HİZMETÇİLER
Yazan: Jean Genet
Yöneten: Kemal Aydoğan
Çeviren: Ayberk Erkay
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Afiş Tasarımı: İlknur Alparslan
Oyuncular: Yılmaz Sütçü, Kerem Fırtına, Dilan Düzgüner
Asistanlar: Mesut Karakulak, Sevda Yeliz Nar
Sahne Tasarımı Asistanı: Cansu Uygun
PROVA NOTLARI
04.11.2024 – Prova Günlüğü
“Özgür Yaşa Ya Da Öl!”
Provanın ilk günü stüdyodayız, herkes burada. Heyecan ve merak ile doluyuz. Belki Jean Genet hınç dolu olmamızı isterdi… Ama heyecan ve merak dolu hınç da olabilir bizimki. Zamanla keşfedeceğiz bunu.
okumaya, konuşmaya başladık. Sahi, emeğimizi sömüren jest nasıl kurulur? Siz de fark ettiniz mi hizmetçilerin üniformaları ile yas kıyafetleri arasındaki benzerliği? Bir düşünün derim.
06.11.2024 – Prova Günlüğü
“Savaşma, seviş!”
“Ne fait pas la guerre, fait l’amour”
Askerler cinsellikten uzak tutulur, neden?
Hizmetçi kardeşlerimizin hizmet etme dışında bir hayatları yoktur, o evin dışında da bir hayatları ve varlıkları yoktur. Bir “Şey ” gibidirler. Ve Hanımefendi’nin sahip olduğu her şeyden muaftırlar. İhtiyaçları, istekleri, sevme sevilme arzuları yoktur. Hatta doğurmak ve üremek de Hanımefendi’ye aittir. Sevişmek de, mücevherler de, elbiseler de… Biz yalnızca Şeyleri üretiriz.
Siz öyle sanın! Sütçü var, sütçüüüüü… Sütçü Mario… Bizim de Yılmaz Sütçü’müz var. Claire rolüne çıkar kendileri yada Hanımefendi mi demeliyim? Oyuna gelin de siz karar verin. 2 Aralık’ta biletlerinizi almayı da unutmayın!
Ne diyorduk? Bizi hazsız bir dünyanın varlığına inandırarak manipüle ediyorlar diyorduk. “Düzen bekçisinin soysuz ve intikamcı gözünde, çıplak taş ile sevgisizce boyanmış bir gökyüzü parçası arasında tecrit hapsine mahkum ediliriz. Kendi içimize döndüğümüzde, tecrit edilmiş bunca gövdenin, benzer ve kardeşçe bunca yalnızlığın ve suç ortağı solukların baş dönmesi ve ateşi içinde dönüp duracaktır arzularımız.” diye ekledi Tahar Ben Jelloun.
Teşekkürler Tahar.
Papin kardeşleri duydunuz mu? İnsan böyle bir cinayeti nasıl planlar, neden planlar ben bilemedim? Umuyorum ki Claire ve Solange bize bunu ifşa eder. Aslında bundan şüphem yok çünkü provanın 3.günü de oldukça verimli geçti. Sona yaklaşıyor gibiyiz, siz de prömiyere gelirken muhabbet çiçeklerinizi, glayöllerinizi ve mimozalarınızı getirmeyi unutmayın. Jean Genet sever diye duyduk çünkü.
Bol tükürüklü günler…
07.11.2024 – Prova Günlüğü
“Savaşa hayır, ancak sınıf savaşı”
“Non à la guerre, mais la guerre des classes”
İsyan ateşi yandı, savaş başladı. Meydan okuma yakındır! Tavan arasında bir oda ile XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odası arasındaki savaş bu.
Aaaa hayır hayır yanılmışım, savaş yeni başlamamış! Başlayan bizim provamızmış. Çünkü “Sömürenlerle sömürülenlerin, hayatı üretenlerle üretenlerin sırtından geçinenlerin savaşı hep vardı” diye uyardı Solange. Çok bilmiş, dedektif dergilerinde mi okudun bunu da? Peki Solange’cım biz öyleyse provaya göz atmaya devam edelim. Eylem merkezlerimizi çalıştık. Baş, göğüs, hara bölgesi… Tüm enerjinizi hara bölgesine toplayıp öyle hareket ederseniz ne olur? Ya oraya kocaman bir kaya gelip oturursa? Yapamazsınız… Neyi? Ve sonra gelir, devrim kendi çocuklarını yer. İşci sınıfı ancak birbirini mi yok edebilir?
Jean Genet, kendini bir devrimci olarak görüyor muydu acaba dememe kalmadan “Benim konumum bir serserinin konumu, bir devrimcinin değil. Kendimi tanımlamamı nasıl istersiniz? Hem sonra sırtıma yapıştırılabilecek kelimelerin hiçbir önemi yok: hırsız, eşcinsel… şimdi de devrimci. Hayır, devrimci olduğumu söylemek gelmiyor içimden.”diye bağırıverdi.
J. Genet’i kızdırdık provaya dönelim biz. Claire, Solange’a tavan arasının kokusunu hatırlattı. Karyolaları, komodini, şifonyeri ve üzerinde duran Meryem Ana sunağını. Bir de unutmadan söyleyeyim, kağıt çiçekler ve kutsanmış şimşir dalı da var. Kim bilir diz çöküp ne çok dua etmişlerdir Hizmetçi kardeşlerimiz. Neyi yırtmak için dua etmiştir Claire? Bir dakika, ne oluyor? Solange! Solange! Zırlıyor musun sen? Zırlayacaksan çık tavan arasına. Demişken biz de 3 günlük bir mola verip haftanın son prova gününe veda edelim. Kurduğumuz saat erken uyandırdı düşümüzden ne de olsa. Hanımefendi de gelir birazdan. Bakalım haftaya Hizmetçi kardeşlerimiz Genet’nin onlara sunduğu eylemi ve gücü nasıl değerlendirecekler. Yeterince hınçla doluysanız bundan haberdar olacağınıza eminim.
1.11.2024
“İsyan, Devrim, Anarşi!”
“Rébellion, Révolution, Anarchie”
Minik bir aradan sonra tekrar provadayız. Özledik doğrusu. Hem ısınma egzersizleri ile başlayan provamızı hem de tükürmeyi özledik. Sizin tükürükler ne durumda bakalım? Geçtiğimiz hafta ne kadar tükürdünüz? Umarım tükürmek için yeterince sebebimizin olduğunun farkındayızdır. Tükürebilmeliyiz, tükürebilmeliyiz ki tükürüklerimiz bizi boğmasın. Hem bu iktidar mekanizmasına karşı “fışkıran tükürüklerimiz, elmas broşlarımızdır” der Yoldaş Solange. Ne güzel demiş.
Ama böyle de olmaz ki, “Mutfaktan gelen her şeyde tükürük var, her şeyde! Tükürük istemiyorum dedim size, içinizde kalsın tükürükleriniz, orada çürüsünler.” Hanımefendi bizi çürütmeye niyetli. Dikkatli olmalı Claire’cim Hanımefendi’ne karşı şefkat nöbetine tutulduğunda çürüyebilirsin diye uyarıyor J. Genet seni ve tabii bizi de, benden söylemesi. Yoldaş Solange durur mu? Belli ki her yere tükürmüş. Hanımefendi çıldırdı. Ne de olsa tükürük temiz ve hijyenik egemen dünyasını kirleten Hizmetçi pisliğidir.
“Bu dünya, en iğrenç suçun onanması, hatta benim gözümde aklanması ise, en aşırı küçülmenin de göstergesi olacaktır” (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 12 ) diye eklemek istedi J. Genet. Tabii kendisi bir küfür gibi tükürürken sözcüklerini, meydan okuyor düşman gördüğü topluma ve düzene. Ama zaten tükürük kelimesinin kökeni bir çiçeğe dayanır. “Glavyo”, yani balgam (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 21 ). Glayölleri sever Genet. Prova günlüklerimizi okuyorsanız bilirsiniz. O halde hep birlikte tükürüyoruz, hazır mısınız? 1, 2, 3 Puuuuuuuuuuuuuuu! Yanlış anlaşılmak istemeyiz, Hanımefendi güzel görünsünler istiyoruz sadece.
Claire, Solange kurtuluşa kadar savange!
12.11.2024
“Zenginleri ye”
“Mangez les riches”
Para
Sizi yönetiriz Sizi yönetiriz
Sizi kandırırız Sizi kandırırız Sizi kandırırız
Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz
Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz
Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız
Pasta yemeyi sever misiniz? Neli pasta seversiniz? Ben çok severim pasta yemeyi, her türlü pastayı da yerim. Nereden başlasam acaba yemeye? Üstümüzdeki tüm katlar çok lezetli görünüyor. Tırnaklarımızı iyice bileyelim, nefret gözümüzü karartsın. Çünkü artık hizmetçi olmayacağımız anın yaklaştığını hissediyorum. İntikamımızı alacağız. “Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın. Nefretimi cennetin kapısında bırakmaktansa peşinizden cehennemin dibine gelmeyi tercih ederim.” Uuuuuuuuuuuf, Solange oldukça hınçlı. Ama bir türlü onun, o boynunu sıkamıyor işte. Sı-ka-mı-yor!
Hanımefendinin şefkatinden kurtarman lazım Claire’i, yoksa ona yenilecek ve Hanımefendi onu yiyecek. Başımıza yeniden yeniden Hanımefendi’yi üretiyor bu Claire. Bu gidişle Hanımefendi olacak. Olabilir mi ki? Ne olursa olsun, Hanımefendi gerekirse ölmeli.
Ne var? Niye ayıplayıp, yargılıyorsunuz bizi? “İyi olmakta, güler yüzlü olmakta, şefkatli olmakta ne var? Kolay. İnsan güzel olmaya, zengin olmayagörsün! Peki ya hizmetçiysen? İyi olmak o zaman meseledir işte!” Haklısın Solange’cım. Yani sizi bilmem ama ben hak verdim Hizmetçi kardeşimize. Hem J. Genet de “Kötülüğü o şekilde yaşayacaksınız ki iyiliği simgeleyen toplumsal güçler sizi ele geçiremesin” der. Sahi iyilik demişken kötülük ne ki? “Kötülük: Bütün kurallara karşıt bir yazgının peşinden gitmeye yönelik bu iradeyi, bu küstahlığı yalnızca biz anlarız(Jean Genet / Edmund White, sf 411). Yani bir irade mi bu? Bir küstahlık mı?
Ne oldu? Kızdınız mı? Sinirlendiniz mi? Ya da İncindiniz mi bize? Ne de olsa “Genet’i yakından tanımak, kimsenin yara bere almadan çıkamayacağı bir mecradır.” demiş Juan Goytisolo.
O halde acının sefilliğini suçunun ihtişamıyla telafi etme zamanı Solange. Sonra da çakarsın kibriti. Bu ritüel için bir kurban verilecek… Ama hayal mi gerçek mi bilemiyoruz tabii. Bunun için prömiyeri beklemek lazım. Bekleyeceğiz artık… Siz de boş durmayın! Ihlamurları kaynatın, gardenalleri hazırlayın.
Çalışın, çalışın, çalışın…
Hınçla kalın!
13.11.2024
“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”
“Il n’y a pas de salut seul, tous ensemble ou aucun de nous”
Duyuyorum bize güldüğünüzü. Nutuk çekiyorum diye gülmeyin sakın. Biz provamızın yedinci gününde korkularımızla, oyunlarımızla ve egemenlere olan kinimizle sarmalandık, onlara karıştık. En az bir çocuk oyunu kadar ciddiyiz. Biçimleniyoruz. Sınıfsal öfkeyi biçimlendiriyoruz. Ne de olsa Jean Genet’in edebiyatla işi yok. Onun istediği tanıklık, teşhir. Öyle değil mi Solange? Siz ne durumdasınız? Var mı sizi biçimlendiren bir evcilik oyunu, bir ritüel, bir ayin ya da bir tören? Ahhh tören… Ne güzel kelime “tören”. Bizi katılmak zorunda bıraktıkları törenlerden bahsetmiyorum ama. J. Genet’in bize sunduğu gibi düzene karşı bir tören. Bir özgürleşme, özgürleştirme ayini.
İşte bir cevap geldi bile; provamızdan bir şamanın sesi bu. Kendi kendine geceleri yaptığı töreni anlatıyor bize. “Çocukken, kimse evde yokken akşam üstü kafama sardığım bornoz ve yaptığım kostümlerle balkona çıkar sokaktaki çocukları selamlardım. Onlara bilmediğim Alman dilinde konuşur bir şeyler uydururdum. Tanıyamazlardı beni akşamın karanlığından, kim olduğumu çıkaramazdı mahalledeki çocuklar.” Ben de size bir sır vereyim öyleyse. Aynı töreni ben de yapardım fakat bornozla değil fötr şapkayla. Ne çok severdim o fötr şapkayı ve bana kazandırdığı kimliği giymeyi. Sence de öyle değil mi Claire? Hanımefendiliği giymeyi seviyorsun değil mi?
Şaman demişken, derdimizi iyileştirecek, bizim yerimize bu derdi giyecek şamanlarımızı bir tanıyalım. Hanımefendi rolünde Düzgün Dilan, Claire rolünde Sütçü Yılmaz ve Solange rolünde Fırtına Kerem.
Fakat siz bana inanmayın, Solange ve Claire gibi rolleri de akışkan. Ama şuna eminiz bu töreni gerçekleştirmeye Claire daha istekli.
Eşitlenme isteği ile eşitliği bozanın yerine geçip bu derdi bizim için eyleyecekler. Eylemin sahibi olabilecekler mi hep birlikte göreceğiz. Bize ne olacak peki? Hizmetçi kardeşlerin bu ayini ile sınıfsal eşiği atlamaya hazır hale gelecek miyiz? Ya da köleliğimizin ontolojik yapısını anlayabilecek miyiz? Sınıfsal olanı kavramanın eşiğine gelelim hiç olmazsa. Biraz da zehirlenelim, iyi gelir.
Pan zehirleri hazırlayın ve hınçla kalın.
14.11.2024
“Zengin daha da zenginleşir, yoksul daha da yoksullaşır.”
“Les riches s’enrichissent, les pauvres s’appauvrissent.”
Mülksüzlerin çatı katı Moda Sahnesi’nden, aşağılanmışlıklar içinde yaşadığımız bu ülkeden herkese selam. Sık sık Moda Sahnesi banklarında da görebilirsiniz mülksüz dostlarımızı, Hizmetçi kardeşlerimizi. Bazen orda uyurlar, bazen çay içerler, oyun oynarlar, şarkı söylerler bazen de sohbet muhabbet… Peki siz nasılsınız bugünlerde? Hizmetçi kardeşlerimiz nasıl? Onlara ne olacak, bu oyunu sürdürebilecekler mi? Akşam olunca zindan yataklarına mı dönecekler yoksa? Orasını hep birlikte göreceğiz. Ama bu çatı katında yaşamaktan belleri büküldü, bitlendiler, koktular.
“Ben severdim tavan arasındaki odamızı.”
“Yumuşama Claire! Sırf bana karşı çıkmak için seviyorsun. Ben nefret ediyorum ya. Olduğu gibi görüyorum ben o odayı, iğrenç, tamtakır. Hanımefendi’nin tabiriyle sefil. Layığımız da bu gerçi! Bitli yaratıklar değil miyiz!”
Hanımefendi neden onlar için gerekli önlemleri almıyor. Neden almazlar ki Hanımefendiler bizim için gerekli önlemleri? Hem bitimizden, kokumuzdan rahatsız oluyor hem de bizi mahrum bırakıyor güzel kokmaktan, temiz olmaktan. Hanımefendi’nin canı buna pek bir sıkkın. Bizim olmadığımız bir düzende yaşamadığı için heralde… Hanımefendi’ye göre de pis bir hayvan gibi kokuyoruz.
“O, o bizi seviyor. O iyidir. Hanımefendi iyidir! O bize bayılıyor.”
“Koltuklarını nasıl seviyorsa öyle seviyor bizi. Bizden çok seviyor onları! Bizi helasının pembe fayanslarını nasıl seviyorsa öyle seviyor. Klozetini. Bizse birbirimizi bile sevemiyoruz. Pislik pisliği sevmez.”
Yoldaş Solange uzun zamandır bu oyunu herkese ifşa etmek istiyor, damlara çıkıp gerçeği haykırmak istiyor. “Gönlünüzce seçtiğiniz parfümlerden, pudralardan, ojelerden, ipeklerden, kadifelerden, dantellerden beni mahrum edebileceğinizi mi sandınız? Sütçüyü elimden alabileceğinizi mi sandınız?” demek istiyor. Lafı döndürdün dolaştırdın, getirdin yine Sütçü’ye Solange. Nedir yani bu Sütçü Mario, Aziz midir? Yoksa sevdin mi sen bu Mario’yu? Aşık mısın yoksa?
Bakalım siz sevecek misiniz Hizmetçi kardeşlerimizi? Bu suça ortak olacak cesaretiniz var mı? İktidar sistemlerini yıpratıcı şekilde sorgulayıp altüst edecek misiniz bizimle? Bu oyunu, bizi, ifşamızı sevecek misiniz? “Bir şeyi yaparsan, inandığın içindir, kendini iyi göstermek için değil; ister iyilik yap ister kötülük, ama yaptıkların karşılığında hiçbir şey bekleme, görüyorsun, bana karşı nazik olan insanlarla aram iyi değil, ama en azından başkaları gibi değilim… ” diye nasihat ettiği için J. Genet pek de önemli değil sevip sevmemeniz.
Minik bir ara verelim bu törene, haftaya kaldığımız yerden devam edelim oynamaya. Hınçla kalın çatı katınızda!
18.11.2024
“Zafer direnen Hizmetçinin olacak”
“La victoire sera pour le serviteur qui résistera.”
3 günlük bir aradan sonra 3.haftamıza hızlı bir giriş yaptık. provaya başlamadan önce bu hızın kapitalizm sayesinde bizi nasıl kargo paketlerine dönüştürdüğünü konuştuk. Güne ısınma egzersizi ile başlamak için Büyük Salonda toplandık. Bugün ve haftanın kalanında eksiğiz. Herkes burada değil anlayacağınız. Hanımefendi’miz bir süre bizimle olmayacak. Beyefendi Fransa’dan kaçarken Hanımefendi’miz de beyaz elbisesini giymiş eşlik ediyor, birlikte sürgünleri götüren gemi Lamartinière’e binip Şeytan Adası’na Guyana’ya gidiyorlar. Bunun bizim fantazimiz olması da mümkün tabii. Acaba Hizmetçi kardeşlerimiz Hanımefendi’nin yokluğunda kaç kere tekrar edecekler bu ayini? Ve ısınıyoruz. Hem bedeni hem de hayal gücümüzü yani imgelemimizi ısıtıyoruz. Gündelik hayatımızı sahnenin dışında bırakıyoruz. Enerji çemberi, staccato-legato, yürü-don-ayna, enerji merkezleri ve balla dolu enerji merkezleri. Bunu bal yaptığımız her seferinde canım bal çekiyor ve bir dakika, bir ses duydum galiba. Evet evet küçük insan sesi bu. “Burası ne? Kim bunlar? Orası ne? Ne yapıyorlar? Neden yapıyorlar? Bu ne? O ne? Şimdi ne oluyor? Ben de yapacağım. Sen ne yapıyorsun? Neden yapıyorsun?” derken yorulmadan usanmadan merakla sordu da sordu küçük insan. “Biz her şeyi sormayı nerede unuttuk?” Claire ve Solange nerede unuttu? Görünen o ki törenleri onlara yeniden hatırlatıyor bu soruları. Isındık ve Hanımefendi’nin yokluğunda Hizmetçi kardeşlerimiz onlara ait olmayan bu mekanda onlara ait olmayan bu Şeylerle başladılar mülkiyeti ele geçirme oyununa.
“Vermem gereken karşılığı yüzünüzden okuyorum ve sonuna kadar gideceğim.” Dünyanın bütün Hizmetçi kardeşleri işi durdurun ve kafanızı kaldırıp Hanımefendi’lerin suratına bakın, bakın ki vermeniz gereken karşılığı bilin diyor yani Yoldaş Solange.
Bir insan tekinin böyle düşünüyor olması da devrimi hazırlar mı? Bu arada Can Yücel’i de anıyoruz. Hikaye bize kalsın, nasıl andığımızı bir Can Yücel bilir bir de Can Yücel bilir.
“Sizin çiçekleriniz var, benim musluğum. Ben hizmetçiyim. Ama en azından beni daha fazla kirletemezsiniz. Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın.”
Peki ya tutku ve nefret aynı şey mi?
Ve hamle…
Çürümemek için bol tükürüklü bir hafta geçirmeniz umuduyla,
Hınçla kalın!
19.11.2024
“ Suçun başladığı yer yoksulluktur.”
“C’est dans la pauvreté que naît le crime.”
Büyük salondan, Jean Genet’in tekinsiz ve zemini kaygan dünyasına adım atabilmek için uyanacağımız bu alandan herkese günaydın. Dün de bahsettiğimiz gibi Hanımefendi’miz Lamartinière’inde güverte sallandıkça sallanıyordur şimdi. Biz de onun yokluğunda bu kaygan zeminde sallanalım da ısınalım. Başlamadan önce birkaç anı dinliyoruz. Şamanlarımızdan biri bizimle şunu paylaşıyor; “Babam gençken kamusal bir alana yazılama yapmaya çıkar ve “Zam zam zam, bunun sonu ne zaman” diye yazdığı sırada yakalanır, ceza alır. Hala bu yüzden yurt dışına çıkış yasağı var.” Sevgili şaman, baban büyük tehlike yaratmış olmalı Hanımefendiler için. Görünen o ki, yurt dışındaki Hanımefendiler bugün bile korunmak zorunda babandan ve Hizmetçi kardeşlerimizden.
“Hizmetçi varsa, ben var olduğum için var. Çığlıklarım var olduğu için, hareketlerim var olduğu için. Benim sayemde varsın ama kalkmış benimle alay ediyorsun! Bir bilsen Hanımefendi olmanın, şımarıklıklarınızın bahanesi olmanın ne kadar zor olduğunu, Claire! Senin varlığına son vermek benim için çocuk oyuncağı. Ama ben iyiyim ve güzelim ve sana meydan okuyorum. Sevgilimin bedbahtlığı, çaresizliğim, güzelliğime güzellik katıyor!”
“Artık yeter!”
Suç nedir, nerede ve nasıl başlar? Neyin suç, kimin suçlu olduğuna, cezasının ne olacağına kimler, nasıl karar verir? Suç demişken 7 aylık bir bebekken yetimhaneye bırakılmış ve orada büyümüş, küçük yaşta suç dünyasıyla tanışmış -Stephen Barber’in tabiriyle- Piç Genet’ten suçlu velete dönüşen yazarımızı anmadan geçmeyelim. Yaşamının büyük kısmını ıslahevlerinde ve hapishanelerde geçirmiş, pek çok farklı suç deneyimi hatta entelektüel çevresinin engel olduğu ömür boyu hapis cezası almasına sebep olan hırsızlık suçu bile bulunmaktadır yazarımızın.
Hırsızlık nedir? Hırsız kimdir? Neden hırsızlık yapar?
“Hırsız mı? Ben mi?” Hayır, Yoldaş Solange sana sormuyorum J. Genet’e ve okurlarımıza sordum bir sakıncası yoksa. İşte J. Genet’ten bir cevap; “Çalmaya başladımsa bunun nedeni aç oluşumdu.” “Ben hiçbir zaman bir insanı soymadım, bir işlevi soydum. İşlev de umrumda değil.”(Açık Düşman / Jean Genet, sf 12, 25)
Medya büyük hırsızları tanrılaştırırken, Hanımefendilerin suçlarıyla bizi büyülerken Hizmetçilerin hırsızlığı nedir? Hizmetçilerin işlediği suç nedir? Hanımefendiler parasını ödediği kamusal alanlara, reklam panolarına istediğini yazarken ceza alacağı bir suç işlemiş olmaz tabii.
“Sesini alçalt, yalvarırım. Hanımefendi’nin… iyiliğinden bahset. O ‘cevherlerim der!” Bak doğru dedin Claire, dünyanın bütün Hizmetçileri, Hanımefendilerinin cevherleridir. Biz olmasak ne yapar bu Hanımefendiler?
Şimdi o cevherlerden mahrum bırakma zamanı!
1 günlük bir ara verip Perşembe günü kaldığımız yerden bu protesto ayinine devam ediyoruz.
Bol tükürüklü günler.
21.11.2024 – Prova Günlüğü
“Güç halka aittir”
“Le pouvoir appartient au peuple”
Çatı katımız Moda Sahnesi’nde bir günlük aradan sonra tekrar bir aradayız. Bu lodoslu ve lodosun getirdiği yağmurlu günde, Aziz Mario’ya dua edelim de uçurmasın çatımızı tepemizden. Birlikte tükürmeye, hınçlanmaya hatta ateşe verip ısınmaya da devam tabii.
“Bunca zamandır birbirimizi tanıyoruz, benim hava durumu ile ilgilenmediğimi anlamadınız mı hala? Gökyüzüyle, yağmurla, güneşle, güzel havayla, sıcakla soğukla işim olmaz… Bir bu eksikti, hava durumunu tartışacağız!”
Hava durumundan bahsetme ihtiyatsızlığında bulunduk, J. Genet’yi kızdırmayı başardık yine. Tamamdır, anlaşıldı. Bunu konuşmuyoruz. Müstehcen gölgesi de her yerde zaten, temkinli olmakta fayda var. Bugün dikildi tepemize gölgesi, saldı üzerimize kışkırtıcı imgesini. Sütçü’ye dua edersek böyle olur tabii.
Ne diyorduk? Ateşe vermeye devam ediyorduk. Evet, yanlış duymadınız gerekirse ateşe vereceğiz ortalığı. Hem rüzgar da bizden yana.
“Sakin ol, Solange. Yangın çıkmayabilir. Senin yaptığın anlaşılır. Kundakçılığın cezasını biliyorsun.”
“Her şeyi biliyorum. Gözümle kulağım sürekli anahtar deliğinde. Hiçbir hizmetçinin dinlemediği kadar kapı dinledim. Her şeyi biliyorum. Kundakçı! Kulağa ne hoş gelen bir unvan.”
Pek bir sevdin bu kundakçılığı Yoldaş Solange. “Les Pétroleuses” adı verilen kadın kundakçıları mı duydun yoksa sen? Ya da Genet’in “Sertliğin bir amacı yoktur, şiddetin ise bir amacı vardır.” dediğini mi duydun? Kesin 1871 Paris Komünü sırasında Les Pétroleuses’ün işgal altındaki Paris’te, burjuva mülkleri ve stratejik noktaları yaktığını okumuşsundur dedektif dergilerinde.
Peki terörizm nedir?
“Terörizm kurumların içinde var, örneğin bize, seçme şansı bırakmadan, herhangi bir eylemi, herhangi bir insanı belirtmek için bir söz dağarı dayatan kurumlaşmış bütün hareketlerin içinde var. Düşünüyorum da, ben sekiz yaşındayken, bana “Alman, işte düşman!” dendiğinde beni terörize ediyorlardı. Terörizm, terör tohumları eken şeydir. Gerçek terörizm, devrimcileri silaha sarılmaya yönelten derin nedenlerin üstünü örten şeydir.” (Jean Genet: Yüce Yalancı / Tahar Ben Jelloun, sf 124)
Yani amaç araçları haklı mı kılar? Hangi durumda?
O halde çaktığımız, çakacağımız kibritle yarın yakmaya devam Solange’cım, ısınırız. Ihlamuru da kaynatmayı unutmayalım. Bu soğuk havalarda iyi gider.
22.11.2024
“Kahrolsun Hanımefendi, yaşasın Hizmetçiler!”
“A bas Madame, vive les Bonnes!”
Prova haftamızın son gününde evde denenmesi tehlikeli olabilecek Kemal Zinder egzersizleri ile ısındık. Merak edenler için kısa bir reçete vereyim; enerji merkezi alt karın, tüm odak orada ve içi Ahmet Kaya ile dolu hareket ediyoruz. Bir süre sonra bir başka egzersiz için sıfır noktasına gelip merkezimizi kalbe alıyoruz ve içi Sezen Aksu ile doluyken hareket ediyoruz. Evde tek başınızayken denemeyiniz. Çok isterseniz yanınızda sadece gerçekten güvenebileceğiniz ve ne denediğiniz, ne yaptığınız konusunda hiçbir fikri olmayan, olmayacak biri olsun. Ve çok istekli iseniz bir uyarı daha; enerji merkeziniz bu imgelerle dolu, taklit yok. Üzerimizdeki etkisini araştırıyoruz. Provanın en zorlayıcı kısmı da kafamızın içinin çikolata ile dolu olduğunu hayal ettiğimiz andı benim için. Enerji merkezim kafam ve içi çikolata ile dolu… Arzu merkezimi devreden çıkarmak hiç kolay olmadı! Teşekkürler Kemal Zinder.
Biraz da Hanımefendi’nin ve Şeylerinin hizmetçi kardeşlerimiz üzerindeki etkisine bakıyoruz. Bu Şeyler onlara ait değil ve konuşacaklar. Hizmetçi kardeşlerimizi eleverip, suçlayacaklar. Omuzlarına dokunmuş perdeler, yüzlerine bakmış aynalar, deliliklerine aşina ışık… Işık her şeyi itiraf edecek. Neden bu Şeylere hakim değiliz? Biz neye hakimiz? Neyiz biz Hanımefendilerin evinde? Niye bizi ele verir bu Şeyler? Sherlock gibi düşecek peşimize Hanımefendi. Ahh… Oyun artık tehlikeli! Fantaziden gerçeğin kabusuna mı dönüyoruz yoksa?
“Hayallerimiz er geç suçüstü yakalanır.” Sağol, Tahar. Bir tekme de sen vur…
“Ne cüretle salıverirler! Küstahlık bu yargıçların yaptığı, adaletle alay etmek! Aşağılıyorlar bizi!”
Üçüncü haftamızda da anladık ki Genet basit biri değil, çelişik ve ikili bir dokusu var. Öngörülemez bir insan, hatta yalancı diyenler var. Gülmek için, muhatabının kafasını karıştırmak için yalan söyler. Kurumları da, konforlu düşünceyi de sevmez. İnsanları provoke eder ve onları kendilerini sorgulamaya yöneltir diyen de var. Bay Tahar der ki “O böyleydi: Kolay anlaşılmayan, sınıflandırılması güç, ideolojik bir hatta tutması imkansız biri. Uzlaşma duygusu hiç yoktu; aşk hariç..” Biz onu çok iyi anladık bay Tahar. Ya da öyle sanıyoruz. “Hanımefendilerle ve onların Şeyleri ile uzlaşamazsınız, onun alanında onun araçlarıyla devrim yapamazsınız” dediğine eminiz ama. Bu prova haftasını da doldurduk, törenimize kısa bir ara veriyoruz. 20. yüzyıl Fransız edebiyatının asi çocuğu ve bunca insanı rahatsız etmiş -bay Tahar‘ın deyimiyle- provokatör militan Jean Genet, Hanımefendi’miz döndüğünde de provokasyonu nasıl devam ettirecek hep birlikte göreceğiz haftaya.
Tükürüklerimize zeval gelmesin, hınçla kalın!
Ah, ça ira, ça ira, ça ira!
25.11.2024
“Tanrı yok, Hanımefendi yok”
“Il n’y a pas de Dieu, il n’y a pas de Madame”
GÜNAYDIN. 4. haftamızdan herkese günaydın! Dilerim ki gün aymıştır, Hizmetçi sınıfı için de. Ya da ayacaktır en kısa süre içinde. Hanımefendimize rağmen aymıyorsak hala, vay halimize… Hanımefendimiz gittiği Şeytan Adası seyahatinden döndü, XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odasında süzülüyor şimdi. Hanımefendi’yi odaya bırakalım orada süzülsün biraz, belki egemenliği zayıflar. Biz Hanımefendi rolünü bizim için giyen şamanımız Düzgün Dilan’a dönelim. Kendisini çok özlemişiz, onu yeniden gördüğümüz için oldukça mutluyuz. Bizim için aldığı lezzetli eklerleri yerken de mutluyuz. Ve yokluğunda çalıştığımız sahneleri gösterecek olmanın heyecanı ile doluyuz. Tüm gün neşe içinde ona ne kadar çalıştığımızı, neleri keşfettiğimizi gösterdik durduk. Şimdi sahneye hanımefendimizi çağırmaya hazırız. Mangalda kül bırakmayan Hizmetçi kardeşlerimiz bakalım şimdi nasıllar Hanımefendileri karşısında. Ne o Yoldaş Solange? “Hanımefendi bağışlasınlar, Hanımefendi’nin “ihlemürünü” hazırlıyordum.” derken Claire ile pek bir eğleniyordun. Ne bu haller şimdi, Hanımefendi’nin karşısında ezilip büzülmeler? Anlayamadık. Bir kuple hatırlatayım sana. “Kız kardeşini vücuda getirenlere şahit olacaksın. Malzemesini tanıyacaksın. Bir hizmetçinin nasıl yaratıldığını öğreneceksin” demiştin bize ve Claire. Claire sana “Cenneti düşün” demişti, “Ötesini düşün” demişti. “Ötesi yok” derken pek bir asiydin. Ne bu haller Yoldaş Solange! Bir dakika, ben doğru mu duyuyorum? Hanımefendimiz “Ben de zorla girerdim içeri. Gözüm hiçbir şeyi görmezdi ki Solange, hiçbir hileye başvurmaktan çekinmezdim.” mi dedi? Vay vay vay! Şu Hanımefendiler kadar inansak kendimize, neler yaparız neler. Değil mi Yoldaş Solange?
Sahi Fransız Devrimini kimler yaptı? Ne için yaptılar? Sonuçta kimin işine yaradı bu devrim?
Siz cevapları düşünüp durun, biz de yarınki provayı bekleyeduralım.
“Yen zalim zenginleri, vazgeçme özgürlüğünden” demiş bir Özbek şarkısı.
Ne hıncımızdan, ne de tükürüklerimizden vazgeçeriz. Hınçla kalın!
26.11.2024
“Hanımefendi’ye geçit yok”
“Il n’y a pas de passage pour la Madame”
Merhaba çatı katımızın mülksüz sakinleri, merhaba hınçla biçimlenen Hizmetçiler. Nasılsınız bugün ve bir süredir bizimle nasılsınız? Ezber bozan Jean Genet’yi ve “Hizmetçiler” ‘ini tanımak nasıl gidiyor sizin için? Biz iyiyiz, güzeliz ve Hanımefendi’ye meydan okuyoruz. Darısı cülemizin başına… Hep birlikte ısınmaya gidiyoruz. Geçen sefer ipucu verdiğim egzersizlerimizi deneyen meraklı cesurlar varmış aranızda, o halde bugün egzersizlere metinden replik ekliyoruz. Enerji merkezini önce alt karına alıyoruz ve orayı Che ile dolduruyoruz. Bu merkez ve imge ile hareket ediyoruz bakalım replikleri nasıl duyacağız sizden. İkinci egzersiz olarak enerji merkezimizi kalbe alıp Muazzez Abacı ile dolduruyoruz. Konu Che’den Muazzez Abacı’ya nasıl geldi diye sormayın Kemal Zinder yaratıcılığı diyelim, deneyelim. Biz ısındık provaya geçiyoruz. Siz denemeye devam edin, hınçlı ve meraklı cesurlar…
Hanımefendi’miz döndü demiştik, nasıl olduğunu merak ediyorsanız Claire’e soralım.
“Hanımefendi iyidir! Hanımefendi güzeldir! Hanımefendi şefkatlidir! Her pazar kendi küvetinde banyo yapmamıza izin verir. Bazen şeker verir. Bizi solmuş çiçeklere boğar. Hanımefendi bitki çaylarımızı hazırlar. Hanımefendi Beyefendi’den bahsedip bizi kıskandırır. Çünkü Hanımefendi iyidir! Hanımefendi güzeldir! Hanımefendi şefkatlidir.”
Claire’cim zor bir gün geçiyorsun sanırım. Sen de haklısın Hanımefendi döndü dedik, heyecanlandık ama geldiğinden beri de hiçbir şeyi beğenmiyor. Emek verdiğiniz hiçbir şeyden memnun kalmıyor. Varsa yoksa kendi kendi kendi…Bir de üstelik dedektif polis gibi düştü bizi ele veren Şeylerinin peşine. Hıncını kaybetme, Hanımefendi’nin ıhlamurunu hazır et derim.
Hınç demişken bir süredir Jean Genet’in hıncından, Hizmetçi kardeşlerimizin hıncından bahsediyorum size. Peki nedir bu hınç? Ne zaman ortaya çıkar? Hınç “normal” midir?
Nietzsche’nin bu kavramı köle-efendi ilişkisi bağlamında ele aldığını söyleyen bir ses duyuyorum cevaben. “Hınç, kölelerin efendilere karşı duyduğu bir tepki olarak ortaya çıkar; köle, kendi duygularını ifade edemediği için hınç biriktirir ve bu durum zamanla intikam alma arzusuna dönüşebilir. Hınç, bireylerin toplumsal ve bireysel düzeyde yaşadığı baskılar, engellemeler ve adaletsizlikler sonucunda gelişir.” Diye de devam ediyor Nietzsche adına. Kanıtlamayı da çürütmeyi de Hizmetçi kardeşlerimize bırakıyorum.
Peki sizce hınç bir duygu mudur yoksa bir düşünce üzerine tavır alış mıdır?
Cevabınız nedir bilmem ama hıncımız bir zafere dönüşmeli, Hizmetçilerin zaferine…
Hakkınızı alın Hizmetçiler, yaşama zamanı!
27.11.2024
“Hey Hizmetçiler! Aynaları kırın, düzeni yıkın!”
“Hein les Bonnes! Brisez les miroirs, détruisez l’ordre!”
J. Genet’nin aynalı salonu Büyük Salon’umuzda ısınmak için ve biraz da yansımanın derinliğini keşfetmek için toplandık. Düş kurmaya, hatta düş içinde düş kurmaya devam ediyoruz. Her şey enerji merkezimizden çıkıveriyor. Şimdi hazır mısınız bizimle ayna oyunu oynamaya? O halde yürüyelim, donalım ve ilk göz göze geldiğimizle eşleşip yansıma oyununa başlayalım. Cesaret isteyen bir oyun bu, karşındakiyle bütün olmak, tek vücut olmak… Onda erimek ve kaybolmak. “Bir başkasını kendimizi dinler gibi dinlersek devrim olur.” demişti Kemal Zinder. Sizce? Ve devam ediyoruz yönetenin ve eşlikçinin belli olmadığı özgür ayna olabilmeyi deniyoruz. Zor ama keyifli, değil mi?
Yatak odalarımızdaki gibi bir aynaya baktığımızda kendimizi nasıl bir gerçeklikte görüyoruz? Bizi nasıl yansıtıyor, bu yansımayı biz nasıl algılıyoruz? Ya da bir başkasında, ötekinde yansımamızı gördüğümüzde ne hissediyoruz, ne düşünüyoruz? Her seferinde öteki olmayı göze alarak, ötekinde gördüğümüz yansımamızla ve ötekinin bizdeki yansımasıyla bu oyunu sürdürebilir miyiz peki? Bize ne olur? XV. Louis tarzı mobilyalarla dolu bir odadaki aynada yansımalarına bakan Claire ve Solange’a ne oluyor? Seviyorlar mı birbirlerini yoksa nefret mi ediyorlar?
“ Doğru, çok sevmektir. Ama bana kendimi gösteren, suretimi pis bir koku gibi yüzüme geri savuran bu korkunç aynadan bıktım. Sen benim pis kokumsun.” Anlayamadık Claire’cim. Solange cevaplasın bir de, anlarız belki.
“Ben de tahammül edemiyorum artık. Benzerliğimize tahammül edemiyorum, ellerime, siyah çoraplarıma, saçlarıma tahammül edemiyorum. Hiçbiri için seni suçlamıyorum, küçük kardeşim benim.”
Görünen o ki başkaları da anlayamamış ki bir eleştirmen hizmetçilerin “böyle konuşmadıklarını” söylemiş. J. Genet durur mu? “Böyle konuşurlar, ama sadece benimle, gece yarısı. Kulağınızı kalplerine dayarsanız aşağı yukarı bunları duyarsınız. Dile getirilmemiş olanı duymayı bilmek gerekir.” demiş Genet (Açık Düşman / Jean Genet, sf 24.) Tıpkı ötekiyle bütün olmak, onda erimek gibi…
iki ayrı karakter olmalarına rağmen Hizmetçi kardeşlerimiz tek bir hayatın içine sıkışmış gibiler, Hanımefendi ve sınıflar arası kötülüğünü yansıtıyorlar habire bize. Yansımalarla kurulan bu düş, boş yere çaba harcayan toplum dışı kişilerin düşü mü? Ve dış dünyaya ulaşabilecek mi Hizmetçi kardeşlerimiz? Yansımaların çıkışsızlığında birbirlerini mi boğacaklar, yoksa aynaları parçalayıp düşmanın düzenini alaşağı mı edecekler? Biz de boğulduk hani… Bir devrimci eylem gerekli! 1 günlük ara verip ve Cuma günü kaldığımız yerden devam ediyoruz yansımaya.
Gardenalleri hazırlayın, hınçla kalın!
29.11.2024
“Hanımefendi’ye kanma, isyanından cayma!”
“Ne vous laissez pas berner par la Madame, n’abandonnez pas votre rébellion!”
Bugün provamız kısa süreceği için Hizmetçi kardeşlerin çatı katını yutmuş, iktidarın ve Hanımefendi’mizin güç gösterdiği bu büyük burjuva evde hemen başladık sahnelerimizi çalışmaya. Elinde tatlısıyla Lady Macbeth, W. Shakespeare’in düşsel devriminden çıkıp J. Genet’in düşsel devrimini izlemeye geldiği için provamıza pek bir heyecanlıyız da. Ve her yeri doldurduk glayöller ve mimozalarla. Hepsi pespembe üstelik. Hanımefendi beğendi mi diye sormayın, yasa girmiş büyük bir dönüşüm içerisindeymiş. Sanki Beyefendi’yi darağacına gönderecekler… Hanımefendi’miz yası için yepyeni, daha güzel tuvaletler diktirecekmiş, biz de eskilerini giyerek ona yardım edecekmişiz. Belki onları bize bağışladığı için Tanrı da Beyefendi’yi bağışlarmış. İyilik yapmaktan başka şey düşünmeyen Hanımefendi’mizi kim cezalandırmak isteyecek kadar kötü kalpli olabilir? Kim? Kim? Kim?
“Elbiselerim sizindir. Hepsini size veriyorum.” “Size elbise veren birileri olduğu için şanslısınız. Ben istesem satın almam gerekir.” “Teşekkür etmeyin. Etrafındakileri sevindirmek öyle büyük haz veriyor ki insana.” Ahhhh Hanımefendimiz, iyi kalpli efendimiz…
Efendimiz bize elbiselerini niye veriyor ki Yoldaş Solange?
“F. Nietzsche, armağan vermenin, egemenin güç gösterisi ya da aldatmaca olabileceğini belirtir. Yani, güçlü olan kişinin zayıfa lütuflarda bulunması, aslında bir güç ilişkisi kurabilir. Armağan verme eylemi, kölelik ilişkisi içindeki sadakat ve minnet duygularını artırabilir. Bu durum, kölenin itaatkarlığını artırabilir ve isyan etmeye yönelik motivasyonunu azaltabilir. Efendi, kölesine armağan vererek ona merhamet gösterdiğini düşünebilir; ancak bu, çoğunlukla iktidar ve kontrolün sürdürülmesi amacı taşır. Dolayısıyla, armağan verme, karşılıklı bir iyilik değil, güç ilişkilerini pekiştiren bir davranış halini alır.”
Sen neler de biliyorsun öyle Solange’cım. Hanımefendi’den daha çok okuduğun kesin. Nietzsche mitsçe falan… Peki bu durum hizmetçileri nasıl etkiler Solange’cım?
“Bu durum, hizmetçinin kendi öz değerini sorgulamasına neden olabilir. Armağanlar, hizmetçinin efendiye karşı olan bağlılığını artırsa da, aynı zamanda kendi özgürlüğü ve varlığı üzerindeki etkilerini sorgulamasına da yol açabilir.” derken Solange’ın içi sıkıldı, bunaldı.
Solange gibi Lady Macbeth’imizin de içi sıkıldı Hanımefendi’den, bu oyunda da gidip kendini bir yerden atmadan 2 günlük bir ara verip dördüncü prova haftamızı kapatalım burada. Son bir hatırlatma; 2 Aralık’ta biletlerinizi almayı unutmayın, hınçla kalın!
2.12.2024
“Sizin Şeyleriniz varsa, bizim de Şeytan(ıyan)larımız var!”
Bol yağmurlu bir günde beşinci prova haftamıza başlarken bolca sulandı Hizmetçi kardeşlerimizin hınçlarına ektikleri mimozalar, glayöller. Hava durumu yine bizden yana anlayacağınız. Hınç çiçekleri yeşere dursun, biz ısınalım aynalarla, oyunlarla. “Bu oyunun adı ne?” oynarken bir anda sincap ve maymun beliriverdi aramızda. Isınırken avlandığımız ormandan çıkagelmiş olmalılar. Ve daldık Genet’in yaşayan mezarlığına. Mezar diyince tabii Hanımefendi gelir akla. Son mezar kazıcı… Yalnız kim kimin mezarını kazacak göreceğiz! Ne de olsa “Hizmetçiler sermayenin mezar kazıcılarıdır.” demiş Aksakallı Dede. Nerede kalmıştık? Hanımefendi diyorduk, Hanımefendi’miz kostümünü denedi bugün. Pek yakıştı doğrusu. Nasıl olduğunu söyleyemem ama ufak bir ipucu verebilirim. Hanımefendi’mizin Beyefendi’mizin seviyesine yükselmesi gerek. Daha hızlı düşünebilmek için bu yükselişe ihtiyacı var. Ve daha iyi görebilmek için o sürate. Bu kadar. Daha fazlası için törenimize bekleriz. Claire ve Solange’ın kostümünü soracak olursanız; Hanımefendi’ye olan kinlerine büründüler zevkten tir tir titreyip, sevinçten kişniyorlar. Hatta tükürükler bile çekildi. Geliyor, hazır! 1, 2, 3 Puuuuuuuuuuuuu. Ölüm dansı sarhoş etmiş gibi kardeşlerimizi. En iyisi bu anı bozmamak. Bırakalım bu esrimede kalsın onlar.
Oyunumuzun biletleri satışa çıkmışken bugün ve biz de bunun heyecanı ile günü tamamlarken J. Genet’in mutlaka kayda geçirmemizi istediği ifadelerini paylaşmak isterim sizlerle. “Bu oyun hizmetçilerin hakkını savunmak niyetiyle yazılmamıştır. Ev hizmetlerinde çalışanların kendi sendikaları vardır herhalde – bu bizi ilgilendirmez.” “Hizmetçiler içimize sızan, bizi zehirleyen pis bir kokudur (Hizmetçiler / Jean Genet).” “Benim tiyatrom pis kokuyorsa, diğeri güzel koktuğu içindir.” Ve bu tiyatroya bir gizemle yüzleşmek amacıyla bir mezarlıkta gece gezintisi yapabileceğini düşünen herkesi bekleriz. “Ne de olsa bu bir masal. Ona hem inanmamız gerekir, hem de inanmayı reddetmemiz” demiştir J. Genet.
Hınçla kalın!
03.12.2024
“Hanımefendi’ye inat sansürsüz oynat!”
Sansürler ülkesinden bir prova sabahına merhaba… Umarım tükürmüşsünüzdür bol bol. Biz her türlü engelleme ve desteksizliğe rağmen toplanıp ısınmamızı yapar, provamızı alır, oyunumuzu oynarız. Kimse duygu merkezimizde gergedan ya da düşünce merkezimizde hipopotamla “Hanımefendi masumsa Hizmetçiler suçlu demektir.” dememize engel olamaz. Gerekirse kalbimizi Deniz Gezmiş ile doldurur yine de söyleriz. Yanlış anlama olmasın, devrim ya da siyaset yapmıyoruz. Kendisini reddetmiş bir dünyayı onun da bütünüyle reddettiği, konumu bir serseri olan yazarın oyununa Kemal Zinder yaratıcılığı ile ısınıyoruz. Sansür demişken serseri yazarımıza da sormak isterim;
Sansürle başınız hiç derde girmedi mi?
“Müstehcen denen kelimelerle ilgili sansür Fransa’da yok. Bu kelimeler varlar. Eğer var iseler onları kullanmak gerekir, yoksa onları icat etmeselerdi. Büyük bir sanatçının rolü, her kelimeyi değerlendirmektir. (Açık Düşman / Jean Genet, sf 18)”
Lal beyazı sesini ve müstehcen gölgeni üzerimizden eksik etmediğin için teşekkür ederiz sevgili J. Genet.
Isındıysak provamıza geçiyoruz biz, siz de gölgelere dikkat edin. Hanımefendimiz geldiğinden beri panoptikon bir göz adeta. Ve de Beyefendi’nin suçunda bile eşitlenemeyeceğimizi söyleyip duruyor. Suç demişken, hırsızlık ile ilgili sorularımı düşünebildiniz mi? Var mı cevaplarınız? Çalmaz mısınız?
“Biz hırsız değiliz.”
Claire’cim sakin ol, sana demedim. Hem ne bu sinir hırsızlık ile ilgili? Bir Solange bir sen, hırsızlık bahsini duyar duymaz böyle tepki veriyorsunuz? Sevgili cesurlar size soruyorum. Hiç çalmadınız mı? Ve neden çaldınız? “Verseydiniz çalmazdım iki simit bir ayran parasını cımbızladığım kumbaranızdan.” dedi Melkita Ulamun. Jean Genet de aç olduğu için çalmaya başlamıştı. Çalmaya devam ediyor musun Melkita Ulamun? J. Genet eskiden çaldığı gibi çalmadığını söylüyor. Kitapları için yüklü telif hakları alıyormuş. Ne var ki bu telif hakları ilk hırsızlıklarının sonucu. Yani çalmaya devam ediyor. Kendi ifadesiyle “Toplumun nazarında namussuz olmaya devam ediyorum, toplum ise öyle olmadığıma inanır gibi yapıyor.” diyor. Biz de inanır gibi yapmaya devam edip provaya dönelim, ne de olsa 2 simit bir ayran parası çalanları değil büyük hırsızları her gün tanrılaştırmak zorunda bırakıldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Hanımefendi geldiğinden beri Solange ile aşık atıyor. Öyle yapardım, böyle yapardım, şöyle kırardım… Konuştu konuştu konuştu… Ama gıcık da oluyor bu Solange’a. En devrimci kim göstermeye çalışıyor ona. Tamam en devrimci sizsiniz Hanımefendimiz, lütfen susun artık!
Ben de susayım artık. Yarına kadar ama…
Hınçla kalın!
04.12.2024
“Devrim için incit!”
Kısa ama yoğun geçecek bir prova günümüze başladık. Bugün ısınma ile başlamak yerine J. Genet hakkında bolca konuşuyoruz. Ne kadar iyi bir yazar olduğunu da belirtmeden geçemiyoruz tabii. Bize söylettiği şarkısının güzelliğinden de bahsediyoruz. Hizmetçi kardeşlerin duygularını çok iyi bildiğini ve bizim de kolay tanımamızı sağlamasının nedenlerini konuşuyoruz. K.A “J. Genet politik hayvan nasıl kurulur, bunun bilgisini görünür kılıyor bize” diyor. Felekten Hemşire’miz Aybanu Aykut tüm ötekilerin buluşma yeri Cangıl’dan çıkagelmiş provamıza. Törenimizi izleyeceği için çok heyecanlandık doğrusu.
Törenimiz başladı, o da ne? Claire kendinden geçmiş hayran hayran bakıyor işkencecimiz Hanımefendi’ye. Yoldaş Solange durur mu? Hemen hatırlatıyor ıhlamuru. Sonra da devrimci olanın gücünü duyuruyor bize.
“Ihlamurunuz hazır.”
Jean Genet der ki; “Sertliğin amacı yoktur, şiddetin ise bir amacı vardır, hatta birden çok. Şiddeti kabaca genellikle yaşam olarak adlandırılan olguyla özdeşleştiriyorum. Filizlenen ve donmuş toprağı yaran buğday tohumu, yumurtanın kabuğunu çatlatan civcivin gagası, kadının döllenmesi, bir çocuğun doğması şiddet suçlaması ile ilgilidir. Ve kimse çocuğu, kadını, civcivi, tomurcuğu, buğday tohumunu tartışma konusu etmez. Sistemin zorbalığı kırıcı olduğu ölçüde, hayat olan şiddet, kahramanlığa varasıya katı ve talepkar olur. (Açık Düşman / Jean Genet, sf 76)
Hizmetçi kardeşlerimiz Hanımefendi’yi incitebilecekler(!) mi? Törenlerindeki Hanımefendi’yi mi yoksa gerçek dünyadakini mi incitecekler peki? Ya da silahı kendilerine dönük bir ayini mi gerçekleştirecekler?
Daha evvel size Claire neyi yırtmak için dua etmiştir diye sormuştum, cevabınız var mı? Bence fakirliğini. Peki bu mümkün mü? Sınıf atlaması yani yırtması mümkün mü? Yeterince çalışırsa, şansı da yaver giderse zengin olma potansiyeli var mı? Temsil düzeneğinden kovulmuş, görünmezleştirilmiş, hor görülmüş, kaba ve iğrenç addedilmiş olanın hem maddi imkanlar açısından yükselmesi hem de toplumun diğer üyeleri nazarında arzulanan birine dönüşmesi mümkün mü? Peki bu ikbal arzusu bireylerde nasıl inşa olur ve gündelik hayatın içinde hangi kılıklara bürünerek varlığını sürdürür? Hem ikbal peşinde olan hem de devrimci neşe peşinde olan Hizmetçi kardeşlerimiz nasıl bir mücadele hattı kuracak ikbal arzusuna karşı hep birlikte göreceğiz. Hizmetçi sınıfı, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu dünyada eylemsizliğe ve güçsüzlüğe mahkum edilirken J. Genet düş dünyasında onlara eylemi ve gücü sunuyor. Acaba bu düşün içinde kardeşlerimiz dönüşmeyi başarıp nihai devrimi gerçekleştirebilecekler midir? Biz de sizin kadar merak ediyoruz doğrusu. Görünen o ki, 4 Ocak’ta J. P. Sartre’ın ifadesiyle J. Genet şeytanını bize bulaştırıp kendini ondan uzaklaştıracak.
Biz de yoğun bir provanın ardından çatı katımızdan uzaklaşıyoruz.
Tekrar buluşabilmek için hınçla kalın sevgili cesurlar.
05.12.2024
“Hanımefendi’yi teşhir bu oyunu işletir!”
Merhaba sevgili cesurlar, Hanımefendi’nin mekanını yıkmak için bugün Stüdyo’da toplandık. J. Genet ve şarkısı hakkında konuşarak başlıyoruz. Hetero düzenden bahsetmeden de geçmiyoruz. K.A., J. Genet’in kalbi hakkında bir fikrimiz var mı diye soruyor bize. Sizin var mı? Olacak mı? Her şeyi reddeden bu asi adam hakkında çok şey duyduk, konuştuk. Ama kalbini tanıyor muyuz? Bence muamma. “Ne kadar çok tanınırsa o kadar az anlaşılır: Genet görkemli bir edebi muamma olarak kalır.” demiş Michel Cournot. Ve eklemek istiyor Cournot; “İnanılmaz zarif ve cömert Genet, bir adaletsizlik örneği gösterildiğinde kendini paraladığını gördüğüm Genet.” Teşekkürler Cournot. Tiyatro ve oyun hakkında konuşmaya devam ediyoruz. Oyun seyirciye bir gürz gibi çarpmalı, yüzeyinde çatlaklar açıp oradan içeri sızmalı diyor K. A.. Bu çatlakları yaratmanın yolunu arıyoruz. Törenimizde eylemin ne için yapıldığını örgütlemeye çalışıyoruz. Anlamı en iyi nasıl dışarı çıkaracağımızın yöntemlerini araştırıyoruz. Genet’in lal beyazı sesini duyuyorum yine. Söylemek istedikleri varmış. “Ruhuma etki etmeyecek bir temsil boşunadır. Perde indiğinde duracak olan –hiç var olmamış olan- gördüğüm şey ona inanmazsam boşunadır.” diyor. Tiyatronun yaşamayı ve düşmanı bulup çıkarması gerektiğini de ekliyor. Genet’in şarkısı olan gürzümüzle ruhunuzda çatlaklar açabilmek için provaya geçiyoruz. Ve Claire’in sesini duyuyoruz. Düşmanın içinden konuşuyor bizimle.
“Beni kızdırmayın, Claire, Solange, hanginizse, karıştırıyorum, Claire, Solange, beni kızdırmayın, beni çileden çıkarmayın. Başımıza ne geldiyse sizin yüzünüzden geldi, suçlusu sizsiniz.”
Bu duyduğumuz; Hizmetçi kardeşlerimizin ruhuna etki etmiş anlaşılan. Yükselmek ve nihai devrimlerine ulaşmak için ilk kurşun oluyor düşmanın ağzından çıkan. Solange yükseliyor, yükseliyor ve uçuyor artık.
“Artık yalnızım. Her şeye cüret edebilirim. Kim susturabilir ki beni? Kim “Kızım!” demeye cesaret edebilir? Artık Matmazel Solange Lemercier’yiz. O kadın. Meşhur Lemercier.”
“Geç oldu, herkes yattı. Duralım.”
Biz de yatalım sevgili cesurlar. Sana da iyi geceler Matmazel Solange Lemercier.
Hınçla kalın!
06.12.2024
“Bütün ülkelerin Hizmetçileri, birleşin!”
“Les Bonnes de tous les pays, unissez-vous !”
Beşinci haftamızın son prova günündeyiz. Hanımefendilerin sahip olduğu her şeyden yoksun, küçücük, zavallı, bedenimizi güçten düşüren, omurgamızı yamultan, bizi fareleştiren, ihmal edilmiş yaşam alanımız, işgal sebebimiz çatı katımızdan inip, egemenin mekanını bir süreliğine kendimizin yapabilmek için Büyük Salon’da Macbeth’in yıkımından kalanlar ile ısınıyoruz. Hanımefendi’nin mekanına girmeli, oraya sahip olmalı ve sonrada yıkmalıyız. İşgale ve yıkıma ısındıysak, hadi provaya!
Şimdiye kadar çalıştığımız tüm sahnelerin bilgisi ile en başa dönüyoruz. Hanımefendi’nin bilgisini yaralarımızda taşıyarak, onun peçelediklerinin üstünü açıyoruz. Bu beş haftada Hanımefendi’den bize yansıyanlar ile dönüştük. Hizmetçileri harekete geçiren gücü keşfettik. K.A’nın ifadesiyle Hanımefendi’nin yansısını Hizmetçilerin prizmasından geçerek diferansiyeli alınmış biçimde görüyoruz. Bu sırada bu dönüşüm ve aktarımdan etkilenen yeni dekorumuzun tasarımını kullanıyoruz. Her şey bizim için yeniden başladı. Hanımefendi’nin her yokluğunda törenlerine yeniden başlayan Hizmetçilerimiz için bu oldukça tanıdık. Ve oyunumuzu yeniden biçimlendiriyoruz.
İki ayrı varlık olmalarına rağmen Hizmetçi kardeşlerimiz tek bir benlik. Birinin yokluğunda ötekinin varlığından söz edemeyiz diyecektim ki, Claire Solange’a “Kıyıya vardık, Solange. Sonuna kadar gideceğiz. Tek bedende ikimizi yaşatacaksın. Tek başına. Güçlü olman gerekecek. Beni de içinde taşıdığını unutma sakın. Özenle taşı. Güzel olacağız, özgür olacağız, mutlu olacağız, Solange, kaybedecek bir dakikamız bile yok.” diyerek bana meydan okuyor adeta. Claire, bu nereden çıktı şimdi. Sensiz bir Solange nasıl var olacak peki? Bu birleşme bir yeniden doğum mu yoksa? Yeniden doğum demişken şamanımız Yılmaz Sütçü’nün doğum günü bugün. Hep birlikte yeni yaşını kutladık, zıpladık ve muhteşem pastasını yedik. Dilediğin gibi yaşadığın ve olduğun nice senelerin olsun Yılmaz Sütçü. Nerede kalmıştık? Özgür olacağız diyorduk. Özgürlüğümüzü savunmak zorundayız diyorduk. Hanımefendi bile ilk fırsatta Beyefendi’nin özgürlüğünü savunurken, savaşmaya hazırken, peşinden Guyana’ya, Sibirya’ya kadar giderken ve hiçbir hileye başvurmaktan çekinmezken Hizmetçiler öylece bekleyebilirler mi? Hanımefendi, tutsakken özgürlüğü savunmanın ne demek olduğunu bilmez, kimse onun özgürlüğünü sorgulamaz. Peki ya bizim özgürlüğümüz? Bu savunmanın da sorgulamanın da bilgisine Hizmetçiler sahip, biz sahibiz. Ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Hizmetçiler bu tutsaklığı çok iyi biliyorlar. Tarafınızı seçmek için zamanınız kalmadı, Hanımefendi gelir birazdan. Hanımefendi mi, Hizmetçiler mi? Yoksa Hanımefendi olamayacak kadar Hizmetçi değil misiniz?
Siz tarafınızı seçedurun, biz de iki günlük molamıza duralım.
Ya basta, viva Genet Sist ta!
Hınçla kalın sevgili cesurlar.
9.12.2024
“İnadına İsyan, İnadına Devrim!”
Yanı başımızda olan bir halkın hanımefendisinin kaçışıyla, 6.haftamıza başlıyoruz. Dünyayı yöneten süper güçlerin varlığında bu kaçış dilerim nafile, şansı olmayan, umutsuz bir umut değildir. Jean Genet’i düşünüyorum. Tam da şuan ne yapardı, nerede ve kimlerin yanında olurdu? Bize ne söylerdi? Ve işte şeytanlarını bize bulaştırmak için yanımızdan eksik olmayan isyankar, hırsız, vatansız, evsiz serserimiz konuşuyor. Doğru diyor, “Fakat bu süper güçler bazı halklara alt-süpergüçlerden kurtulmaları için bir hareket alanı tanırlar. Bu dünyada nafile olmayan şey var mı? Bu soruyu niye soruyorum? Sonuçta nafile olmayan sey var mı? Siz öleceksiniz, ben öleceğim, onlar ölecekler… Eee… (Açık Düşman / Jean Genet, sf 154, 155)” Peki böylesine paylaşılmış bir dünyada bir devrimin hatta bir isyanın anlamı var mı sevgili Genet? “Tek tek her insanın isyanının gerekli olduğunu düşünüyorum. Gündelik küçük isyanlar gerçekleştiriyoruz. Küçücük bir karışıklık çıkardığımızda, bir başka deyişle hepimiz kendi tekil, bireysel düzenimizi kurduğumuzda, bir isyan gerçekleştirmiş oluruz. (Açık Düşman / Jean Genet, sf 163)” O halde darısı bizim hanımefendilerin başına.
“Devrim geçmişte kaldı…”
“Ay biliyoruz herhalde, devrim işte di mi?”
Bize kulak misafiri olan Solange ve Hanımefendi kendi aralarında devrimi konuşmaya başladı. Biz de onlara kulak misafiri olalım. Bizi heyecanlandıran ziyaretçilerimiz var bugün de. Devrimci uzamlarına sahip çıkmaya gelmiş iki felekten hemşiremiz Deniz Elmas ve Gözde Kısa aramızda. Eee sonuçta provamızı aldığımız mekanın yanı başında Felekten Hemşirelerimizin bizi buluşmaya çağırdığı Orman. Bu ormanda Hemşirelerimizin ışıkları Hizmetçi kardeşlerimizi de aydınlatmış olmalı ki kendi nihai devrimleri için oyunun sınırlarını aşıp hatta ihlal edip bizi kalkıştırmak -kalkıştırmak ne güzel kelime- istiyorlar.
Solange pek bir öfkeli. Ne de olsa nefesi kesiliyor Hanımefendi’nin şefkatinde kardeşinin çürüdüğünü gördükçe. Claire de çekmiş afyonu “Ötesini düşün!”diyor. Üstelik Ötesinin olmadığını düşünen, seküler, materyalist Solange’ımıza…
Claire yorgun ve kulak misafiri olmamız rahatsız etmiş Claire’i ki Solange ona kapat gözlerini diyor. Evet Claire, kapat gözlerini biz yokmuşuz gibi devam et. Yokuz biz. Işıkları kapatmamızı da isteme ama. Felekten Hemşirelerin ışıkları onlar. Canları ne zaman isterse onlar o zaman kapatır. Sen kardeşini dinle, kapat gözlerini. Kapat ve hayal et. Hanımefendi ölmüş ve siz… ve siz… Bir dakika, o da ne? Sahnede mimozalarımızın etrafında tırnaklarını çıkarmış, pati atmaya hazır iki hınçlı kedi birbirlerini kovalıyor ve hırlıyor. Nereden geldiniz siz yahu? Ahhhh… Kaçıp gittiler. Yine gelin, sevdik sizi izlemeyi. Biz kedileri izlerken “Hanımefendi kaçıyor.”. Ne çabuk? Darısı başımıza derken bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum doğrusu. Biz de kaçalım o halde. Yarın belki gerçekleştirmeyi başarırız nihai devrimimizi.
Hınçla kalın!
10.12.2024
“Şimdi ve sonsuza kadar, Yaşasın Hizmetçiler!”
Merhaba sevgili cesurlar. Hıncınız ne durumda bugün? Bunca zamandır “Hınçla kalın! Hınçla kalın!” dedim ama nasıl yaşadınız bu kadar hınçla? Nasıl yaşıyoruz, hizmetçisi olduğumuz hanımefendilerimizin kurduğu bu düzende hınçla? Bu hınçla, tutkularla dolu düşler mi kuruyoruz yoksa? Yeniden, yeniden ve yeniden… J. Genet tutkularını suç teşkil eden şeylere dönüştürmüş. İhanet nasıl bir metaforsa onun için, suç da öyledir. Her düzenden kopuştur, değerlerin altüst edilmesidir, krize sokulmasıdır, yeni yollar yaratan yepyeni ve beklenmedik bir düşünmeyi kışkırtma teşebbüsüdür Genet için. Tüm toplum kurallarını, normlarını, ahlakını reddettiği yerden, alışılmış düzeni bozmak için işler suçunu o. Ve dünyanın cezalandırıcı öfkesi var oldukça işleyecektir suçunu ve sevecektir buna karşı suç işleyen herkesi. Ne kadar yüce olursa olsun nesilden nesile aktarılan, halihazırda işlenip biçimlenmiş bir ahlakı kabul etmez Genet. Yanlış anlaşılma olmasın, Genet’in arasında suçlularla bir dayanışma da yoktur. Hiçbir dayanışma yoktur. Dayanışma olursa bu bir ahlak başlangıcı olur onun nezdinde, reddettiği ahlak olur. Genel geçer ahlak kurallarına karşı suç işleyen herkesi sever dedik ya, Hanımefendi’yi bile sever. Nasıl mı? Hanımefendimizin başına otutturduğu tehlike tacı ile suça bulaştırarak ışıldatır onu. Ve sever o suça bulaşmış halini Genet. Bir de şarkısına hayran kaldığımız Genet’in esin kaynağının iğrenç ve utanç verici olduğunu söylemeye cesaret edemeyeceğimizi de söyler bize. Provamıza işte böyle başladık, Genet’in suçu ve karanlığı nasıl sevdiğini konuşarak. Bu sırada Claire yine ışıkları kapatmamızı ve oyunlarını karanlıkta oynamayı istedi. Ya da Genet istedi. Kim bilir… Belirsizliği, kaçamaklığı nasıl sevdiğinden bahsediyoruz yazarımızın ve şamanlarımıza sunduğu belirsizliği sahiplenmeleri gerektiğinden. Bildiğimiz tutarlılık kuralları içinde kavrayamayacağımız bir dahi bu J. Genet. Nitekim kendisi de “Deha umutsuzluk içindeki kesinliktir.” demiştir Tahar Ben Jelloun’a.
Efendi’ye duyduğunuz hınçla nasıl yaşıyorsunuz diye sormuştum. Bir cevabınız var mı? Solange ve Claire’in var görüyorum ki. “Oyun oynayarak” diye cevap veriyor onlar. Yani haftalardır konuştuğumuz bu törenle. Siz de düşünmeye devam edin. Oyun nedir? Bize neyi sağlar? Bizi nasıl etkiler? Oyun dedik, geldi bizim oyunbaz hınçlı kedilerimiz. Daldılar törenimize, çıkardılar patileri, kovalıyorlar birbirlerini. Kovalamaca oyunlarına kurallar koymaya çalışıyoruz. Kural yoksa oyun yoktur çünkü. Oyun kurallarla sınırlıdır. Kuralların içinde kaldığın sürece oyunu oynayabilirsin. Biz de Onlara “ koşun ve bir an durun” diye belli bir haraket biçimi veriyoruz. Bu sırada Hanımefendi’yi öldürmeye çalışan Solange kardeşinin boynunu sıkıyor. Claire korkmuş, çok korkmuş belli ki.
“Törenin sonunda boynumu korumak zorunda kalıyorum. Gözlerin Hanımefendi’yi görüyor ama ellerin benim boynumu kavrıyor. Tehlikede olan benim.” Anlaşılan oyunbozanlık yapıyor yine bu Solange.
Neden bir Hizmetçinin hayatı Hanımefendiler için feda edilsin ki Solange? Neden edilir?
Oysa düşsel bir suçtu onların ki hınçlarına rağmen yaşayabilmelerini sağlayan ya da biz öyle sandık… Neden oyunbozanlık yapıyorsun Solange? Cevaplarını bize prömiyerde verecekmiş Solange, sevgili cesurlar.
Siz hiç suç işlediniz mi? İşlemediyseniz ya da öyle sanıyorsanız “Yasak şeyleri yapmayı öğrenmeniz gerekecek, göreceksiniz size zevk verecek.” diyor Genet. İşte yine bulaştırıyor şeytanını bize. O şeytan ki hıncıyla yaşayabilmek için, düştüğü ve sonsuza kadar yasaklandığı yere karşı başkaldırı içinde.
Biz de başkaldırı içinde provamızı bitiriyoruz bugün.
İyi oyunlar sevgili cesurlar.
11.12.2024
“Hanımefendi’ye itaat, Hizmetçi’yi öldürür bu icraat!”
Merhaba Cesurlar, oynadınız mı hıncınızı boşaltmak için seçtiğiniz oyunu? Ne seçmiştiniz çok merak ediyorum. Biz seçtiğimiz oyunu oynamak için toplandık tahmin edeceğiniz gibi çatı katımız Büyük Salon’umuzda. Ve kurtulduk oyun alanımızdaki yalnız kendi çıkarını düşünen, içi kin ve gazap dolu Macbeth’in ruhundan. Ak Kam ve Kara Kam aldı götürdü aramızdan bu aksi, densiz çocuğu. Hizmetçiler evreninin Şamanları ise bizlerle oyunu oynamaya, töreni gerçekleştirmeye hazır burada. Şamanlarımız J. Genet ile “Açık Düşmanı” aramak için ve bulduklarında ona verebilecekleri her şeyi vermek için buradalar. Tükürükler, tokatlar, tekmeler, Gardenal’li ıhlamurlar verecekler hatta gözü dönmüş kedilere ısırtacaklar öyle arıyorlar Açık Düşman’ı. Ama sanmayın ki Açık Düşman sadece Hanımefendi’mizdir. Genet bu ne de olsa… Toplumun adını düşman koymuştur, düşmanın adını da toplum. Solange bu oyunu oynamak için pek bir isteksiz yine oyunbozanlık yapıyor. Niye yaptığını prömiyerde söyleyeceğine söz verdi. Biz de madem oyunbozanlık yapıyorsun oyunun içinden yap diyoruz ona. Oyundan dışarı çıkmak ve oyunun içinde kalmak arasında salınıyor Hizmetçi kardeşlerimiz. Biri oyunun sınırlarını ihlal etse, diğeri edemez. Biri hep oyunda kalmalı diye hatırlatıyoruz. Hanımefendimiz çığlık çığlığa bu sınırların içinde “Hizmetçi varsa, ben var olduğum için var.” diye bağırıyor bize. Bu arada Claire’in arzuladığı şu elbiseyi gördük bugün. Hani Hanımefendi’nin sihiri olan, onun için tasarlanan ya da Solange’ın ifadesiyle: katillerin elbisesi. Bu elbiseyi giyince Claire ya da Solange -hangisiyse işte- Hanımefendi’nin dengi olabilir mi? Ne olursa olsun Şamanımız Yılmaz Sütçü’ye çok yakıştı doğrusu bu elbise de.
“Saten elbiselerinin Hanımefendi’nin göğsünü örtüşü aklımdan çıkmıyor.” Solange başladı yine yalakalığa, daha doğrusu kardeşinin yalakalık performansını taklide. Claire de durur mu? Yine bahsedip tavan arasındaki odalarından ağlatıyor Solange’ı. Kendi de etkilenmedi değil bundan. Birbirlerine öyle bir ayna tutuyorlar ki ne olduklarını ne olduğumuzu yansıtıyorlar bize. Bu yansımayla zuhur ediyorlar ruhumuza. Bir dans gibi egemenin tüm jestlerini göstermeye çalışıyor Şamanımız bize. Emeğimizi sömüren, bizi karşısında iki büklüm yapan o jestleri. Hepimizi provoke etmeye çalışıyor bu dansla. Hala hizmetçisiysek Hanımefendi’nin, bu gördüklerimize, işittiklerimize, aynalara çarpıp bize yansıyanlara rağmen belki de ölmeliyiz en erkeninden…
Provamızın bugünlük sonuna geldik. Genet’in şarkısının havarisi, çevirisini bizimle paylaşan Ayberk Erkay da aramızdaydı. Ona heyecanla merak ettiğimiz birkaç şey sorduk ve törenimizi bitirdik.
Yansımalara dikkat, sizi kalkıştırır. Dilerim kalkıştırır.
Oyunda kalın sevgili Cesurlar.
12.12.2024
“Genetşist Manifesto”
Dikkat dikkat sevgili Cesurlar, yıkmak için işgal ettiğimiz Hanımefendi’nin mekanı yatak odasından size “Genet’in Tiyatrosu ve Hizmetçileri” manifestomuzu bildirmek için sesleniyoruz. Bugün hepimiz için önemli bir eşikteyiz. Altıncı prova haftamızın son günündeyiz. Ve bugünden sonra sizinle Genet’in yaşayan mezarlığından doğrudan iletişim kurmak için 23 günümüz kaldı. Ne düşüneceğinizden çok sizinle iletişim kurup kuramayacağımız ile ilgileniyoruz. Sizlere kendimizi onaylatmak ile ilgilenmiyoruz, “Hizmetçiler”in kalbini duyurmaya çalışıyoruz. Genet’in de dediği gibi kulağınızı Hizmetçiler’in kalplerine dayarsanız duyacaksınız. Bir takım otoritelerin “size bunu yaptırmayız, yapamazsınız” dediği yerden gelen cesaretimizle kuruyoruz bu oyunu, bu ayini, bu töreni ve nihai devrimi. Yetenekli değiliz ama gücümüz de bu. Yetenek nedir? Nasıl var olur ve ne gerekir yetenekli olmak için? Kesinlikle yetenekli değiliz… Sürekli provakasyonu örgütleyen yazarımızın kötülüğü(!) nasıl yaratıcı kıldığını, harekete geçirdiği suçun ve eylemin gücünü anlamaya çalıştık bunca zaman. Diğer “Lanetli Şairler” gibi J. Genet’in de anladık ki belalı bir hakikati var.
Akademik dünyanın onu bir yere konumlandırarak evcilleştirmeye çabalaması umrunda olmayan Genet gibi, derdi hayatımızı ve bakış açımızı felç etmek olan Genet gibi, sevgisizlikte oluşmuş bir yazar olan olan Genet gibi olamayız elbette. Bizim özlemimiz ancak Genet olabilir. Genet’i gerçekleştiremeyiz. Bunu arzu edebiliriz. Bu yola çıkabiliriz. Bir kartlığı ve telefon defteri kadar mülkü olan Genet’e doğru gitmek, o yolu arzulamak, o yıkımı arzulamak arayışımız. Kendimizi Genet süzgecinden geçirmek, ayılmak ve terbiye etmek için bu tören. Belki de bu temas kendi kişisel hayatımızda küçük devrimlere sebep olacak.
Bu ayin içinde tüm materyali yani Hanımefendi’yi ve ona hayran oluşumuzu tanıyıp özgürleşme pratiğine kalkışmaya, kaltıştırmaya çalışıyoruz. Ve biliyoruz ki bu törende hiçbirimiz tek başımıza kendimizi kurtaramayız.
“Mezarcılara, lağımcılara, polislere ihtiyaç duyan bu dünyanın size de ihtiyaç duyduğunun farkındayım ama bu, koca bir leş yığını olduğunuz gerçeğini asla değiştirmeyecek.”
Biliyorum prova yapmadınız mı diye soracaksınız meraklı cesurlar. Yaptık, yapmaz olur muyuz? Provamız kısa bir prova oldu ama sizinle paylaştığım bu şeytan işi şeyleri bolca konuştuk. Bugün hepimiz için bir eşikteyiz demiştim çünkü birbiri etrafında ölüm spirali çizerek dönen iki nötron yıldızının çarpışmasına tanık olacağız. Uzay zaman dokusunu bozup ya birleşerek kara deliğe dönüşecekler ya da tek bir nötron yıldızına. Altıncı prova haftamızın son gününü işte böyle kapatıyor ve 3 günlük bir ara veriyoruz.
Hınçla kalın!
Not: İzinsizce ve hadsizce aracısı olduğum cümlelerin içeriği ve bilgisi K.A.’ya aittir.
16.12.2024
“Köleliğim sermayenizdir, ölümüm özgürlüğüm!”
Merhaba sevgili cesurlar, çarpışmadan sonra tek bir nötron yıldızı olarak yedinci prova haftamızda Hanımefendi’mizin odasında yeni dekorlarımız arasında çalışmaya başlıyoruz. Son halini alana kadar bu mekan ya da işgal size sürpriz. K.A boş bir yazı tahtası üzerinde başladığı konuşmasını sadece anlatırken takip ettiyseniz anlayabileceğiniz her yerinden oklar, kelimeler, harfler, kümeler fırlayan ve boş alanın kalmadığı “Hizmetçiler” haritası ile bitiriyor. Kaktüs dikeni gibi her tarafımıza batan bu oklar Hizmetçiler için unutmamamız gereken yegâne şeylerin bilgisini taşıyor bize. Tüm sabrı ve heyecanı ile bize aralıksız, yaklaşık iki saat çizdiği ve anlattığı bir çözümleme haritası sunuyor. Köleliğimizi daha iyi anlarız belki ya da bu koşullarda ölümün hatta seçilen ölümün bizim için ne demek olduğunu. Bu haritada yok yok. Hanımefendiler, Beyefendiler, Claire’ler, Solange’lar, arzular, mutlak tanrılar, iktidarlar, bitki çayları, elma suları, onur, alay, zehirleme, boğma, jumbo karidesler, Hamlet ve ölüm… Daha neler neler… Yer kalmadı ama… Doğru duydunuz Hamlet ve onun ölümle ilgili ünlü sözlerini de konuştuk. Sizin için de aşağı bırakacağım bu sözleri, mutlaka bir düşünün derim. Neden öldüremiyoruz efendilerimizi, bizi kurdukları düzene köle yapan şu efendilerimizi? Onlar Lö Şamdan’a kaçabilir, biz kaçabilir miyiz onlar gibi? Onları öldüremiyorsak, yıkamıyorsak düzenlerini ve köleliğimizi, kendimizi neden öldürüp emeğimizi çekip alamıyoruz ellerinden peki? Claire ve Solange’lar efendilere ait olan Şeylere bir gün sahip olsalar bile onları kullanabilirler mi? İçine doğmadıkları bu mülkiyeti ve her türlü aracını efendileri gibi kullanabilirler mi? Mümkün mü? Ve daha bir sürü şey konuşuyoruz: arzuya gidişlerini, aynalarda birbirlerini görüşlerini, aynalardan yansıyan bilgiyle bilinçlenişlerini.
Yeni dekorumuzun içinde sahnelerimizi almaya başlıyoruz. Solange direniyor oyunu oynamaya her zamanki gibi, efendisinin önünde eğilirken arkadan osuruyor. Pek bir eğleniyor bunu yaparken, biz de tabii. Beyaz payetli elbiseyi de kendine saklıyor giydirmiyor Hanımefendi’sine. Ahh Solange ahh… Yer yer ablalığını bile hatırlatıyor hani Claire’e. Ohhhh, iktidarını kurmuş sekter Solange. Ama merak etmeyin Claire de yapar yapacağını, göreceksiniz. Belki de o en cesurumuzdur biz hiç öyle düşünmezken. Ve işte geldi provokasyoncu kedilerimiz, özlemişler bizi. Ojelerden, parfümlerden, pudralardan bizi mahrum bırakamazsınız diye slogan atıyorlar bir de. Tüm varlıkları hatta oynadıkları her oyun birbirlerini provoke etmek için var sanki. Bizi küçültüp çileden çıkardıkça büyüyorlar adeta. Solange da provoke olmuş belli ki Hanımefendi’yi son bir boğup mutfağına dönecek. O işini hallederken biz de provamızı bitiriyoruz. İnce ince çalıştığımız birinci bölüm provasını kapatıyoruz. Ve unutmadan teşekkürü, bugün şamanlarımızın derdimizi giydiği aynalar ekip arkadaşımız son ayna bükücü Mesut sayesinde ayakta kaldı, teşekkür ederiz Mesut. Siz de tükürüklerinizi unutmayın sevgili cesurlar lakin çok az kaldı fışkırtmaya, broşlarımızı yakamıza takmaya.
Hınçla kalın!
…
Var olmak ya da olmamak, mesele bu.
Gözü dönmüş talihin sapanına, oklarına,
İçin için katlanmak mı daha soylu,
Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp
Son vermek mi onlara? Ölmek, uyumak…
Hepsi bu… ve bir uykuyla
Yürek sızısına ve bedeni bekleyen
Binlerce doğal darbeye son verdik diyebilmek.
Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi!
Ölmek, uyumak… uyumak, belki rüya görmek.
Ha! İş burda. Çünkü o ölüm uykusunda,
Şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda,
Göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez.
İşte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu
Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine,
Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine?
Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine,
Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;
Sabırla bekleyen erdemli kişinin,
Değersiz insanlardan gördüğü muameleye,
İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken
Kim katlanırdı, bu yorgun yaşamın yükü altında
Homurdanıp terlemeye,
Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?
Sınırlarını bir geçenin bir daha dönmediği
O bilinmeyen ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp
Bizleri, tanımadığımız dertlere koşup gitmektense,
Başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı?
İşte bunları düşündükçe
Ödlek olup çıkıyoruz hepimiz,
Ve işte böyle kararlılığın doğal rengi,
Endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor;
Bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar
Bu yüzden yörüngesinden sapıyor
Ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları.
…
William Shakespeare
17.12.2024
“Yeter artık yalanlar ve sözler, artık açlıktan ölmek istemiyoruz!”
İnsan olma gerçekleri hakkında fikir sahibi olduğumuz, maske takmak ve hizmetçi olmak zorunda olmadığımız tavan aramız Büyük Salon’umuzda toplandık. Başka varlıklar olduğumuz Hanımefendi’nin odasına geçiyoruz provaya. Bugün uzun ve yoğun bir gün olacak. Sahnelerimizi çalışmaya geçer geçmez Solange başlıyor dip bir manipülasyonla Claire’in her dediğini negatife çekmeye. Zavallı Claire, Hanımefedi’yi sevmek ile tamamlamaya çalışıyor eksiğini. Zaafı bu. Birbirlerini nasıl kışkırtacaklarını da çok iyi biliyorlar. Solange eyleme geçememesini gerekçelendiriyor kardeşine ama nafile. Sonuçta ikiniz de henüz öldüremediniz Hanımefendi’yi kızlar, sizi ele geçirmiş. Devrimci soğukkanlılığa ihtiyacınız var görünen o ki. Claire provokasyona geldi, kendisinden kaygı uyandıracak bir sıçrama ile uçuyor. Tacını taktı öyle uçuyor bir de. Kardeşler artık “Katil ve Azize”. Ne zamandır anmadığımız Sütçü’nün güçlü kollarının desteğini de unutmayalım tabii.
Hanımefendimiz sahneye giriş yaptı ve susmak bilmeden konuşuyor da konuşuyor. Solange’ın aklı başka bir yerde gibi. Acıyı performe eden Hanımefendi’mizi izlemiyor musun yoksa Solange? Hanımefendimiz pek coşkulu pek romantik. İzleyin onu, ilginizi eksik etmeyin. Zavallı Hizmetçiler, bedenleri Hanımefendi karşısında tutsak, sınırlandırılmış. En küçük, en saygı dolu ve en zararsız hallerindeler. Yüzlerinde bir gülümseme iki büklüm hizmete hazırlar. Bundan kurtulmak istiyor musunuz Claire? Solange? Ya siz sevgili cesurlar? Bu yapay mekanı yıkacak mıyız? Yıkabilecek miyiz?
Claire pek iyi görünmüyorsun canım. Işıkları kapatalım mı sonra yıkarız?
“Hayır! Hayır! Zayıflığa izin yok! Yak ışıkları! Yak!”
Claire çıldırdı. Yansımalardaki bu utanç yormuş onu. Biz de provada epey bir yorulduk doğrusu. Bize ve Solange’a hükmediyor ama yine de.
“Bu akşam Hanımefendi mahcubiyetimize şahit olacak. İçini çeke çeke döktüğü gözyaşlarının arasında bize kahkahalarla gülerken! Hayır. Tacımı takacağım. Senin elinin olmayı beceremediği zehirli el, benim elim olacak.”
Çok kararlı, başka bir Claire bu, oyunla dönüşen Claire bu. Gardenalleri ve ıhlamurları hazırlayalım öyleyse, Hanımefendi’nin tatlı ölümü yaklaşıyor. Size de tarifi veriyorum sevgili cesurlar: on tane gardenal. Dokuz yetmez. Fazlası da kusturur, tam on tane olmalı. Ihlamuru da sert yapın ve çok şekerli olsun. Hıncınızı da unutmayın, Hanımefendi’nizi kaçırmayın. Hadi hükümdarı olduğumuz toprağımız, mutfağımıza dönüyoruz. Eldivenlerimize, kokan ağzımıza. Tıslayan musluğumuza. Onların çiçekleri varsa, bizim musluğumuz var. Biz hizmetçiyiz. Gülsünler vakitleri varken, gülsün ve dua etsinler, bir an önce dua etsinler! Yolun sonuna geldiniz, şekerim!
Biz de provanın sonuna geldik şekerlerim! Yok, bu “şekerlerim” hiç olmadı haklısınız.
Hınçla kalın sevgili Cesurlar. Ve unutmayın, on tane Gardenal!
18.12.2024
“Hizmetçi’yi ele veren Şeyler, bizi böyle Abdal eder!”
Merhaba sevgili Cesurlar. Hizmetçi kardeşlerimizin “Şeyler” tarafından ele verilip nasıl aptallaştığını izliyoruz bugün. Hanımefendimiz onları böyle görmekten çok mutlu, bu halleri ile pek bir eğleniyor. Canı ne zaman isterse fark ediyor ve soruyor bu Şeyleri, sanki başından beri farkında değilmiş gibi. Her soru sorduğunda kızların cevapsızlık içinde kıvranışından haz alan işkenceci bir efendi adeta. Bu foseptik çukurunda görüyoruz ki soruları hep efendi soruyor. Derken geldi bizim küçük insan. Bu sefer soruları ona bırakmadan biz soruyoruz. Şaşırmadı değil ama. Hizmetçi kardeşlerimiz gibi aptallaşmadı küçük dostumuz, verdi cevaplarını bize rahatça. Biz de efendi değiliz. Ne olacak bu hizmetçilerin hali? Sevgili J. Genet sen de bir çözüm yolu sunmadın bize, hizmetçi olarak giriyoruz hizmetçi olarak çıkıyoruz. Neden hizmetçi pozisyonumuza bir çözüm getirmiyorsun töreninde? Sizce neden sunmaz bize bu çözümü? Gün geçtikçe daha çok merak ediyorum; Hizmetçiler onları ezen, aşağılayan, onlara zulmeden Hanımefendilerini öldürebilecekler mi diye. Bu tören bir zaferle mi sonlanacak yoksa yenilgiyle mi? Yenilginin içinde zafer bulabilir miyiz? Tam burada Samuel Beckett’ı anmadan geçemiyoruz tabii; “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.” Ne diyorduk? Hanımefendi’den bahsediyorduk, o da kendinden bahsede bahsede bir hal oldu zaten. İyiliklerinden, Beyefendi için yapabileceklerinden –çünkü çok parası var-, Beyefendi’nin durumu karşısında ne kadar bedbaht olduğundan –çünkü çok parası var- bahsetti durdu. Durdu dediğim lafın gelişi tabii. İşkenceci diyorum kadın, Lö Şamdan’a gitti de bir nefes aldık. O da ne? Bu ses, bu ses ne?
“Ezberim biçim biçim,
Ölürem ezber için.
Alem bana düşmandır
Ezber sevdiğim için, loy.
Hele loy loy loy, kibar yârim ezberim, loy”
Yılmaz ve bu şarkıda geri vokali ile eşlik eden K.A bize ezberin önemini de vurguladıklarına göre devam edebiliriz provaya sanırım. Buradan sonra siz devam edemezseniz anlarım. Ben de bir zorlandım. Ve Dilan’dan gelen “Sıyıralım mı hocam?” ile devam ediyoruz sıyırmaya. Devam ediyoruz ama Claire pek iyi görünmüyor, türküden sonra oldu sanırım. “Biz de nankör değiliz.” diye diye dönüp duruyor. Ne yapsak ki? Provayı burada bitirip bir günlük ara mı versek? Verelim verelim iyi olacak hepimiz için. Cuma günü kaldığımız yerden sıyırmaca…
Hele loy loy loy, kibar yârim ezberim, loy
Hınçla kalın!
20.12.2024
“Jean Genet ölmedi, yüreğimizde yaşıyor!”
Edebiyatla işi olmayan lanetli şairimizin doğumunun 114. yılının ertesi gününde çatı katımızda bize sunduğu eylemi ve gücü harekete geçirmek hem de doğum gününü kutlamak için toplandık. Törenimizin son bölümünü çalışmaya başlıyoruz. Yeri gelmişken Genet’in Claire’e sunduğu seçeneği -kendi nihai devrimini- de konuşuyoruz. Ve Solange’ın devrimci yanılsamasına şahit oluyoruz. Görünen o ki her fırsatta devrimci olup olmadığını soranlara devrimci değilim diye cevap veren Genet, devrimcilik öğretiyor Yoldaş Solange’a. Bu yanılsamada Yoldaş Solange uçmaya başladı. Biz de bu uçuşun süresini tutuyoruz. Hiç fena değil. Şimdi pasta yeme zamanı. Mumlarımızı yaktık ve kutlamaya hazırız.
Son ki, üç, dört!
“İyi ki doğdun Genet!”
Hayır, pastadan bir dilim de Genet için ayırmıyoruz, hepsini biz yiyoruz. Kusura bakmayacaksın sevgili Genet.
Yedinci prova haftamızı da tamamladık. Karşılaşmaya iki hafta kaldı. Çok heyecanlıyız biz. Siz de öyle misiniz?
Bugünü Tahar Ben Jelloun’nun Genet’yi savunmak için yazdığı yazısından birkaç cümle ile kapatalım.
“Jean Genet yalnız bir insandır.
Valizi yoktur. Nesneler onun yaşamını doldurmaz. Yokturlar. Küçücük bir valizi vardır ve daima otellerde yaşar. Çılgın bir buluttur o. Çılgın ve özgür. Rastgele bir yere konar. Hafifçe. Espriyle. Toplumu olduğu gibi ya da küçük bir yasal değişim müdahale ederse olacağı gibi kabul edip öylece yaşamayı tercih etmiş olanlara bırakır tavizleri – tıpkı nesneleri de onlara bıraktığı gibi. Dışlanmış olan Genet, ters bir rüzgarın sahile bıraktığı bir bedendir.”
Hınçla ve heyecanla kalın!
23.12.2024
“Devrim için ışık kapanır!”
Tüm renklerimizi emen ama prizmamızdan geçince de emdiği o renklere ayrılan Hanımefendi’mizin yatak odasında bugün ilk İtalyan provamızı ve akışımızı almak için buluştuk. Tüm ekip burada, teknik ekip de ilk akışımızı izlemeye geldi. Gittikçe kalabalıklaşıyoruz. 8.prova haftasına başladık, zaman Gardenalli ıhlamur misali akıp geçti. Hanımefendimizin boğazından da akıp geçer mi?Genet bizi ufak ufak zehirledi. Ama böyle zehirlenmek iyidir, panzehir olur demiştik hatırlarsanız. İlkler için heyecanlıyız bugün. Dekorumuzun, kostümlerimizin neredeyse tamamı içinde bir prova yaptık. Size ipucu vermemek için kendimi zor tutuyorum ama hep birlikte bekleyeceğiz ilk karşılaşmayı. Dekorumuzu prömiyere kadar kirletmemeye özen gösterirken oyunu elimizden geldiğince kirletmeye çalıştık, yeterince kirli oynamayı başarmışızdır umarız. Ne de olsa Genet’e böylesi uygun düşerdi. Şamanlarımızın dekorla karşılaştığı anı görmenizi isterdim, çocuklar gibi şenlerdi. Bu hallerini görmek hepimizi neşelendirdi doğrusu. İlk olarak İtalyan provamızı aldık ve bir ara verdik. Akış alacağımız provaya başlamadan önce şamanımız sevgili Dilan’nın getirdiği eklerleri yedik, kendisine çok teşekkür ederiz. Bir anda etrafımızı Macbeth’in Felekten Hemşirelerinin ruhu sardı. İmrenerek andık uyumlarını ve çalışkanlıklarını. Walter Benjamin de “Deha zahmettir.” diyince K.A’ da durur mu? “Konfor ve kolaylıkla gelen hiçbir şey yoktur, tiyatro hamallıktır. Kim zahmete katlanır, dahidir. Çalışan kazanır, elması kızarır.” diye ekledi. Felekten Hemşirelerin ruhu sardı derken ciddiydim. Deniz Elmas ilklerin heyecanını yaşadığımız bugün akışımızı izledi. Felekten Hemşirelerimiz Cangıl’dan çıkıp çıkıp geliyorlar. Neşeleri üstümüzden eksik olmasın… Ve törenimizi, akışımızı tamamladık. Süremizi tuttuk, gayet iyiyiz ilk akış için. Son olarak K.A’nın şamanlarımıza söylediği kritik ile provamızı bitirdik. Yarın ikinci akışımızda görüşmek üzere.
Hınçla kalın sevgili Cesurlar!
24.12.2024
“Hizmetçiler öldüğünde Hanımefendilerin öldüğünü söylediniz!”
Merhaba hınçlı Cesurlar. Hanımefendi’yi tanıma seansına başlamak ve ikinci akışımızı almak için toplandık Efendimizin hükümdarlığında. Bu hükümdarlık Efendimizin mezarı da olur mu dersiniz? Ahh keşke… Hıncımız azalmış, bu kadar hınçla zor gibi bu eylem. Ne durumda sizin hınçlar ve tükürükler? Sormuyorum diye vazgeçmeyin gücünüzden siz de. Bugün provada biz bizeyiz; Hanımefendi ve Hizmetçileri. Başlıyoruz kardeşlerimizin evcilik oyununu izlemeye. Sadece evcilik oyunu değil gibi bu, uyanık olmak lazım sevgili Cesurlar. Yaşadıkları şiddeti anlamaya, ele geçirmeye ve ortadan kaldırmaya çalışıyor kardeşlerimiz. Bir tür terapi gibi. Hanımefendi’nin şiddeti olmak istiyorlar. Bilgiyi ele geçirmeye Hanımefendi’yi, Beyefendi’yi tanımaya çalışıyorlar. Efendiliği tanımlamaya, ezenlerin kuvvetini tanımlamaya çalışıyorlar. Efendiler hizmetçilerden nasıl nefret eder? Hanımefendimiz bulaşık eldivenlerimizden niye iğreniyor? Claire ne kadar aşağılandıysa hepsini bize yansıtıyor. Her yerimize çarpıyor. Claire Claire’e karşı kendi aynasında, kendi küçük düşmesinde acısını, yaralarını görüyor. Claire dilin ne kadar da yok edici, içene Hanımefendi kaçmış. Beyaz Efendi’nin dünyasından yorulmuş, gücü kalmamış Claire nasıl da güç buldu. Doz aşıyor, zıvanadan çıkıyor… Hele Kırmızı elbiseyi bir giydi mi, Solange bile kesintiye uğruyor. Görüyoruz ki Hizmetçiler, Efendiler hakkında duygusal olarak çok fikre sahipler. Konuşamıyor olabilirler ama biliyorlar ve güçleri yetmiyor. Bu oyunu oynarken güç buluyorlar, Hanımefendilik oynarken… Emek bizim sömürülme birimimiz mi? Emek kutsal mı, niye? Bu sıfatlar ve tanımlar kime ait? Belli ki Hanımefendi daha zengin biz daha fakir olacağız. Claire pek iyi görünmüyor, söyledikleri ona ağır gelmiş olmalı. Yorgun, çok yorgun. Ve utanmış. Claire niye utanıyor? Niye utandın Claire? Hanımefedi’yi öldürek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Korkuyor musunuz kızlar? Sevgili J. Genet, sen korktun mu? Neyden korkarak yaşadın en çok? Niye? Hadi Claire kalk, gitmeniz lazım. Yorgunluğun sırası değil. Geldi işte tutarsız, iki yüzlü Hanımefendimiz. Bu ne hal kızlar, Hanımefendi gelince ne oldu size? Güneşin etrafında dönen dünya ve ay gibisiniz. Ne yaltaklandınız yahu… Onurumuz zedelendi. Hanımefendi’nin ezici gücü bu olsa gerek. O halde suçumuz Efendimizi geçmek için bir araç artık. Ama korkuyorsun Solange. Hani, en çok sen devrimciydin? Claire tek başına politik özne, tek başına örgüt, düzen bozucu. O artık tek ve hür bir ağaç gibi. Biz de artık bu ormandaki yerimizi alalım. Yoldaşlarla buluşma zamanı.
İkinci akışımızın sonuna geldik ve oyun sürelerimiz birbirini yakalıyor. K.A.’nın akış notları ile günü kapatıyoruz.
Hınçla kalın, aman eksik kalmayın!
25.12.2024
“Yalnızca doğru olan güzeldir, eğer bir şey güzelse doğru olduğu içindir.”
Merhaba sevgili Cesurlar, bugün ilk seyircili akışımız için toplandık. Tavan arasının diğer Hizmetçileri de burada olacak anlayacağınız. Bu bizi heyecanlandırdı. Törenimize ısınmak için İtalyan provamızı yapıyoruz önce. Hızlıca ezberimizi de geçtiğimize göre K.A’nın notlarıyla başlıyoruz. Kardeşlerimiz sanki bir insanın iki tarafı gibi. Biri duygusal tarafı diğeri sekter. Biri resesif, diğeri dominant. Biri gitmek istiyor, diğeri kalmak. Biri Efendi’yi seviyor diğeri sevmiyor. Ama korku, korku ikisine de ait. Korku yönetiyor ikisini de. Tören boyunca bu tek varlığı parçalara ayırıyor Genet. Beşinci kişiyi bile sızdırıyor aramıza kaçak göçek. Pek bir kalabalıklaşıyor sahne tören boyunca. Korku dedik, korkularının kaynağı ne? Efendi’yi öldürmek kolay mı? Efendi’yi öldürmeye niye korkuyoruz? Claire bunu başarabilir mi? Claire bu işi beceremez, değil mi Solange? Bunlar basit ama ciddi şeyler, değil mi?
Claire pek bir heyecanlı oyunları için. Fakat işte Solange bu, oyunbozanlık yapıyor yine. Oyunbozanlık demişken size oyun bize ne sağlar diye sormuştum. Düşündünüz mü sevgili Cesurlar? Solange var mı bir cevabın? “Oyun bize kültürümüzün gerçeklik olduğunu söylediği şeyi yeniden yapılandırma olasılığını sağlar.” Teşekkürler Solange, oyunbozanlığın ne gereği var peki? Sen de dün oldun ya Hanımefendi. Hadi çık şimdi, Claire’in yansısı ol gel. Hadi bekliyoruz, Hanımefendi gelecek bak. Her daim güçsüz ve yorgun Claire’imiz nasıl da güç buluyor bu törende. Dim dik ve güçlü… Şu mektubu nasıl yazdın Claire? Hanımefendi olarak mı?
Hanımefendi’ni de pek seviyorsun Claire, bak Solange da hınçlı sana, bu yüzden nefret ediyor senden bizden söylemesi. Ama sen de nefret ediyorsun ki ondan. Aman, kardeş kavgası işte. Hem seviyorlar hem nefret ediyorlar birbirlerinden. Fakat sadece bu yüzden değil. Tören, aynalar, yansımalar… Birbirlerinin pis kokusu onlar.
Yoldaş Solange da pek bir konuştu, nutuk attı ama var oluş retoriği boşa çıkmasa bari. Gardenalli ıhlamuru içiriverse Hanımefendi’ye tören tamamlanacak. İşte hepimiz bekleyip göreceğiz. Az kaldı sevgili Cesurlar bunu öğrenmeye. Uzlaşmalardan, orta yollardan nefret eden Genet, hepimizi hakiki eyleme çağırıyor. K.A. diyor ki “Halinizi beyan edin, düşkünlüğünüzü söyleyin, yapamadıklarınızı deklare edin. Ben bu değilim, alçağım diyebilin.” diyor Genet bize. Duyuyor musunuz? Duymuyor musunuz? O zaman duyacaksınız. Şimdi Hizmetçiliğe mutlak son verme zamanı. Biz de akışımızı ve provamızı bitirdik. Üçüncü akışımızda da aynı oyun süresini yakalamayı başardık. Genet’in sesi ile açtım günlüğü, onun sesi ile kapatalım.
“Kendine fazla yanılsama yaratmadan dünyayı görmeyi öğrenmelisin.”
Hınçla kalın, aman eksik kalmayın!
26.12.2024
“Bu Hizmetçiler, kutsal olsun ya da olmasın, ucubedirler, kendimizi şu veya bu olarak hayal ederken biz nasılsak öyle.”
Merhaba sevgili Cesurlar, bugün de günlüğü Genet’in kısık sesiyle açalım istedim, kulaklarımızdan eksik olmasın diye. Ve sekizinci haftanın son prova gününde, son akışındayız. Bugün de misafirlerimiz, seyircilerimiz var. Ama misafirlerimiz gelmeden önce çatı katımıza tabii ki bir italyan prova alıyoruz. K.A önceki akışlara istinaden notlarını paylaşıyor bizimle, ufak dokunuşlar yapıyor gerekli yerlere. Akışlarımız gittikçe daha da güzelleşiyor sevgili Cesurlar. Metnin daha iyi anlaşılması ve anlamların yırtılmaması için daha iyi dinlemekten bahsediyor şamanlarımıza K.A. Zinder egzersizlerinde yaptığımız alma verme oyunundaki gibi sopayı düşürmeden almak vermek geliyor aklıma ve sonra da oyundaki konuşmaların nedenlerini görmekten bahsediyor bize. Açılış sahnemizin hatta ön oyunumuzun nasıl olması gerektiğini hatırlatıyor. Tükürüklerimizi, Hanımefendi’nin iğrenmelerini hatırlatıyor. Sizin türkürükler ne durumda? İçinizde çürümesinler dikkat edin! Hıncımızı, ezilmemizi, öfkemizi, nefretimizi, tavan aramızın nasıl canımızı acıttığını konuşuyoruz. “Üstten bir bakış lazım” diyor K.A. Efendi’nin bakışı bu bizi hapsettiği tavan arasına.
Claire’den yansıyan Hanımefendimiz “Benim elimden alamazsınız aklı, güzelliği size rağmen ben varım.” diyor bize. Bunu ıhlamurdan sonra konuşalım Sahip. İçirebilecekler mi de bilmiyorum ki. Pek bir korkuyorlar yakalanmaktan. Hanımefendi’nin yatak odası çatı katı değil tabii. Geldi yine ablamız, yoldaşımız Solange. Çekiyor nutuklarını. Pek bir seviyor söylediklerini. Claire’in de içine Hanımefendi kaçınca tadımız kaçıyor. Belli ki bizi kalkıştırmaya çalışıyor yine. Hakaretler ediyor bize. Biz de yükselip yükselip bu dünyadan gidiyoruz. Köleliğimizden kopup özgürleşiyoruz. Nasıl yani? Eee Genet bu! Genet demişken yaptığı taksi şoförü benzetmesinden de bahsediyoruz. Solange’ın o çok sevdiği nutuklarının sıradan bir şey gibi söylenmesini istiyor Genet. “Parisli bir taksi şoförünün bir anda argo bir eğretileme uydurması gibi kendiliğinden… Bir matematik işleminin sonucu gibi dile getirilecek, özel bir sıcaklık taşımadan.” diyor Genet.Ve bahsettiği yürek temizliğinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek miyiz hep birlikte göreceğiz. Akışımız bitti, Hanımefendi’miz şimdilik kaçtı ama biz dördüncü akışımızda da yakaladık oyun süremizi. Üç günlük bir ara veriyoruz ve dokuzuncu prova haftamızda da kaldığımız yerden devam edeceğiz. Hatta prömiyer haftamız diyelim heyecanımız artsın. Biletlerinizi almayı son ana bırakmayın aman yersiz kalmayın.
Heyecanla ve hınçla kalın!
30.12.2024
“Emeğinle sermayeyi yükselteceksen, vazgeç!”
Merhaba sevgili Cesurlar, 2024’ün ve Hizmetçiler’imizin son prova haftasının ilk gününde tüm ekip bir aradayız. Bugün uzun bir gün olacak. Prömiyer haftamızın coşkusu ile İtalyan provamızı almaya başlıyoruz. Bu sefer dikkat edelim de Hanımefendimizi kaçırmayalım elimizden. Ve hazırız, bugünkü seyircilerimizi bekliyoruz. Herkes geldiğine göre haftanın ilk işgaline başlayabiliriz. Solange direnmeye başladı, gıcık veriyor hepimize. Biz bu oyunu oynamak istiyoruz niye böyle yapıyorsun Solange? Öff… Tamam, beyaz payetli elbise sana kalsın. Oyna artık şu oyunu, mızıkçı! Claire çatı katımızdan bahsetsin de gör gününü. Utandın mı Solange? Utandın. Tamam geçelim bunları. Claire ise Şeytanın güçlü kollarıyla uçtu, gitti. Daldık yine fantezilere. Bu ses de ne? Ahhh saatmiş, uyandık. Claire de her yeri dağıtmış, bir de Hanımefendi’nin elbisesi çıktı başımıza. Adını andık geldi despot. Ne çok haz alıyor Şeylerin karşısında aptallaşmamızdan. Biliyor çünkü, biz hiçbir zaman onlara sahip olamayacağız kendileri gibi. Claire’cim ne oldu canım? Geldi yine sünepe hallerin. Eğil eğil, biraz daha eğil. Bak Solange’a gaza gelmiş nasıl da yükseliyor. Eyleme geçebilir mi acaba? Hakaretler, küfürler işe yarar mı? Durun bir dakika, bir çığlık duydum. Siz de duydunuz mu? İşte yine geldi. İşte…
“İmdat”
Hanımefendi’nin sesi mi bu yoksa? Ahh, dilerim öyledir. Bir huzur sardı bizi. Devrim anının huzuru gibi ilahi bir an. Ama J. Genet’e bize “Güçsüzsünüz, o devrimi yapamadınız.” demişti. Kafam karıştı doğrusu. Prömiyerde öğreniriz artık. Akış süremiz şahane bir ortalama yakaladı. Seyircilerimiz de bu bir buçuk saat nasıl geçti anlamamışlar. Seyirci demişken Felekten Hemşiremiz Deniz Elmas da aramızdaydı. Macbeth bacılarından Hizmetçi bacılara prömiyer ve yeni yıl öncesi nar hediyesi getirmiş. Biz de kesip afiyetle yedik. Teşekkürler bacılar. K.A biraları hakettiğimizi söyleyince de Genet ve şamanlarımız şerefine içtik. Bu arada sevgiyle Fikriye hanımı da andık. Kim diye sormayın o da bize kalsın. Yarınki akışta görüşmek üzere sevgili Cesurlar.
Hınçla ve merakla kalın!
31.12.2024
“Karanlık bir kararlılık lazım bize!”
Yılın son gününden ve provasından selamlar sevgili Cesurlar. Efendilerin de son günü olur mu dersiniz? Olmazsa eğer Genet tarafından lanetleneceğiz demektir. Pek bir yorulduk bu zulümden. Pek bir yoruldu Hizmetçilerin -hayatta kalmayı başarırsa- Hizmetçi olacak çocukları. Sesleri kulağıma çalınıyor. Her gün oyun oynaması gerekirken bombaların ortasında yaşamaya çalışan bir çocuğun sesi. Çok yorgun. Claire de çok yorgun. Hâlbuki ne çok şansınız vardı kızlar buna son vermek için. Efendinin yaşamı her gün sizin ellerinizde. Ama hayır, yapamadınız. Yapamadık. Kanımıza işlemiş hizmetçilik ruhu. Efendi bize vermiyor işte hak ettiklerimizi. Daha neyi bekliyorsunuz? Niye yetmiyor bu kadarı? Söyler misiniz neden? Bundan güzel gerekçeyi nereden bulabiliriz? Ne zaman? Niye yetmiyor? Artık bizim almaya hakkımız var, ister cebinden ister kanından… Ve sonra çakarız kibriti. Pufffff. Solange sevdi bunu, kundakçı kelimesi de pek bir hoşuna gidiyor zaten. Kundakladıkça, ayyy pardon kullandıkça pek bir keyif alıyor. Biz de önce İtalyan provamızı sonra da genel akışımızı alıyoruz. Ve yeni yıl çekilişimizi yapıyoruz. Kime hediye vereceğimizi bilmeden aldığımız hediyeleri masanın üstüne bıraktık. Torbadan kimin ismini çekerseniz ona aldığınız hediyeyi veriyorsunuz. İlk kez duydunuz değil mi çekilişin böylesini, ben de öyle. Ama hoşumuza gitti doğrusu. Hediye alırken de kime alacağını bilmeyince pek bir heyecanlı oluyor. Hem kime vereceğinizi bilmiyorsunuz hem de kimden hediye alacağınızı. Hanımefendimize de gardenalli ıhlamur çıkar mı acaba? Canı, biricik kızları Hizmetçilerinden sevgi dolu ıhlamurlar… Hem de en şık takımlarıyla. Afiyet olsun.
“Ah! ça ira, ça ira, ça ira,
Les aristocrates à la lanterne!
Ah! ça ira, ça ira, ça ira,
Les aristocrates on les pendra!”
İyi seneler Cesurlar,
Hınçla kalın!
02.01.2025
“Hakkınızı alın Hizmetçiler, yaşama zamanı!”
Yeni yılın ilk provasındayız. Seyirci kalmayalım diye en güzel en parlak kazançlarımızın götürülüşüne, bir günlük aramızdan sonra buluştuk tavan aramızda yine. Hemen hazırlanıp, oyun fotoğraflarımızın çekileceği bir akış alıyoruz sonra da genel akışımıza geçiyoruz. Geldi lanetimiz, efendimiz. Yücelttiğimiz, uğrunda cesaretle savaşa gidip, kendimizi ölüme atmaktan çekinmediğimiz Hanımefendimiz. İncilerini, tebessümlerini, etolünü getirdi işte. Hanımefendi bizi ezebildiği bu üstünlüğü nasıl elde etti dersiniz? Nereden buldu ki? Bizim üzerimizde nasıl iktidar sahibi olabildi? Bu tiran bizi nasıl kul etti, Hizmetçi etti kendine? Nasıl da alçaklaşıp, lütuf dileniyorsunuz kızlar? Bu ne hal? Hanımefendini memnun edebilmek için ne istediğini önceden düşünüyor hatta ön görüyorsun Claire. Ne uğraştın, didin be Claire. Efendin keyiflendi diye Beyefendinin bırakılmasına, sen de havalara uçtun kardeşin Yoldaş Solange da. Ne çabuk unuttunuz töreni? Bu yaşamak mı kızlar? Bu yaşamak mı Hizmetçiler? Kendine ait hiçbir şeye sahip olmayarak özgürlüğünü, bedenini ve yaşamını başkasının ellerine vererek yaşamaktan daha sefil bir durum olabilir mi? Zengin olmak için mi Hizmetçilik yapıyorsunuz? Size ait olacak hiçbir şey kazanamayacaksınız. Çünkü kendiniz bile kendinize ait olduğunuzu söyleyemeyecek durumdasınız. Kızmayın bana ama. Bunları ben söylemiyorum ki! Söyleyemem de, yok bende o kadar sermaye. J. Genet ve Etienne de la Boetie diyor. Ben de onların kuluyum işte. Hadi, somut bir suç var edelim öyleyse. Yarın her an her şey değişebilir, hazırlıklı olmakta fayda var. Gardenalleri hazırlamışsınızdır artık değil mi sevgili Cesurlar? Kaç kere dedim hani. Bir kontrol edelim listeyi; tükürükler, hınç, gardenelli ıhlamur. Tamam mıyız? Biz tamamız, akışımız bitti. O halde;
“Her şey yoluna girecek, yoluna girecek, yoluna girecek,
Despotizm sona erecek,
Artık ne soylular, ne rahipler var,
Ah! ça ira, ça ira, ça ira,”
şarkımız kulaklarınızda çınlasın.
Hınçla kalın!
03.01.2025
“Nihayet! Hanımefendi öldü! Bulaşık eldivenleri öldürdü onu.”
Sevgili Cesurlar, artık buradan vedalaşma zamanı. Sahneden işgale, yıkmaya, devrime ve bu kutlu törene devam edeceğiz elbette. Fakat bizim için son prova günü, son prova günlüğü. Merak etmeyin akışımızı da aldık, italyanımızı da. Şimdi mutfağımıza dönme vakti. Törenimize sizleri katma vakti. Mızıkçılık yapmayın da oynayalım şu oyunu hep birlikte. Kurbanımızın efendiliğinin, bizim de köleliğimizin bilgisini; Hanımefendinin yatak odasını ele geçirelim. Ve yıkalım tüm hıncımızla, emeğimizi sömüren bizi iki büklüm eden ne varsa! Prömiyerde görüşmek üzere,
Hoşça kalın!