HİZMETÇİLER
Yazan: Jean Genet
Yöneten: Kemal Aydoğan
Çeviren: Ayberk Erkay
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Afiş Tasarımı: İlknur Alparslan
Oyuncular: Yılmaz Sütçü, Kerem Fırtına, Dilan Düzgüner
Asistanlar: Mesut Karakulak, Sevda Yeliz Nar
Sahne Tasarımı Asistanı: Cansu Uygun
PROVA NOTLARI
04.11.2024 – Prova Günlüğü
“Özgür Yaşa Ya Da Öl!”
Provanın ilk günü stüdyodayız, herkes burada. Heyecan ve merak ile doluyuz. Belki Jean Genet hınç dolu olmamızı isterdi… Ama heyecan ve merak dolu hınç da olabilir bizimki. Zamanla keşfedeceğiz bunu.
okumaya, konuşmaya başladık. Sahi, emeğimizi sömüren jest nasıl kurulur? Siz de fark ettiniz mi hizmetçilerin üniformaları ile yas kıyafetleri arasındaki benzerliği? Bir düşünün derim.
06.11.2024 – Prova Günlüğü
“Savaşma, seviş!”
“Ne fait pas la guerre, fait l’amour”
Askerler cinsellikten uzak tutulur, neden?
Hizmetçi kardeşlerimizin hizmet etme dışında bir hayatları yoktur, o evin dışında da bir hayatları ve varlıkları yoktur. Bir “Şey ” gibidirler. Ve Hanımefendi’nin sahip olduğu her şeyden muaftırlar. İhtiyaçları, istekleri, sevme sevilme arzuları yoktur. Hatta doğurmak ve üremek de Hanımefendi’ye aittir. Sevişmek de, mücevherler de, elbiseler de… Biz yalnızca Şeyleri üretiriz.
Siz öyle sanın! Sütçü var, sütçüüüüü… Sütçü Mario… Bizim de Yılmaz Sütçü’müz var. Claire rolüne çıkar kendileri yada Hanımefendi mi demeliyim? Oyuna gelin de siz karar verin. 2 Aralık’ta biletlerinizi almayı da unutmayın!
Ne diyorduk? Bizi hazsız bir dünyanın varlığına inandırarak manipüle ediyorlar diyorduk. “Düzen bekçisinin soysuz ve intikamcı gözünde, çıplak taş ile sevgisizce boyanmış bir gökyüzü parçası arasında tecrit hapsine mahkum ediliriz. Kendi içimize döndüğümüzde, tecrit edilmiş bunca gövdenin, benzer ve kardeşçe bunca yalnızlığın ve suç ortağı solukların baş dönmesi ve ateşi içinde dönüp duracaktır arzularımız.” diye ekledi Tahar Ben Jelloun.
Teşekkürler Tahar.
Papin kardeşleri duydunuz mu? İnsan böyle bir cinayeti nasıl planlar, neden planlar ben bilemedim? Umuyorum ki Claire ve Solange bize bunu ifşa eder. Aslında bundan şüphem yok çünkü provanın 3.günü de oldukça verimli geçti. Sona yaklaşıyor gibiyiz, siz de prömiyere gelirken muhabbet çiçeklerinizi, glayöllerinizi ve mimozalarınızı getirmeyi unutmayın. Jean Genet sever diye duyduk çünkü.
Bol tükürüklü günler…
07.11.2024 – Prova Günlüğü
“Savaşa hayır, ancak sınıf savaşı”
“Non à la guerre, mais la guerre des classes”
İsyan ateşi yandı, savaş başladı. Meydan okuma yakındır! Tavan arasında bir oda ile XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odası arasındaki savaş bu.
Aaaa hayır hayır yanılmışım, savaş yeni başlamamış! Başlayan bizim provamızmış. Çünkü “Sömürenlerle sömürülenlerin, hayatı üretenlerle üretenlerin sırtından geçinenlerin savaşı hep vardı” diye uyardı Solange. Çok bilmiş, dedektif dergilerinde mi okudun bunu da? Peki Solange’cım biz öyleyse provaya göz atmaya devam edelim. Eylem merkezlerimizi çalıştık. Baş, göğüs, hara bölgesi… Tüm enerjinizi hara bölgesine toplayıp öyle hareket ederseniz ne olur? Ya oraya kocaman bir kaya gelip oturursa? Yapamazsınız… Neyi? Ve sonra gelir, devrim kendi çocuklarını yer. İşci sınıfı ancak birbirini mi yok edebilir?
Jean Genet, kendini bir devrimci olarak görüyor muydu acaba dememe kalmadan “Benim konumum bir serserinin konumu, bir devrimcinin değil. Kendimi tanımlamamı nasıl istersiniz? Hem sonra sırtıma yapıştırılabilecek kelimelerin hiçbir önemi yok: hırsız, eşcinsel… şimdi de devrimci. Hayır, devrimci olduğumu söylemek gelmiyor içimden.”diye bağırıverdi.
J. Genet’i kızdırdık provaya dönelim biz. Claire, Solange’a tavan arasının kokusunu hatırlattı. Karyolaları, komodini, şifonyeri ve üzerinde duran Meryem Ana sunağını. Bir de unutmadan söyleyeyim, kağıt çiçekler ve kutsanmış şimşir dalı da var. Kim bilir diz çöküp ne çok dua etmişlerdir Hizmetçi kardeşlerimiz. Neyi yırtmak için dua etmiştir Claire? Bir dakika, ne oluyor? Solange! Solange! Zırlıyor musun sen? Zırlayacaksan çık tavan arasına. Demişken biz de 3 günlük bir mola verip haftanın son prova gününe veda edelim. Kurduğumuz saat erken uyandırdı düşümüzden ne de olsa. Hanımefendi de gelir birazdan. Bakalım haftaya Hizmetçi kardeşlerimiz Genet’nin onlara sunduğu eylemi ve gücü nasıl değerlendirecekler. Yeterince hınçla doluysanız bundan haberdar olacağınıza eminim.
1.11.2024
“İsyan, Devrim, Anarşi!”
“Rébellion, Révolution, Anarchie”
Minik bir aradan sonra tekrar provadayız. Özledik doğrusu. Hem ısınma egzersizleri ile başlayan provamızı hem de tükürmeyi özledik. Sizin tükürükler ne durumda bakalım? Geçtiğimiz hafta ne kadar tükürdünüz? Umarım tükürmek için yeterince sebebimizin olduğunun farkındayızdır. Tükürebilmeliyiz, tükürebilmeliyiz ki tükürüklerimiz bizi boğmasın. Hem bu iktidar mekanizmasına karşı “fışkıran tükürüklerimiz, elmas broşlarımızdır” der Yoldaş Solange. Ne güzel demiş.
Ama böyle de olmaz ki, “Mutfaktan gelen her şeyde tükürük var, her şeyde! Tükürük istemiyorum dedim size, içinizde kalsın tükürükleriniz, orada çürüsünler.” Hanımefendi bizi çürütmeye niyetli. Dikkatli olmalı Claire’cim Hanımefendi’ne karşı şefkat nöbetine tutulduğunda çürüyebilirsin diye uyarıyor J. Genet seni ve tabii bizi de, benden söylemesi. Yoldaş Solange durur mu? Belli ki her yere tükürmüş. Hanımefendi çıldırdı. Ne de olsa tükürük temiz ve hijyenik egemen dünyasını kirleten Hizmetçi pisliğidir.
“Bu dünya, en iğrenç suçun onanması, hatta benim gözümde aklanması ise, en aşırı küçülmenin de göstergesi olacaktır” (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 12 ) diye eklemek istedi J. Genet. Tabii kendisi bir küfür gibi tükürürken sözcüklerini, meydan okuyor düşman gördüğü topluma ve düzene. Ama zaten tükürük kelimesinin kökeni bir çiçeğe dayanır. “Glavyo”, yani balgam (Hırsızın Günlüğü/Jean Genet, sf 21 ). Glayölleri sever Genet. Prova günlüklerimizi okuyorsanız bilirsiniz. O halde hep birlikte tükürüyoruz, hazır mısınız? 1, 2, 3 Puuuuuuuuuuuuuuu! Yanlış anlaşılmak istemeyiz, Hanımefendi güzel görünsünler istiyoruz sadece.
Claire, Solange kurtuluşa kadar savange!
12.11.2024
“Zenginleri ye”
“Mangez les riches”
Para
Sizi yönetiriz Sizi yönetiriz
Sizi kandırırız Sizi kandırırız Sizi kandırırız
Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz Sizi vururuz
Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz Sizin yerinize düşünürüz
Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız Bizler çalışırız
Pasta yemeyi sever misiniz? Neli pasta seversiniz? Ben çok severim pasta yemeyi, her türlü pastayı da yerim. Nereden başlasam acaba yemeye? Üstümüzdeki tüm katlar çok lezetli görünüyor. Tırnaklarımızı iyice bileyelim, nefret gözümüzü karartsın. Çünkü artık hizmetçi olmayacağımız anın yaklaştığını hissediyorum. İntikamımızı alacağız. “Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın. Nefretimi cennetin kapısında bırakmaktansa peşinizden cehennemin dibine gelmeyi tercih ederim.” Uuuuuuuuuuuf, Solange oldukça hınçlı. Ama bir türlü onun, o boynunu sıkamıyor işte. Sı-ka-mı-yor!
Hanımefendinin şefkatinden kurtarman lazım Claire’i, yoksa ona yenilecek ve Hanımefendi onu yiyecek. Başımıza yeniden yeniden Hanımefendi’yi üretiyor bu Claire. Bu gidişle Hanımefendi olacak. Olabilir mi ki? Ne olursa olsun, Hanımefendi gerekirse ölmeli.
Ne var? Niye ayıplayıp, yargılıyorsunuz bizi? “İyi olmakta, güler yüzlü olmakta, şefkatli olmakta ne var? Kolay. İnsan güzel olmaya, zengin olmayagörsün! Peki ya hizmetçiysen? İyi olmak o zaman meseledir işte!” Haklısın Solange’cım. Yani sizi bilmem ama ben hak verdim Hizmetçi kardeşimize. Hem J. Genet de “Kötülüğü o şekilde yaşayacaksınız ki iyiliği simgeleyen toplumsal güçler sizi ele geçiremesin” der. Sahi iyilik demişken kötülük ne ki? “Kötülük: Bütün kurallara karşıt bir yazgının peşinden gitmeye yönelik bu iradeyi, bu küstahlığı yalnızca biz anlarız(Jean Genet / Edmund White, sf 411). Yani bir irade mi bu? Bir küstahlık mı?
Ne oldu? Kızdınız mı? Sinirlendiniz mi? Ya da İncindiniz mi bize? Ne de olsa “Genet’i yakından tanımak, kimsenin yara bere almadan çıkamayacağı bir mecradır.” demiş Juan Goytisolo.
O halde acının sefilliğini suçunun ihtişamıyla telafi etme zamanı Solange. Sonra da çakarsın kibriti. Bu ritüel için bir kurban verilecek… Ama hayal mi gerçek mi bilemiyoruz tabii. Bunun için prömiyeri beklemek lazım. Bekleyeceğiz artık… Siz de boş durmayın! Ihlamurları kaynatın, gardenalleri hazırlayın.
Çalışın, çalışın, çalışın…
Hınçla kalın!
13.11.2024
“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”
“Il n’y a pas de salut seul, tous ensemble ou aucun de nous”
Duyuyorum bize güldüğünüzü. Nutuk çekiyorum diye gülmeyin sakın. Biz provamızın yedinci gününde korkularımızla, oyunlarımızla ve egemenlere olan kinimizle sarmalandık, onlara karıştık. En az bir çocuk oyunu kadar ciddiyiz. Biçimleniyoruz. Sınıfsal öfkeyi biçimlendiriyoruz. Ne de olsa Jean Genet’in edebiyatla işi yok. Onun istediği tanıklık, teşhir. Öyle değil mi Solange? Siz ne durumdasınız? Var mı sizi biçimlendiren bir evcilik oyunu, bir ritüel, bir ayin ya da bir tören? Ahhh tören… Ne güzel kelime “tören”. Bizi katılmak zorunda bıraktıkları törenlerden bahsetmiyorum ama. J. Genet’in bize sunduğu gibi düzene karşı bir tören. Bir özgürleşme, özgürleştirme ayini.
İşte bir cevap geldi bile; provamızdan bir şamanın sesi bu. Kendi kendine geceleri yaptığı töreni anlatıyor bize. “Çocukken, kimse evde yokken akşam üstü kafama sardığım bornoz ve yaptığım kostümlerle balkona çıkar sokaktaki çocukları selamlardım. Onlara bilmediğim Alman dilinde konuşur bir şeyler uydururdum. Tanıyamazlardı beni akşamın karanlığından, kim olduğumu çıkaramazdı mahalledeki çocuklar.” Ben de size bir sır vereyim öyleyse. Aynı töreni ben de yapardım fakat bornozla değil fötr şapkayla. Ne çok severdim o fötr şapkayı ve bana kazandırdığı kimliği giymeyi. Sence de öyle değil mi Claire? Hanımefendiliği giymeyi seviyorsun değil mi?
Şaman demişken, derdimizi iyileştirecek, bizim yerimize bu derdi giyecek şamanlarımızı bir tanıyalım. Hanımefendi rolünde Düzgün Dilan, Claire rolünde Sütçü Yılmaz ve Solange rolünde Fırtına Kerem.
Fakat siz bana inanmayın, Solange ve Claire gibi rolleri de akışkan. Ama şuna eminiz bu töreni gerçekleştirmeye Claire daha istekli.
Eşitlenme isteği ile eşitliği bozanın yerine geçip bu derdi bizim için eyleyecekler. Eylemin sahibi olabilecekler mi hep birlikte göreceğiz. Bize ne olacak peki? Hizmetçi kardeşlerin bu ayini ile sınıfsal eşiği atlamaya hazır hale gelecek miyiz? Ya da köleliğimizin ontolojik yapısını anlayabilecek miyiz? Sınıfsal olanı kavramanın eşiğine gelelim hiç olmazsa. Biraz da zehirlenelim, iyi gelir.
Pan zehirleri hazırlayın ve hınçla kalın.
14.11.2024
“Zengin daha da zenginleşir, yoksul daha da yoksullaşır.”
“Les riches s’enrichissent, les pauvres s’appauvrissent.”
Mülksüzlerin çatı katı Moda Sahnesi’nden, aşağılanmışlıklar içinde yaşadığımız bu ülkeden herkese selam. Sık sık Moda Sahnesi banklarında da görebilirsiniz mülksüz dostlarımızı, Hizmetçi kardeşlerimizi. Bazen orda uyurlar, bazen çay içerler, oyun oynarlar, şarkı söylerler bazen de sohbet muhabbet… Peki siz nasılsınız bugünlerde? Hizmetçi kardeşlerimiz nasıl? Onlara ne olacak, bu oyunu sürdürebilecekler mi? Akşam olunca zindan yataklarına mı dönecekler yoksa? Orasını hep birlikte göreceğiz. Ama bu çatı katında yaşamaktan belleri büküldü, bitlendiler, koktular.
“Ben severdim tavan arasındaki odamızı.”
“Yumuşama Claire! Sırf bana karşı çıkmak için seviyorsun. Ben nefret ediyorum ya. Olduğu gibi görüyorum ben o odayı, iğrenç, tamtakır. Hanımefendi’nin tabiriyle sefil. Layığımız da bu gerçi! Bitli yaratıklar değil miyiz!”
Hanımefendi neden onlar için gerekli önlemleri almıyor. Neden almazlar ki Hanımefendiler bizim için gerekli önlemleri? Hem bitimizden, kokumuzdan rahatsız oluyor hem de bizi mahrum bırakıyor güzel kokmaktan, temiz olmaktan. Hanımefendi’nin canı buna pek bir sıkkın. Bizim olmadığımız bir düzende yaşamadığı için heralde… Hanımefendi’ye göre de pis bir hayvan gibi kokuyoruz.
“O, o bizi seviyor. O iyidir. Hanımefendi iyidir! O bize bayılıyor.”
“Koltuklarını nasıl seviyorsa öyle seviyor bizi. Bizden çok seviyor onları! Bizi helasının pembe fayanslarını nasıl seviyorsa öyle seviyor. Klozetini. Bizse birbirimizi bile sevemiyoruz. Pislik pisliği sevmez.”
Yoldaş Solange uzun zamandır bu oyunu herkese ifşa etmek istiyor, damlara çıkıp gerçeği haykırmak istiyor. “Gönlünüzce seçtiğiniz parfümlerden, pudralardan, ojelerden, ipeklerden, kadifelerden, dantellerden beni mahrum edebileceğinizi mi sandınız? Sütçüyü elimden alabileceğinizi mi sandınız?” demek istiyor. Lafı döndürdün dolaştırdın, getirdin yine Sütçü’ye Solange. Nedir yani bu Sütçü Mario, Aziz midir? Yoksa sevdin mi sen bu Mario’yu? Aşık mısın yoksa?
Bakalım siz sevecek misiniz Hizmetçi kardeşlerimizi? Bu suça ortak olacak cesaretiniz var mı? İktidar sistemlerini yıpratıcı şekilde sorgulayıp altüst edecek misiniz bizimle? Bu oyunu, bizi, ifşamızı sevecek misiniz? “Bir şeyi yaparsan, inandığın içindir, kendini iyi göstermek için değil; ister iyilik yap ister kötülük, ama yaptıkların karşılığında hiçbir şey bekleme, görüyorsun, bana karşı nazik olan insanlarla aram iyi değil, ama en azından başkaları gibi değilim… ” diye nasihat ettiği için J. Genet pek de önemli değil sevip sevmemeniz.
Minik bir ara verelim bu törene, haftaya kaldığımız yerden devam edelim oynamaya. Hınçla kalın çatı katınızda!
18.11.2024
“Zafer direnen Hizmetçinin olacak”
“La victoire sera pour le serviteur qui résistera.”
3 günlük bir aradan sonra 3.haftamıza hızlı bir giriş yaptık. provaya başlamadan önce bu hızın kapitalizm sayesinde bizi nasıl kargo paketlerine dönüştürdüğünü konuştuk. Güne ısınma egzersizi ile başlamak için Büyük Salonda toplandık. Bugün ve haftanın kalanında eksiğiz. Herkes burada değil anlayacağınız. Hanımefendi’miz bir süre bizimle olmayacak. Beyefendi Fransa’dan kaçarken Hanımefendi’miz de beyaz elbisesini giymiş eşlik ediyor, birlikte sürgünleri götüren gemi Lamartinière’e binip Şeytan Adası’na Guyana’ya gidiyorlar. Bunun bizim fantazimiz olması da mümkün tabii. Acaba Hizmetçi kardeşlerimiz Hanımefendi’nin yokluğunda kaç kere tekrar edecekler bu ayini? Ve ısınıyoruz. Hem bedeni hem de hayal gücümüzü yani imgelemimizi ısıtıyoruz. Gündelik hayatımızı sahnenin dışında bırakıyoruz. Enerji çemberi, staccato-legato, yürü-don-ayna, enerji merkezleri ve balla dolu enerji merkezleri. Bunu bal yaptığımız her seferinde canım bal çekiyor ve bir dakika, bir ses duydum galiba. Evet evet küçük insan sesi bu. “Burası ne? Kim bunlar? Orası ne? Ne yapıyorlar? Neden yapıyorlar? Bu ne? O ne? Şimdi ne oluyor? Ben de yapacağım. Sen ne yapıyorsun? Neden yapıyorsun?” derken yorulmadan usanmadan merakla sordu da sordu küçük insan. “Biz her şeyi sormayı nerede unuttuk?” Claire ve Solange nerede unuttu? Görünen o ki törenleri onlara yeniden hatırlatıyor bu soruları. Isındık ve Hanımefendi’nin yokluğunda Hizmetçi kardeşlerimiz onlara ait olmayan bu mekanda onlara ait olmayan bu Şeylerle başladılar mülkiyeti ele geçirme oyununa.
“Vermem gereken karşılığı yüzünüzden okuyorum ve sonuna kadar gideceğim.” Dünyanın bütün Hizmetçi kardeşleri işi durdurun ve kafanızı kaldırıp Hanımefendi’lerin suratına bakın, bakın ki vermeniz gereken karşılığı bilin diyor yani Yoldaş Solange.
Bir insan tekinin böyle düşünüyor olması da devrimi hazırlar mı? Bu arada Can Yücel’i de anıyoruz. Hikaye bize kalsın, nasıl andığımızı bir Can Yücel bilir bir de Can Yücel bilir.
“Sizin çiçekleriniz var, benim musluğum. Ben hizmetçiyim. Ama en azından beni daha fazla kirletemezsiniz. Ve sakın yanınıza kalacağını sanmayın.”
Peki ya tutku ve nefret aynı şey mi?
Ve hamle…
Çürümemek için bol tükürüklü bir hafta geçirmeniz umuduyla,
Hınçla kalın!
19.11.2024
“ Suçun başladığı yer yoksulluktur.”
“C’est dans la pauvreté que naît le crime.”
Büyük salondan, Jean Genet’in tekinsiz ve zemini kaygan dünyasına adım atabilmek için uyanacağımız bu alandan herkese günaydın. Dün de bahsettiğimiz gibi Hanımefendi’miz Lamartinière’inde güverte sallandıkça sallanıyordur şimdi. Biz de onun yokluğunda bu kaygan zeminde sallanalım da ısınalım. Başlamadan önce birkaç anı dinliyoruz. Şamanlarımızdan biri bizimle şunu paylaşıyor; “Babam gençken kamusal bir alana yazılama yapmaya çıkar ve “Zam zam zam, bunun sonu ne zaman” diye yazdığı sırada yakalanır, ceza alır. Hala bu yüzden yurt dışına çıkış yasağı var.” Sevgili şaman, baban büyük tehlike yaratmış olmalı Hanımefendiler için. Görünen o ki, yurt dışındaki Hanımefendiler bugün bile korunmak zorunda babandan ve Hizmetçi kardeşlerimizden.
“Hizmetçi varsa, ben var olduğum için var. Çığlıklarım var olduğu için, hareketlerim var olduğu için. Benim sayemde varsın ama kalkmış benimle alay ediyorsun! Bir bilsen Hanımefendi olmanın, şımarıklıklarınızın bahanesi olmanın ne kadar zor olduğunu, Claire! Senin varlığına son vermek benim için çocuk oyuncağı. Ama ben iyiyim ve güzelim ve sana meydan okuyorum. Sevgilimin bedbahtlığı, çaresizliğim, güzelliğime güzellik katıyor!”
“Artık yeter!”
Suç nedir, nerede ve nasıl başlar? Neyin suç, kimin suçlu olduğuna, cezasının ne olacağına kimler, nasıl karar verir? Suç demişken 7 aylık bir bebekken yetimhaneye bırakılmış ve orada büyümüş, küçük yaşta suç dünyasıyla tanışmış -Stephen Barber’in tabiriyle- Piç Genet’ten suçlu velete dönüşen yazarımızı anmadan geçmeyelim. Yaşamının büyük kısmını ıslahevlerinde ve hapishanelerde geçirmiş, pek çok farklı suç deneyimi hatta entelektüel çevresinin engel olduğu ömür boyu hapis cezası almasına sebep olan hırsızlık suçu bile bulunmaktadır yazarımızın.
Hırsızlık nedir? Hırsız kimdir? Neden hırsızlık yapar?
“Hırsız mı? Ben mi?” Hayır, Yoldaş Solange sana sormuyorum J. Genet’e ve okurlarımıza sordum bir sakıncası yoksa. İşte J. Genet’ten bir cevap; “Çalmaya başladımsa bunun nedeni aç oluşumdu.” “Ben hiçbir zaman bir insanı soymadım, bir işlevi soydum. İşlev de umrumda değil.”(Açık Düşman / Jean Genet, sf 12, 25)
Medya büyük hırsızları tanrılaştırırken, Hanımefendilerin suçlarıyla bizi büyülerken Hizmetçilerin hırsızlığı nedir? Hizmetçilerin işlediği suç nedir? Hanımefendiler parasını ödediği kamusal alanlara, reklam panolarına istediğini yazarken ceza alacağı bir suç işlemiş olmaz tabii.
“Sesini alçalt, yalvarırım. Hanımefendi’nin… iyiliğinden bahset. O ‘cevherlerim der!” Bak doğru dedin Claire, dünyanın bütün Hizmetçileri, Hanımefendilerinin cevherleridir. Biz olmasak ne yapar bu Hanımefendiler?
Şimdi o cevherlerden mahrum bırakma zamanı!
1 günlük bir ara verip Perşembe günü kaldığımız yerden bu protesto ayinine devam ediyoruz.
Bol tükürüklü günler.
21.11.2024 – Prova Günlüğü
“Güç halka aittir”
“Le pouvoir appartient au peuple”
Çatı katımız Moda Sahnesi’nde bir günlük aradan sonra tekrar bir aradayız. Bu lodoslu ve lodosun getirdiği yağmurlu günde, Aziz Mario’ya dua edelim de uçurmasın çatımızı tepemizden. Birlikte tükürmeye, hınçlanmaya hatta ateşe verip ısınmaya da devam tabii.
“Bunca zamandır birbirimizi tanıyoruz, benim hava durumu ile ilgilenmediğimi anlamadınız mı hala? Gökyüzüyle, yağmurla, güneşle, güzel havayla, sıcakla soğukla işim olmaz… Bir bu eksikti, hava durumunu tartışacağız!”
Hava durumundan bahsetme ihtiyatsızlığında bulunduk, J. Genet’yi kızdırmayı başardık yine. Tamamdır, anlaşıldı. Bunu konuşmuyoruz. Müstehcen gölgesi de her yerde zaten, temkinli olmakta fayda var. Bugün dikildi tepemize gölgesi, saldı üzerimize kışkırtıcı imgesini. Sütçü’ye dua edersek böyle olur tabii.
Ne diyorduk? Ateşe vermeye devam ediyorduk. Evet, yanlış duymadınız gerekirse ateşe vereceğiz ortalığı. Hem rüzgar da bizden yana.
“Sakin ol, Solange. Yangın çıkmayabilir. Senin yaptığın anlaşılır. Kundakçılığın cezasını biliyorsun.”
“Her şeyi biliyorum. Gözümle kulağım sürekli anahtar deliğinde. Hiçbir hizmetçinin dinlemediği kadar kapı dinledim. Her şeyi biliyorum. Kundakçı! Kulağa ne hoş gelen bir unvan.”
Pek bir sevdin bu kundakçılığı Yoldaş Solange. “Les Pétroleuses” adı verilen kadın kundakçıları mı duydun yoksa sen? Ya da Genet’in “Sertliğin bir amacı yoktur, şiddetin ise bir amacı vardır.” dediğini mi duydun? Kesin 1871 Paris Komünü sırasında Les Pétroleuses’ün işgal altındaki Paris’te, burjuva mülkleri ve stratejik noktaları yaktığını okumuşsundur dedektif dergilerinde.
Peki terörizm nedir?
“Terörizm kurumların içinde var, örneğin bize, seçme şansı bırakmadan, herhangi bir eylemi, herhangi bir insanı belirtmek için bir söz dağarı dayatan kurumlaşmış bütün hareketlerin içinde var. Düşünüyorum da, ben sekiz yaşındayken, bana “Alman, işte düşman!” dendiğinde beni terörize ediyorlardı. Terörizm, terör tohumları eken şeydir. Gerçek terörizm, devrimcileri silaha sarılmaya yönelten derin nedenlerin üstünü örten şeydir.” (Jean Genet: Yüce Yalancı / Tahar Ben Jelloun, sf 124)
Yani amaç araçları haklı mı kılar? Hangi durumda?
O halde çaktığımız, çakacağımız kibritle yarın yakmaya devam Solange’cım, ısınırız. Ihlamuru da kaynatmayı unutmayalım. Bu soğuk havalarda iyi gider.
22.11.2024
“Kahrolsun Hanımefendi, yaşasın Hizmetçiler!”
“A bas Madame, vive les Bonnes!”
Prova haftamızın son gününde evde denenmesi tehlikeli olabilecek Kemal Zinder egzersizleri ile ısındık. Merak edenler için kısa bir reçete vereyim; enerji merkezi alt karın, tüm odak orada ve içi Ahmet Kaya ile dolu hareket ediyoruz. Bir süre sonra bir başka egzersiz için sıfır noktasına gelip merkezimizi kalbe alıyoruz ve içi Sezen Aksu ile doluyken hareket ediyoruz. Evde tek başınızayken denemeyiniz. Çok isterseniz yanınızda sadece gerçekten güvenebileceğiniz ve ne denediğiniz, ne yaptığınız konusunda hiçbir fikri olmayan, olmayacak biri olsun. Ve çok istekli iseniz bir uyarı daha; enerji merkeziniz bu imgelerle dolu, taklit yok. Üzerimizdeki etkisini araştırıyoruz. Provanın en zorlayıcı kısmı da kafamızın içinin çikolata ile dolu olduğunu hayal ettiğimiz andı benim için. Enerji merkezim kafam ve içi çikolata ile dolu… Arzu merkezimi devreden çıkarmak hiç kolay olmadı! Teşekkürler Kemal Zinder.
Biraz da Hanımefendi’nin ve Şeylerinin hizmetçi kardeşlerimiz üzerindeki etkisine bakıyoruz. Bu Şeyler onlara ait değil ve konuşacaklar. Hizmetçi kardeşlerimizi eleverip, suçlayacaklar. Omuzlarına dokunmuş perdeler, yüzlerine bakmış aynalar, deliliklerine aşina ışık… Işık her şeyi itiraf edecek. Neden bu Şeylere hakim değiliz? Biz neye hakimiz? Neyiz biz Hanımefendilerin evinde? Niye bizi ele verir bu Şeyler? Sherlock gibi düşecek peşimize Hanımefendi. Ahh… Oyun artık tehlikeli! Fantaziden gerçeğin kabusuna mı dönüyoruz yoksa?
“Hayallerimiz er geç suçüstü yakalanır.” Sağol, Tahar. Bir tekme de sen vur…
“Ne cüretle salıverirler! Küstahlık bu yargıçların yaptığı, adaletle alay etmek! Aşağılıyorlar bizi!”
Üçüncü haftamızda da anladık ki Genet basit biri değil, çelişik ve ikili bir dokusu var. Öngörülemez bir insan, hatta yalancı diyenler var. Gülmek için, muhatabının kafasını karıştırmak için yalan söyler. Kurumları da, konforlu düşünceyi de sevmez. İnsanları provoke eder ve onları kendilerini sorgulamaya yöneltir diyen de var. Bay Tahar der ki “O böyleydi: Kolay anlaşılmayan, sınıflandırılması güç, ideolojik bir hatta tutması imkansız biri. Uzlaşma duygusu hiç yoktu; aşk hariç..” Biz onu çok iyi anladık bay Tahar. Ya da öyle sanıyoruz. “Hanımefendilerle ve onların Şeyleri ile uzlaşamazsınız, onun alanında onun araçlarıyla devrim yapamazsınız” dediğine eminiz ama. Bu prova haftasını da doldurduk, törenimize kısa bir ara veriyoruz. 20. yüzyıl Fransız edebiyatının asi çocuğu ve bunca insanı rahatsız etmiş -bay Tahar‘ın deyimiyle- provokatör militan Jean Genet, Hanımefendi’miz döndüğünde de provokasyonu nasıl devam ettirecek hep birlikte göreceğiz haftaya.
Tükürüklerimize zeval gelmesin, hınçla kalın!
Ah, ça ira, ça ira, ça ira!
25.11.2024
“Tanrı yok, Hanımefendi yok”
“Il n’y a pas de Dieu, il n’y a pas de Madame”
GÜNAYDIN. 4. haftamızdan herkese günaydın! Dilerim ki gün aymıştır, Hizmetçi sınıfı için de. Ya da ayacaktır en kısa süre içinde. Hanımefendimize rağmen aymıyorsak hala, vay halimize… Hanımefendimiz gittiği Şeytan Adası seyahatinden döndü, XV. Louis tarzı mobilyalarla döşeli yatak odasında süzülüyor şimdi. Hanımefendi’yi odaya bırakalım orada süzülsün biraz, belki egemenliği zayıflar. Biz Hanımefendi rolünü bizim için giyen şamanımız Düzgün Dilan’a dönelim. Kendisini çok özlemişiz, onu yeniden gördüğümüz için oldukça mutluyuz. Bizim için aldığı lezzetli eklerleri yerken de mutluyuz. Ve yokluğunda çalıştığımız sahneleri gösterecek olmanın heyecanı ile doluyuz. Tüm gün neşe içinde ona ne kadar çalıştığımızı, neleri keşfettiğimizi gösterdik durduk. Şimdi sahneye hanımefendimizi çağırmaya hazırız. Mangalda kül bırakmayan Hizmetçi kardeşlerimiz bakalım şimdi nasıllar Hanımefendileri karşısında. Ne o Yoldaş Solange? “Hanımefendi bağışlasınlar, Hanımefendi’nin “ihlemürünü” hazırlıyordum.” derken Claire ile pek bir eğleniyordun. Ne bu haller şimdi, Hanımefendi’nin karşısında ezilip büzülmeler? Anlayamadık. Bir kuple hatırlatayım sana. “Kız kardeşini vücuda getirenlere şahit olacaksın. Malzemesini tanıyacaksın. Bir hizmetçinin nasıl yaratıldığını öğreneceksin” demiştin bize ve Claire. Claire sana “Cenneti düşün” demişti, “Ötesini düşün” demişti. “Ötesi yok” derken pek bir asiydin. Ne bu haller Yoldaş Solange! Bir dakika, ben doğru mu duyuyorum? Hanımefendimiz “Ben de zorla girerdim içeri. Gözüm hiçbir şeyi görmezdi ki Solange, hiçbir hileye başvurmaktan çekinmezdim.” mi dedi? Vay vay vay! Şu Hanımefendiler kadar inansak kendimize, neler yaparız neler. Değil mi Yoldaş Solange?
Sahi Fransız Devrimini kimler yaptı? Ne için yaptılar? Sonuçta kimin işine yaradı bu devrim?
Siz cevapları düşünüp durun, biz de yarınki provayı bekleyeduralım.
“Yen zalim zenginleri, vazgeçme özgürlüğünden” demiş bir Özbek şarkısı.
Ne hıncımızdan, ne de tükürüklerimizden vazgeçeriz. Hınçla kalın!