen bir ses duyuyorum cevaben. “Hınç, kölelerin efendilere karşı duyduğu bir tepki olarak ortaya çıkar; köle, kendi duygularını ifade edemediği için hınç biriktirir ve bu durum zamanla intikam alma arzusuna dönüşebilir. Hınç, bireylerin toplumsal ve bireysel düzeyde yaşadığı baskılar, engellemeler ve adaletsizlikler sonucunda gelişir.” Diye de devam ediyor Nietzsche adına. Kanıtlamayı da çürütmeyi de Hizmetçi kardeşlerimize bırakıyorum.

Peki sizce hınç bir duygu mudur yoksa bir düşünce üzerine tavır alış mıdır?

Cevabınız nedir bilmem ama hıncımız bir zafere dönüşmeli, Hizmetçilerin zaferine…

Hakkınızı alın Hizmetçiler, yaşama zamanı!

27.11.2024

“Hey Hizmetçiler! Aynaları kırın, düzeni yıkın!”

“Hein les Bonnes! Brisez les miroirs, détruisez l’ordre!”

J. Genet’nin aynalı salonu Büyük Salon’umuzda ısınmak için ve biraz da yansımanın derinliğini keşfetmek için toplandık. Düş kurmaya, hatta düş içinde düş kurmaya devam ediyoruz. Her şey enerji merkezimizden çıkıveriyor. Şimdi hazır mısınız bizimle ayna oyunu oynamaya? O halde yürüyelim, donalım ve ilk göz göze geldiğimizle eşleşip yansıma oyununa başlayalım. Cesaret isteyen bir oyun bu, karşındakiyle bütün olmak, tek vücut olmak… Onda erimek ve kaybolmak. “Bir başkasını kendimizi dinler gibi dinlersek devrim olur.” demişti Kemal Zinder. Sizce? Ve devam ediyoruz yönetenin ve eşlikçinin belli olmadığı özgür ayna olabilmeyi deniyoruz. Zor ama keyifli, değil mi?

Yatak odalarımızdaki gibi bir aynaya baktığımızda kendimizi nasıl bir gerçeklikte görüyoruz? Bizi nasıl yansıtıyor, bu yansımayı biz nasıl algılıyoruz? Ya da bir başkasında, ötekinde yansımamızı gördüğümüzde ne hissediyoruz, ne düşünüyoruz? Her seferinde öteki olmayı göze alarak, ötekinde gördüğümüz yansımamızla ve ötekinin bizdeki yansımasıyla bu oyunu sürdürebilir miyiz peki? Bize ne olur? XV. Louis tarzı mobilyalarla dolu bir odadaki aynada yansımalarına bakan Claire ve Solange’a ne oluyor? Seviyorlar mı birbirlerini yoksa nefret mi ediyorlar?

“ Doğru, çok sevmektir. Ama bana kendimi gösteren, suretimi pis bir koku gibi yüzüme geri savuran bu korkunç aynadan bıktım. Sen benim pis kokumsun.” Anlayamadık Claire’cim. Solange cevaplasın bir de, anlarız belki.

“Ben de tahammül edemiyorum artık. Benzerliğimize tahammül edemiyorum, ellerime, siyah çoraplarıma, saçlarıma tahammül edemiyorum. Hiçbiri için seni suçlamıyorum, küçük kardeşim benim.”

Görünen o ki başkaları da anlayamamış ki bir eleştirmen hizmetçilerin  “böyle konuşmadıklarını” söylemiş. J. Genet durur mu? “Böyle konuşurlar, ama sadece benimle, gece yarısı. Kulağınızı kalplerine dayarsanız aşağı yukarı bunları duyarsınız. Dile getirilmemiş olanı duymayı bilmek gerekir.” demiş Genet (Açık Düşman / Jean Genet, sf 24.) Tıpkı ötekiyle bütün olmak, onda erimek gibi…

iki ayrı karakter olmalarına rağmen Hizmetçi kardeşlerimiz tek bir hayatın içine sıkışmış gibiler, Hanımefendi ve sınıflar arası kötülüğünü yansıtıyorlar habire bize. Yansımalarla kurulan bu düş, boş yere çaba harcayan toplum dışı kişilerin düşü mü?  Ve dış dünyaya ulaşabilecek mi  Hizmetçi kardeşlerimiz? Yansımaların çıkışsızlığında birbirlerini mi boğacaklar, yoksa aynaları parçalayıp düşmanın düzenini alaşağı mı edecekler? Biz de boğulduk hani… Bir devrimci eylem gerekli! 1 günlük  ara verip ve Cuma günü kaldığımız yerden devam ediyoruz yansımaya.

Gardenalleri hazırlayın, hınçla kalın!

 

 

29.11.2024

“Hanımefendi’ye kanma, isyanından cayma!”

“Ne vous laissez pas berner par la Madame, n’abandonnez pas votre rébellion!”

Bugün provamız kısa süreceği için Hizmetçi kardeşlerin çatı katını yutmuş, iktidarın ve Hanımefendi’mizin güç gösterdiği bu büyük burjuva evde hemen başladık sahnelerimizi çalışmaya. Elinde tatlısıyla Lady Macbeth, W. Shakespeare’in düşsel devriminden çıkıp J. Genet’in düşsel devrimini izlemeye geldiği için provamıza pek bir heyecanlıyız da. Ve her yeri doldurduk glayöller ve mimozalarla. Hepsi pespembe üstelik. Hanımefendi beğendi mi diye sormayın, yasa girmiş büyük bir dönüşüm içerisindeymiş. Sanki Beyefendi’yi darağacına gönderecekler… Hanımefendi’miz yası için yepyeni, daha güzel tuvaletler diktirecekmiş, biz de eskilerini giyerek ona yardım edecekmişiz. Belki onları bize bağışladığı için Tanrı da Beyefendi’yi bağışlarmış. İyilik yapmaktan başka şey düşünmeyen Hanımefendi’mizi kim cezalandırmak isteyecek kadar kötü kalpli olabilir? Kim? Kim? Kim?

“Elbiselerim sizindir. Hepsini size veriyorum.” “Size elbise veren birileri olduğu için şanslısınız. Ben istesem satın almam gerekir.” “Teşekkür etmeyin. Etrafındakileri sevindirmek öyle büyük haz veriyor ki insana.” Ahhhh Hanımefendimiz, iyi kalpli efendimiz…

Efendimiz bize elbiselerini niye veriyor ki Yoldaş Solange?

“F. Nietzsche, armağan vermenin, egemenin güç gösterisi ya da aldatmaca olabileceğini belirtir. Yani, güçlü olan kişinin zayıfa lütuflarda bulunması, aslında bir güç ilişkisi kurabilir. Armağan verme eylemi, kölelik ilişkisi içindeki sadakat ve minnet duygularını artırabilir. Bu durum, kölenin itaatkarlığını artırabilir ve isyan etmeye yönelik motivasyonunu azaltabilir. Efendi, kölesine armağan vererek ona merhamet gösterdiğini düşünebilir; ancak bu, çoğunlukla iktidar ve kontrolün sürdürülmesi amacı taşır. Dolayısıyla, armağan verme, karşılıklı bir iyilik değil, güç ilişkilerini pekiştiren bir davranış halini alır.”

Sen neler de biliyorsun öyle Solange’cım. Hanımefendi’den daha çok okuduğun kesin. Nietzsche mitsçe falan…  Peki bu durum hizmetçileri nasıl etkiler Solange’cım?

“Bu durum, hizmetçinin kendi öz değerini sorgulamasına neden olabilir. Armağanlar, hizmetçinin efendiye karşı olan bağlılığını artırsa da, aynı zamanda kendi özgürlüğü ve varlığı üzerindeki etkilerini sorgulamasına da yol açabilir.” derken Solange’ın içi sıkıldı, bunaldı.

Solange gibi Lady Macbeth’imizin de içi sıkıldı Hanımefendi’den, bu oyunda da gidip kendini bir yerden atmadan 2 günlük bir ara verip dördüncü prova haftamızı kapatalım burada. Son bir hatırlatma; 2 Aralık’ta biletlerinizi almayı unutmayın, hınçla kalın!

04.12.2024

“Devrim için incit!”

Kısa ama yoğun geçecek bir prova günümüze başladık. Bugün ısınma ile başlamak yerine  J. Genet hakkında bolca konuşuyoruz. Ne kadar iyi bir yazar olduğunu da belirtmeden geçemiyoruz tabii. Bize söylettiği şarkısının güzelliğinden de bahsediyoruz. Hizmetçi kardeşlerin duygularını çok iyi bildiğini ve bizim de kolay tanımamızı sağlamasının nedenlerini konuşuyoruz. K.A “J. Genet politik hayvan nasıl kurulur, bunun bilgisini görünür kılıyor bize” diyor. Felekten Hemşire’miz Aybanu Aykut tüm ötekilerin buluşma yeri Cangıl’dan çıkagelmiş provamıza. Törenimizi izleyeceği için çok heyecanlandık doğrusu.

Törenimiz başladı, o da ne? Claire kendinden geçmiş hayran hayran bakıyor işkencecimiz Hanımefendi’ye. Yoldaş Solange durur mu? Hemen hatırlatıyor ıhlamuru. Sonra da devrimci olanın gücünü duyuruyor bize.

“Ihlamurunuz hazır.”

Jean Genet der ki; “Sertliğin amacı yoktur, şiddetin ise bir amacı vardır, hatta birden çok. Şiddeti kabaca genellikle yaşam olarak adlandırılan olguyla özdeşleştiriyorum. Filizlenen ve donmuş toprağı yaran buğday tohumu, yumurtanın kabuğunu çatlatan civcivin gagası, kadının döllenmesi, bir çocuğun doğması şiddet suçlaması ile ilgilidir. Ve kimse çocuğu, kadını, civcivi, tomurcuğu, buğday tohumunu tartışma konusu etmez. Sistemin zorbalığı kırıcı olduğu ölçüde, hayat olan şiddet, kahramanlığa varasıya katı ve talepkar olur. (Açık Düşman / Jean Genet, sf 76)

Hizmetçi kardeşlerimiz Hanımefendi’yi incitebilecekler(!) mi? Törenlerindeki Hanımefendi’yi mi yoksa gerçek dünyadakini mi incitecekler peki? Ya da silahı kendilerine dönük bir ayini mi gerçekleştirecekler?

Daha evvel size Claire neyi yırtmak için dua etmiştir diye sormuştum, cevabınız var mı? Bence fakirliğini. Peki bu mümkün mü? Sınıf atlaması yani yırtması mümkün mü? Yeterince çalışırsa, şansı da yaver giderse zengin olma potansiyeli var mı?  Temsil düzeneğinden kovulmuş, görünmezleştirilmiş, hor görülmüş, kaba ve iğrenç addedilmiş olanın hem maddi imkanlar açısından yükselmesi hem de toplumun diğer üyeleri nazarında arzulanan birine dönüşmesi mümkün mü? Peki bu ikbal arzusu bireylerde nasıl inşa olur ve gündelik hayatın içinde hangi kılıklara bürünerek varlığını sürdürür? Hem ikbal peşinde olan hem de devrimci neşe peşinde olan Hizmetçi kardeşlerimiz nasıl bir mücadele hattı kuracak ikbal arzusuna karşı hep birlikte göreceğiz. Hizmetçi sınıfı, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu dünyada eylemsizliğe ve güçsüzlüğe mahkum edilirken J. Genet düş dünyasında onlara eylemi ve gücü sunuyor. Acaba bu düşün içinde kardeşlerimiz dönüşmeyi başarıp nihai devrimi gerçekleştirebilecekler midir? Biz de sizin kadar merak ediyoruz doğrusu. Görünen o ki, 4 Ocak’ta J. P. Sartre’ın ifadesiyle J. Genet şeytanını bize bulaştırıp kendini ondan uzaklaştıracak.

Biz de yoğun bir provanın ardından çatı katımızdan uzaklaşıyoruz.

Tekrar buluşabilmek için hınçla kalın sevgili cesurlar.

 

05.12.2024

“Hanımefendi’yi teşhir bu oyunu işletir!”

Merhaba sevgili cesurlar, Hanımefendi’nin mekanını yıkmak için bugün Stüdyo’da toplandık. J. Genet ve şarkısı hakkında konuşarak başlıyoruz. Hetero düzenden bahsetmeden de geçmiyoruz. K.A., J. Genet’in kalbi hakkında bir fikrimiz var mı diye soruyor bize. Sizin var mı? Olacak mı? Her şeyi reddeden bu asi adam hakkında çok şey duyduk, konuştuk. Ama kalbini tanıyor muyuz? Bence muamma. “Ne kadar çok tanınırsa o kadar az anlaşılır: Genet görkemli bir edebi muamma olarak kalır.” demiş Michel Cournot. Ve eklemek istiyor Cournot; “İnanılmaz zarif ve cömert Genet, bir adaletsizlik örneği gösterildiğinde kendini paraladığını gördüğüm Genet.” Teşekkürler Cournot. Tiyatro ve oyun hakkında konuşmaya devam ediyoruz. Oyun seyirciye bir gürz gibi çarpmalı, yüzeyinde çatlaklar açıp oradan içeri sızmalı diyor K. A.. Bu çatlakları yaratmanın yolunu arıyoruz. Törenimizde eylemin ne için yapıldığını örgütlemeye çalışıyoruz. Anlamı en iyi nasıl dışarı çıkaracağımızın yöntemlerini araştırıyoruz. Genet’in lal beyazı sesini duyuyorum yine. Söylemek istedikleri varmış. “Ruhuma etki etmeyecek bir temsil boşunadır. Perde indiğinde duracak olan –hiç var olmamış olan- gördüğüm şey ona inanmazsam boşunadır.” diyor. Tiyatronun yaşamayı ve düşmanı bulup çıkarması gerektiğini de ekliyor. Genet’in şarkısı olan gürzümüzle ruhunuzda çatlaklar açabilmek için provaya geçiyoruz. Ve Claire’in sesini duyuyoruz. Düşmanın içinden konuşuyor bizimle.

“Beni kızdırmayın, Claire, Solange, hanginizse, karıştırıyorum, Claire, Solange, beni kızdırmayın, beni çileden çıkarmayın. Başımıza ne geldiyse sizin yüzünüzden geldi, suçlusu sizsiniz.”

Bu duyduğumuz; Hizmetçi kardeşlerimizin ruhuna etki etmiş anlaşılan. Yükselmek ve nihai devrimlerine ulaşmak için ilk kurşun oluyor düşmanın ağzından çıkan. Solange yükseliyor, yükseliyor ve uçuyor artık.

“Artık yalnızım. Her şeye cüret edebilirim. Kim susturabilir ki beni? Kim “Kızım!” demeye cesaret edebilir? Artık Matmazel Solange Lemercier’yiz. O kadın. Meşhur Lemercier.”

“Geç oldu, herkes yattı. Duralım.”

Biz de yatalım sevgili cesurlar.  Sana da iyi geceler Matmazel Solange Lemercier.

Hınçla kalın!

 

06.12.2024

“Bütün ülkelerin Hizmetçileri, birleşin!”

“Les Bonnes de tous les pays, unissez-vous !”

Beşinci haftamızın son prova günündeyiz. Hanımefendilerin sahip olduğu her şeyden yoksun, küçücük, zavallı, bedenimizi güçten düşüren, omurgamızı yamultan, bizi fareleştiren, ihmal edilmiş yaşam alanımız, işgal sebebimiz çatı katımızdan inip, egemenin mekanını bir süreliğine kendimizin yapabilmek için Büyük Salon’da Macbeth’in yıkımından kalanlar ile ısınıyoruz. Hanımefendi’nin mekanına girmeli, oraya sahip olmalı ve sonrada yıkmalıyız. İşgale ve yıkıma ısındıysak, hadi provaya!

Şimdiye kadar çalıştığımız tüm sahnelerin bilgisi ile en başa dönüyoruz. Hanımefendi’nin bilgisini yaralarımızda taşıyarak, onun peçelediklerinin üstünü açıyoruz. Bu beş haftada Hanımefendi’den bize yansıyanlar ile dönüştük. Hizmetçileri harekete geçiren gücü keşfettik. K.A’nın ifadesiyle Hanımefendi’nin yansısını Hizmetçilerin prizmasından geçerek diferansiyeli alınmış biçimde görüyoruz. Bu sırada bu dönüşüm ve aktarımdan etkilenen yeni dekorumuzun tasarımını kullanıyoruz. Her şey bizim için yeniden başladı. Hanımefendi’nin her yokluğunda törenlerine yeniden başlayan Hizmetçilerimiz için bu oldukça tanıdık. Ve oyunumuzu yeniden biçimlendiriyoruz.

İki ayrı varlık olmalarına rağmen Hizmetçi kardeşlerimiz tek bir benlik. Birinin yokluğunda ötekinin varlığından söz edemeyiz diyecektim ki, Claire Solange’a  “Kıyıya vardık, Solange. Sonuna kadar gideceğiz. Tek bedende ikimizi yaşatacaksın. Tek başına. Güçlü olman gerekecek. Beni de içinde taşıdığını unutma sakın. Özenle taşı. Güzel olacağız, özgür olacağız, mutlu olacağız, Solange, kaybedecek bir dakikamız bile yok.” diyerek bana meydan okuyor adeta. Claire, bu nereden çıktı şimdi. Sensiz bir Solange nasıl var olacak peki? Bu birleşme bir yeniden doğum mu yoksa? Yeniden doğum demişken şamanımız Yılmaz Sütçü’nün doğum günü bugün. Hep birlikte yeni yaşını kutladık, zıpladık ve muhteşem pastasını yedik. Dilediğin gibi yaşadığın ve olduğun nice senelerin olsun Yılmaz Sütçü. Nerede kalmıştık? Özgür olacağız diyorduk. Özgürlüğümüzü savunmak zorundayız diyorduk. Hanımefendi bile ilk fırsatta Beyefendi’nin özgürlüğünü savunurken, savaşmaya hazırken, peşinden Guyana’ya, Sibirya’ya kadar giderken ve hiçbir hileye başvurmaktan çekinmezken Hizmetçiler öylece bekleyebilirler mi? Hanımefendi, tutsakken özgürlüğü savunmanın ne demek olduğunu bilmez, kimse onun özgürlüğünü sorgulamaz. Peki ya bizim özgürlüğümüz? Bu savunmanın da sorgulamanın da bilgisine Hizmetçiler sahip, biz sahibiz. Ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Hizmetçiler bu tutsaklığı çok iyi biliyorlar. Tarafınızı seçmek için zamanınız kalmadı, Hanımefendi gelir birazdan. Hanımefendi mi, Hizmetçiler mi? Yoksa Hanımefendi olamayacak kadar Hizmetçi değil misiniz?

Siz tarafınızı seçedurun, biz de iki günlük molamıza duralım.

Ya basta, viva Genet Sist ta!

Hınçla kalın sevgili cesurlar.