CALİGULA SUİKASTI
Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Projeksiyon Tasarım: Okan Temizarabacı
Oynayanlar: Münir Can Cindoruk, Mehmet Tekatlı, Adem Yıldırım
Asistanlar: Mesut Karakulak, Karen Yazel Yivli, Eren Evren
PROVA NOTLARI
01.04.24 – Prova Günlüğü
Ey Romalılar! Deliyim gözü kara deliyim, yakarım Roma’yı da yakarım. Ve karşınızdaaa Caligula Suikasti. Bugün ilk günümüz ateş gibi bir gün. Hem hava sıcak, hem de günün elementi ateş. Evet evet sahnenin ortasında bir mum etrafında biz. Esnekliğimizi bir de şimdi gösterelim dedik. Isınmanın sonunda geldiğimiz noktayı görünce kendimize inanamadık. Vay anam vayy..
Caligula’nın ölüm ile ilgili bir derdi yok. Ölümsüz olduğundan değil tabi de derdi başka. Daha ne yapsın ne! Caligulalar olmasa gerçekleri nasıl görecek bu insanlar. Kimi nefretler göz açar, kimi nefretler göz karartır. Caligula ise halkın gözünü açmak istiyor.Bir de bu amcalar ne olacak ya ? Claudius amca demokrasi için her şeyi savunur sonra da gelir tek egemen olmak için sinsice zemin hazırlar. Ah bu amcalar Hamlet’in amcadan çektiği yetmemiş gibi şimdi bir de Caligula’da amcasından çekiyor.
Buna kimse itiraz etmeyecek mi ? Kimse çıkıp bir şey söylemeyecek mi ? Lal olup tutuldu mu dillerimiz. Kim bilir belki Mnester’in dili bir gün çözülür o belki bir şey söyler bizlere. O güne kadar bekleyeceğiz gibi görünüyor. O gün de çok uzak değil 23 Mayıs.
Günün Bilgisi,
Romalı konsül, Antik Roma medeniyetinin cumhuriyet ile yönetildiği dönemdeki en üst düzey yöneticileri ifade eder. Bu unvan aynı zamanda 1799 ile 1804 arasında Napolyon’un Devrimi öncesi Fransa’da görev alan devlet başkanlarına verilmiştir.
Günün Alıntısı,
“Seni yaralayan, iyileştirecektir de.”
(On İki Caesar’ın Yaşamı, Suetonius, 288)
Günün Şarkısı Yaparım Bilirsin
Yaparım bilirsin
Deliyim, gözü kara deliyim
Yakarım, Roma’yı da yakarım
Ben bulurum, seni yine bulurum
Olurum yine senin olurum
Deliyim, gözü kara deliyim
Yakarım, Roma’yı da yakarım
Ben bulurum, seni yine bulurum
Olurum, yine senin olurum
5.04.24 – Prova Günlüğü
Bugün prova bol akışlı, bol tekrarlı ve sakin geçti. Neden, neden, neden ve neden, sürekli olarak bizde mağduriyet yaratan kişi ve kurumların acılarıyla empati yapmakta ısrarcıyız acaba? İnsanın en temel gereksinimlerinden biri yaşamını devam ettirmek, elbette. Yaşamımızı “sadece” devam ettirebilmekle yetindiğimiz bir hayata ikna olmuş haldeyiz sayın okur. İnsanın hayatta kalma arzusu hafife alınacak bir şey değildir ve bastırılmışlığımızın sebepleri buralarda olabilir. Bayram öncesi son provaydı. 1 hafta ara veriyor ve oyunculardan ezber yapmış olarak gelmelerini bekliyoruz. Bayramdan sonra görüşmek dileğiyle!
15.04.2024 – Prova Günlüğü
Buyurun, sıyırsınlaaaarr! Günaydın sevgili okur. Bugün bayram sonrası ilk provamız. ”Enerji hayattır!” diye haykırdı K prova başlar başlamaz. Enerjini nereye, nasıl, neden akıttığına dikkat et! Güne bu cümleyle başlamamızın bir sebebi vardı belli ki. Bugün David Zinder egzersizleriyle başladık. K önce oyuncularla asistanları sahneye topladı, konuşmaya başladık. Egzersizlere geçmeden önce zihnimizi de hazırlıyorduk. Türkiye’deki oyunculuk anlayışı üzerine sohbet ettik. Psikoloji ele avuca gelmez ve oyuncu bazı alışkanlıkları bir kenara bırakabilmeli diyor. Duyguları kullanıp ağlayacağız diye kendinizi manyak etmeyin demeye çalışıyor bence. David Zinder çalışmamızın nedeni de bu. Türkiye’de oyuncu bedenine teknik olarak yatırım yapılmıyor. Algısına yatırım yapılıyor ama algısının bir önemi yok bence diyor K. “Oynayan bedendir. Oynayan hayvandır, akıl değil. Zinder’inoyuncuya kazandırmak istediği temel şey bir tekniktir.” Gerçekten de, zihnimizi devreye soktuğumuz her an, bir şeyi gözden kaçırıyor ve sekteye uğratıyor olabilir miyiz? Bedenimizin kontrolü ele geçirmesine izin vermeyeli ve en önemlisi bedenimize iyi bakmaktan vazgeçeli ne kadar oldu? Neden biz oyunculara bedenin önemini anlatan çok az insan var? Halbuki sahnede işi yapan bedenimizdir. Bohem olmak marifet değil diye düşünüyorum K konuşurken, oyunculuk disiplin işidir ve bedeni eğitmek, ona iyi bakmak, disiplini elden bırakmamak gerekir. K, oyuncuların es vermekten korktuğunu söylüyor. Oyuncu zannediyor ki es verdiğim an oyun duracak, halbuki o anlarda oyuncu dominant durmayı başarırsa, sıfır noktasında, hareket ve niyetle dolu halde durabilirse oyun durmaz ama bunun için iyi bir müzisyen de olmak gerekir diye ekliyor.
Müzik demişken, bugünün müziği *BLOND:ISH -Inner Jungle” olmalı! İçimizdeki ormana doğru emin adımlarla yürüdük ve hatta ne olduğunu bilmediğimiz ama varlığından emin olduğumuz avlarımızı avladık dakikalarca. Bu da egzersizlerden biriydi. Bir rolün ve bir oyunun yaratımı ne çok detayı barındırıyor öyle değil mi? Kimse bu hazırlık evresini kendine ve birbirine önemsetmiyor oyunculukta diyor K. Zemini, sahayı iyi kurup yeteneği bunun üzerine inşaa etmek lazım. Bir müzisyen, bir futbolcu, bir dansçı vb o tekniği öğrenene kadar tekrar tekrar en sıkıcı hareketleri nasıl yapıyorsa oyunculuk da böyle olmalı. Sanatla tekniğin ne ilgisi var diye tekniği küçümser herkes çünkü zaman, disiplin, emek gerektirir. O sıkıntıya katlanmayı bilmek gerekir. Drama demek hareket demek, hareketin taklidi demektir. Karakterler hakkında konuşurken gut hastalığından konuşuyoruz ve oyunculardan biri et yiyemediğimiz için gut olamayız diyince acı bir kahkaha patlatıyoruz. “Biz ancak good oluruz good, very good.”
16.04.2024 – Prova Günlüğü
Olağanüstü hissettiğimiz güne olağan dışı bir ısınmayla başlıyoruz.
Zinder temrinlerini uygulama vakti!
Önce yürüdük sonra durduk. Konumuz ve konumumuz sıfır noktasındayken hareket etmeye en yoğun hissettiğimiz anda grafiksel olarak hızlanmak üzere adım atmaya başlıyoruz ama asla koşmuyoruz.
Avcı oluyoruz ama avın nerde olduğunu bilmiyoruz, nasıl yürürsün? Avdan bir sinyal alıyoruz, yerini tespit ediyoruz ona ulaşmak için acele ediyoruz ama koşmuyoruz..! Gittikçe yaklaşıyoruz aradaki mesafe 100 metre! Çok arzuluyuz. 50 metre! Ulaşmak istiyoruz. 20 metre! Yaklaştık biliyoruz. 5 metre! Tam önümüzde, ürkütmemek gerek. 1 metre! Neredeyse dibimizde. 30 cm..! Son hamleyi yapmaya, avı yakalamaya çok hazırız! HAMLENİ YAP!!!
KAÇTI…
bu sadece temrinlerden biri. Biz, sizlere de bahsedeceğim diğer temrinlere devam ettik.
Pekala sorarım size, insanın istediği hedeflere ulaşması eksik veya aza sahip olmasından mı kaynaklıdır?
Örneğin, Cladius; Onu kendi iktidarına giden şeyin kaynağı kamburluğu olabilir. Bir kompleks yüzünden kendisini ona kamburluğunu göz ardı edebilecek olan nimetlere kavuşmaya itiyor.
bedensel eksiklik akli kuvvetle kapatılabilir…
Caligula’nın eksikliği ise fazlalığı… Bunun sonucu da bir arzu doğuruyor. Uçarı olarak kendisini korkunç bir tiranlığa, bir zorba görünümüne sahip olmaya ve onu kendisiyle beraber yok etmeye yükletiyor ve ayrıca bunu halka yakıştırıyor. Tüm işi yapıyor..!
Mnester’de ise tam tersi, dili olmadığı için bedene yüklenmiş.
Halkın kendisi aslında. Bir türlü söyleyemiyor, ama hep bir hareketler!
Günün şarkısı
sezen aksu – dilimin ucunda kelimeler
Dilimin ucunda kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum
17.04.2024 Prova Günlüğü
Güne bugün de Zinder egzersizleriyle başladık. Yogayı prova sonuna koyma planları yaparken üç oyuncunun da aynı fikirde buluştuğu nadir anlardan biri prova sonrası yoga konusundaki ortak sessizlikleriydi. Herkesin Mnester gibi dilsizleştiği, sessizleştiği bu ana bir süre güldükten sonra ciddiyetle provamıza devam ettik. “Oyunu iyice anlamaya başlıyoruz.” dedi K. Coşkusallığımızı kullanarak manipülasyona açık hale gelip kendimizi dalgaların önüne atarken kimin oyununun piyonu oluyor ve coşkusallığımızın kurbanı oluyoruz? Bu coşkumuzu stratejik bir figür kendi himayesine aldığında neler olabilir? “İyi” olana duyduğumuz arzu, ona duyduğumuz koşulsuz bağ bizi savunmasız hale getiriyor olabilir mi? Birileri bizim zaaflarımızı kullanarak, onlarda da aynı zaaflar var-mış gibi davranarak bizi kendi hapishanesine alıyor olmasın? İktidar İhtirası! İnsanların zaaflarını kullanarak onlarla aynı fikirdeymiş gibi davranmanın neresi adil?
Bugün yoga yapmadık ama yoga yapmamak hakkında bol bol espiri yaptık. Çıkışta yorgunluktan hali kalmayan ekip üyeleri kaşla göz arasında çay içmeye kaçmışlardı bile. Münir ve Mehmet kahkahalar eşliğinde şöyle dediler:
Mehmet: Zinder egzersizleriyle yogayı eş zamanlı yapmak zararlıymış, öyle diyollaa.. Birbirlerini nötrlüyorlarmış.
(kahkahalar)
Münir: Ben yogayı yaptım ama zinder egzersizindeki gibi imgeleyerek yaptığım için dışardan belli olmadı.
(kahkahalar)
Münir: Yogada yorulmamak için altına zinder al diyorlar.
(kahkaha tufanı)
Gördüğünüz gibi tüm ekibin keyfi yerindeydi bugün de. Yarın görüşürüz.
18.04.2024 – Prova Günlüğü
Günün temrini: Yüzümüz duvara bakıyor ve duvara 20-30 cm mesafedeyiz. Bir ses çıkarıyorsun ve bu sesin duvara çarpıyor, geri geliyor ve kendi kuvvetiyle seni itiyor.
Başlayalım!
ha… hah. hAh! hAAh..! HAAAH! HaAaAAH..! Sesleriyle yankılanıyor salon!
Peki sizce, vücudunuz ne zaman o kuvveti hissedip itilir? Sesi çıkardınız, duvara gitti geldi o sırada az bir süre geçti ve sizi itti mi? Yoksa sesi çıkardığınız anda mı?Düşünelim, tartışalım.
En kutsalı dağıtmak!
KA: Üzerine durduğumuz yerlerdeki genel komedi nedir? Bir despotu iki paralık etmesi değil mi? Bunu etkili yapmak için de ilk önce birbirimizi çok iyi dinlemeyi başarmamız gerekiyor. Birbirimizi çok iyi dinlememiz oyunun detayını girmemizi sağlayacak. “Komedi: Sonsuzun fiziği” kitabını okuyabilirsiniz. Ayrıca Grotesk ifadelere başvurabiliriz. “Şarküteri” filmini de bunun için örnek verebiliriz.
KA: Sahneyi kullanırken alanı etkili kullanmayı da unutmayın. Sahnenin ön tarafını, yan tarafına genişlemekten çekinmeyin. Korku ruhu kemirir!
Moladan sonra provaya, ekibimizin projeksiyon tasarımcısı Okan Temizarabacı‘da katılıyor. Geldiğimiz yere kadar yani baştan ortaya bir akış seyrediyor. Bunun üzerine nasıl bir tasarım üzerine yoğunlaşmalı soruları ve detayları konuşuldu.
Sahne çalışmalarımıza devam ettik.
KA: Mnester, senin Cladius’un diksiyon hatalarına tahammülün olmasın anında düzelt durdur onu ve şöyle değil böyle söyle de, dedirt.
Bugün de şuna çok güldük.
KA: Mehmet sen kapalı “e” yerine açık “e” ile söyle kelimeyi.
Mehmet kelimeyi doğru şekliyle söyler…
KA: hayır, açık “e” ile söyle yanlış söyle yani.
Mehmet kelimeyi yine doğru söyler…
Mehmet: diyemiyorum, yapamıyorum, yanlış söyleyemiyorum!
KA: Yanlış diyemeyen adam! Yanlış yapamayan adam!
Günün şarkısı, Hatasız kul olmaz – Orhan Gencebay
Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
Dermansız dert olmaz, dermana sal beni
Kaybettim kendimi, ne olur bul beni
Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.
Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
Sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
Sev beni…
19.04.24 Prova Günlüğü
Prova başından gün sonuna kadar kafamda yankılanıp duran “Audre Lorde-Bahisdışı Kız Kardeş” kitabındaki birkaç cümleyle başlamak isterim yazıya: “Görünürlükten, incelenmenin ve belki de yargılanmanın merhametsiz ışığından, acıdan ve ölümden korkumuz asla yakamızı bırakmayacak ama ölüm hariç tüm bunları zaten yaşayıp atlattık, sessizce. Artık kendime şunu hatırlatıyorum; dilsiz doğmuş olsaydım da, güvenliğim için hayat boyu sessizlik yemini etmiş olsaydım da yine ıstırap çekecek, yine ÖLECEKTİM.” Öyle değil mi? Ölmeyecek miyiz? Her halükarda öleceksek bu suskunluk neden? Tüm gündelik hayat ölümü unutmaya çalışmakla geçiyor. Istırabı dindirmeye çalışmak ve ıstıraptan olabildiğince kaçınmak için kendimize meşgaleler bulup duruyoruz. Fakat asıl acı sustuğumuz zaman başlıyor olabilir mi? Bu hikayede Mnester gerçekten dilsiz, biz de yazıdaki gibi güvenliği için susmayı tercih eden milyonlarız, aslında onun gibi dilsiziz. Konuşuyoruz evet, çok konuşuyoruz, söyleniyor, kınıyor, söyleniyor ve yine kınıyoruz, ah ne çok konuşuyoruz! KA diyor ki, çağın vebası bu, aşkınlaştırma ve idealleştirme problemi, asıl sorunlar dururken ideal geleceği tasarlamak fakat temel sorun için hiçbir eylemde bulunmamak. Oturduğum evi su basarken “bir dakika ya, bu duvarları hangi renge boyasam?” diye düşünmek gibi. Biz duvarların rengine karar verene kadar su altında kalıp boğulabiliriz, boğuluyoruz, boğulduk, imdaaat! Sonra Caligula şunu soruyor, kendi kendini güdemeyen bir koyun sürüsü olmak mı bizim istediğimiz? Çoban olmadan yolunu bulamayan bir koyun sürüsü müyüz? Ben değil, Caligula soruyor. Çıldırmış olan kim, çoban mı koyun mu? Bunu da soruyor. Hayatın anlamını da soruyor… O bütün bunları kendi evreninde, sıkışıp kaldığı ve canlandırılmayı beklediği a4 kağıtlarına yazılı tiyatro metninin içinde sorup sorup dururken, biz ne yapıyoruz? Biz uyanmışız, sabahın 11’i, dışarıda yağmur yağıyor, içeride her yaştan insan oyunlar oynuyor. Bir sürü oyun, çocuk oyunu. Bugün böyle ısınıyoruz. Oyun oynamak, saçmalamak yetişkinlikle beraber elimizden alınan bir nimettir diye düşünüyorum herkesin yaratıcılığını ve kahkahalarını görüp duydukça. Gündelik hayatın tüm ciddi ritmini bir anda silip herkesi eşitleyen, güldüren, dışarda yapsak “deli” diye yaftalanacağımız tüm hareketleri oyunun sunduğu özgürlük alanında yapabiliyoruz. İyi oyunlar! İyi provalar! Buyuruuuun, sıyırsınlar! Ne zaman “Nasılsın?”diye sorulsa “Olağanüstü.” diye cevap veren KA: “Her şeye rağmen bir sürü sperm yumurtaya doğru koşturuyor. Bu dünyaya gelme çabasının bir ürünüyüz biz. Beni sosyolojinin belirlemesine izin mi vermeliyim? Koşullar neden benim yaşamak denen büyük arzumu ele geçirip yok etsin?” diye soruyor ve prova bugünlük bitiyor.
22.04.2024 – Prova Günlüğü
Anti kahramanlaşmamız ne kadar mümkün ve bunu ne kadar sistemin dışına çevirebiliriz? İnananla inanmayan arasındaki fark nedir? Cani nedir ve kime denir?! İnsan yüzü ne kadar şekillere girebiliyor? Sonsuza kadar giderken ara dereceleri bulmak ne ifade ediyor?
…
Anılarımızda anlatının çılgınlığına kapıldığımız zamanlar olur. Aslında bu durum irrasyonelliğe kapılmamızdan kaynaklıdır. Akla uygun durumları belirtirken akla uygun olmayan. Yaklaşımlar, davranışlar ve kararla davranmamız.
Ne demişler, “İrrasyonel ve bilimdışı her inanç senin hayatını mahveder! Senin kendi yanlış inancın, senin kendi trajik cezan olacaktır!”
Caligulanın yaşadıklarını anlatırken yaşayacağı halin temeli bundan oluşuyor.
Askerliğin iç mantığı nedir? Hadi buna bir örnek verelim,
Neymiş, üç yıldır savaşmamışlarmış? “Nedir bu rezil barış? Jul Caesar’ın şanlı zaferleri nerede kaldı? Augustus’un şanlı seferleri nerede? Diye bağırabilen bir mantık!
Caligula’nın ise bu iç mantığı dalga geçirtecek hale getirdiğini abuk subukluğun kendiliğini kullanarak yaptığını görüyoruz.
Günün bilgisi: “Apokrif” dini metinlerin ve kitapların parçası olmayan metin. Dini metinlerin doğruluğunun şüpheli olduğu durumları tanımlamak amacıyla kullanılır.
26.04.24 Prova Günlüğü
Yeraltı adamının ruhu ensemizden tutup kendimize gelmemiz için bizi silkeledi ve tüm gece kapalı kalmış gözler aydınlık bir sabaha uyandı. Sokaklar sabah saatlerinde sessizdi. Hatta zihinlerimizin gürültüsüne kıyasla epey sessizdi. İçimizi ürperten havanın soğukluğu muydu yoksa yeniden çizmeye çalıştığımız aklımızın sınırlarının derinlerimizde sinsice yaptığı atom değişmelerinin ya da bu zamana kadar KA’nın zihnimize ektiği tohumların algımızda yarattığı koca sarsıntının çatırdama sesleri miydi? Zemin altımızdan kaç kez kaydı ilk provadan beri? Bunu bilmiyoruz ama provaya nasıl başlayacağımızı biliyoruz. Ekip stüdyoda. Telefonun mikrofonundan tüm odaya hızı 140’ta olan metronomun sesi yayılıyor. Yayılan ses ise bedenleri, hisleri, koca birer enerji yumağı olan bizleri harekete geçiriyor. Metronomun hızında ezber atarak başlıyor Münir gününe. Ardından Adem bize yeni oyunlar getiriyor. Hep beraber oyun oynuyoruz. Oyun oynamak şu sıralar en hoşlandığımız şeylerden biri. Don ateş oynarken kan ter içinde kalıyoruz. Ardından stüdyodan dışarıya halkalar halinde “Agi agi agi! Oy oy oy!” sesleri yayılıyor ve oluşturduğumuz dairenin içinde hepimiz ellerimizi yere vuruyoruz. Var gücümüzle. Ardından başka oyun, ardından başka oyun… Bugün Mnester’in, dilsiz Mnester’in… Bir dakika, düzeltelim. Bir zamanlar dili vardı sevgili Mnester’imizin. Artık yok. Öyle dilsiz doğmadı, bir gece aniden dili bedenini terk etmeye falan karar vermiş de değil, hayır tabii ki. Mnester’in tanrısal dili, kesildi. Bir zamanlar konuşup derdini anlatabilen, sevgisini de öfkesini de korkusuzca haykıran o dil kesildi. Kim kesti? Hikayemizin önemli bir detayı burada. İşte bugün salonda kahkahalarımız dilsiz mnester’in kendini anlatma çabası içindi. Çok ama çok güldük. Acı acı güldük. Ardından mülkiyet üzerine konuşmalar yaptık. Nedir bu sahip olma arzusu? Ne kadarına sahip olacağız daha? Karnımızdan sonra bir de gözümüzün doymasını beklerken kaç kişinin, kaç neslin daha canı yanmaya devam edecek? Neyse… Bugüne kadar yaptığımız Zinder egzersizleri kalça kaslarımızda ani kaslanmalara sebep olunca hepimiz şaşırdık. Bedenin üstün aklı, bedenle yeniden kurduğumuz ilişkinin sonucunda bize neler yapabileceğimizi yeniden hatırlatıyor. Esneklik daha güçlü bir durum diyor Ka. Kırılması daha zor esnekliğin, sertlik ise öyle değil. Sertlik kırılgandır. Provayı sonlandırıyor ve iki gün ara veriyoruz.
29.04.24 Prova Günlüğü
Ankara’dan İstanbul’a yola çıkan hızlı trenin raylarından çıkan sesleri duyuyor musunuz? Peki ya tren İstanbul’a yaklaştığı esnada evinden sahneye doğru yola çıkmış insanların ayak seslerini? Biri trenden iniyor, sahneye doğru yola koyuluyor. Saat öğlen 12. Sahnenin kepenkleri ise büyük bir gürültüyle 11’de açılmış, prova için sahne çoktan hazırlanmaya başlanmıştı bile. Ankara’daki turnesinden dönen ve indiği gibi yeni oyunun provasına gelen Adem içeri giriyor, eşyalarını ve tüm yorgunluğunu kuliste bırakıp başlıyor ekibi ısındırmaya. Birazdan oyundan ilhamla kendimize can alıcı soruları soracak kadar büyük bir ciddiyeti takınacağız elbet ama laftan önceeeeee hareket diyoruz; ZIPLAAAA! Olduğun yerde, zıpla, ellerini kollarını başını harekete dahil et. Sesini serbest bırak. Bugün sadece oyuncular sahnedeler ve rolleri için hazırlanıyorlar. Oyunun finaline adım adım yaklaşıyoruz. İnce ince her ayrıntısını anlatıyor K. Günümüzden bağlantılar kurarak, bu toplumdaki karşılığını arayarak, sorular sorarak, sahnenin bizden istediklerini keşfetmekle, metinler arası bağları açığa çıkarmakla geçiyor saatler. Bugün provamızda bir misafirimiz var ve arka koltuklardan birinde oyunu izliyor. Bazen gülerek, bazen düşünerek, bazen sessizlik içinde. Seyircinin varlığının ne gibi değişimlere sebep olduğunu böyle zamanlarda görebiliyoruz. Tüm çabamız seyircinin karşısına çıkacağımız gün için diyor K. 22 Mayıs yaklaştıkça heyecanımızın seviyesi de artıyor.
30.04.2024 – Prova günlüğü
İpli kuklalar temrini: Enerji merkezinize bağlı enerji iplikçikleri var ve buradan sizi bir kukla misali oynatan, ayak basılmamış yer bırakmayan, asimetrik hareketlerle düşünmeden davrandıran bir ışıyan ve yayılan beden ısınması.
K.A: Bu yayma çok önemli çünkü oyuncu bazen kendinde kalıyor sahneye yayılmıyor. Halbuki seyirciyi kabul ederek yapılmalı çünkü seyirci için yapıyoruz. Sahnedeki varlık onun varlığını umursamıyorsa narsist bir oyuncuyla karşı karşıyayız demektir.
K.A:Temrinleri zorlamadan yapmalısınız. Zorlanıyor, nefes nefese kalıyorsanız kaslar çalışıyor demektir hayır gücü enerji merkezinizden alın. Dansçıları düşünün bir nefes duymazsınız çünkü kaslarıyla dans etmezler. Çağdaş dansçıları düşünün saatlerce dans ediyorlar niye? Çünkü enerji merkezlerinden güç alıyorlar.
Caligula her düzeyde demokrasiye geçilmesini kendi biliyor ve bu yüzden her birine değiniyor alaşağı ediyor. Yazar da her kesimini anlatıyor; sermaye, meclis, komuta, halk vs. Halk kendi kendini yönetsin ve parazitlerden kurtulsun istiyor. Mazlum ve mağdur rolünü oynayanlara kanmamak gerektiğini gösteriyor.
Yasaksız biri olmak… İnsanın aklına neler geliyor değil mi? En zayıf bile olan yasaksız olursa ne kadar sınırsız davranabilir kim bilir? İşte Caligula da yasaksız biri. “Canım istedi bunu yaptım” diyebilen biri ama Cladius ise yasaklı biri. Ahlak içine konuşan, “halkı paylama, evladım.” Diyebilen biri.
01.05.24 Prova Günlüğü
Tünaydııın! Bugün 1 Mayıs. Tüm gün sahne boş olduğu için bol bol provayla geçirebilecek vakit bulabildik ve yoğun bir gün geçirdik. Oyuncuların dinlenmeye vakti olsun diye prova normal saatten daha geç başladı. Sahne hazırlandı, temizlendi, herkes sahnede toplandı. Bugün KA ve kızı S, ellerinde 6 tane kitapla geldiler provaya. 1 Mayıs hediyelerimiz için S her kitaba bir numara vermiş, numaraları küçük kağıtlara yazmış. Kağıtları karıştırıp kura çektik ve kitaplarımızı aldık. Herkes bu hediyelere çok mutlu oldu. KA’nın yeni sloganı “Her aktör hak edildiği şekilde yönetilir!” Oyuncu ve yönetmen ilişkisinde beklentilerini anlattı. “Bana karşı çıkacak, talep edecek, soru soracaksınız elbette. Oyuncu nasıl yönetilmek istediğini bilmeli, talepleri olmalı, evet ve hayır dedikleri olmalı.” Kendi statüsünü kendi bedeninde yok eden, kendindeki güce meydan okuyan ve elindeki gücü sorgulatan Caligula gibi girdi salona adeta. Bugünün anlam ve önemini düşününce gerekli bir konuşmaydı. Bizi yöneten her türlü kişi ve kurumdan ne istiyoruz? Taleplerimiz ne? Karşı çıkabiliyor muyuz? Fikrimiz dinleniyor mu? Bulunduğumuz ortam tartışmaya ve farklı fikirlere açık bir ortam mı? Hakkımızı alıyor muyuz? Aynı zamanda kendimizin temiz olup olmadığını tartıştık. Başkalarına nasıl yaşamaları gerektiğini söyleme cüretinden önce eylemlerimizde ne kadar temiz olduğumuzu sorduk. Sanatçı ya da yönetmen dilediği gibi sahneye çıkıp durduğu yerden seyirciye ahkam kesemez diyor K. Parmak sallayıp, üst bir perdeden ona hayatı nasıl yaşayacağına dair ahkam kesemez. Oyunun gidişatında buna çok dikkat ediyor ve hesabı asıl sormamız gereken insanlara sormak yerine sahneden seyirciye ahkam kesmenin etik olmadığını savunuyor. Ardından provamıza geçtik. Gün Zinder egzersizleri ile başladı. Günün Egzersizlerinden Birkaçı;
-Tüm enerjini karın alt bölgende topla. Harekete hazır hale gel ve bu enerji alanına 1 fiil, 1 nitelik kombinasyonu yükle. Fiillerden bazıları yırtmak, çekmek, bükmek, kucaklamak.. Niteliklerden bazıları legato, staccato, kızgın, acılı, emin, dikkatli, soğuk.. Bu ikili kombinasyon karnın alt bölgesinden tüm bedene yayılarak seni hareket ettirsin. Kas gücünle değil, enerjinin seni yönlendirişi ile hareket et. Hareketini tasarlayarak zihnin plan yapmasının önüne geç ve bedenin kendi imgesinin açığa çıkarması için aradan çekil. -Tüm sahnede geri geri yürü. Birbirinizle çarpıştığınızda gündelik hayat tepkileri olan gülmek, özür dilemek gibi tepkiler verme. Aksilikleri de olağan kabul ederen oyuna devam et. Geri geri yürümek bir süre sonra garip bir his yaratıyor, herkes denemeli.
Mola verdik ve moladan sonra son sahneleri çalışmaya devam ettik. Bugün ilk kez akış aldık. Akışın videosu projeksiyon tasarımcımız Okan Temizarabacı’ya gönderildi. Akışı izlemek için ekibe başkaları da dahil oldu. Baştan sona yapılan ilk akışta oyunun genel çizgisini gördük ve artık detaylara inmek, detayları işlemek için hazırız. Münir oyun başında saçına sarı sprey sıkmıştı ve akış esnasında sarı boyası git gide havaya uçtu resmen. Başta sarı olan Caligula oyunun sonunda esmerdi! Bugün Mnester’in dilsizliği ve beden kullanımı hakkında çok konuştuk. “Hayır, yeter, evet gibi kelimler için kendine bir kod bulursan rahat edebiliriz. Dil yoksa nasıl diyecektik yeteri?? Yeterli bir beden enerjisi ile bunu becerebilirsin. Burada özellikle parantez içlerini sese dökerken yanına ekstra meseleler eklemeyelim ki gürültüye, kalabalığa sebep olmasın. Sek konuşman lazım son sahnede. Ses maskesi gibi düşün.” İlk kez yapılan baştan sona akışımızın sonunda oyuncular yorulmuşlardı. Dışarı çıktık, sahne önünde bol bol sanat, felsefe, siyaset, kitaplar ve filmlerden konuştuktan sonra yarın buluşmak üzere birbirimizden ayrıldık. Son 21 gün! 21 gün sonra görüşürüz.
02.05.2024 – Prova Günlüğü
Komedi yapay şekilde bir hareket üretme sanatıdır. Komedi kesik kesik noktalıdır. Kararlılık, noktalamak ve durmak şimdiden kazanmamız gereken beceriler. Hikayeler ve anlar, anları değerlendirmek çok önemli.
Caligula’ya yazar caligulalığın potansiyelini yazmış. Biz birinin yerine geçsek konuşacağımız şeyi konuşuyor dolayısıyla halkın bilgisiyle konuşuyor. Olmayacak bir varlık Caligula, yıkıcı anlamda gerçekleşiyor. Hepimiz aslında Caligula gibi mi olsak
Komedi aslında çok güçlü. Komedi neye uygulanırsa ona ait her kurumu ve duyguyu yok eder. Komedi karşıtın ayağına konmuş muz kabuğudur. Komedi burada karşıtın ayağını kaydırmak için verimli bir araç aslında. Doğruyu söylemekten elde edilen rant onu söylerken oluşturduğun sosyal sermayelerdir!
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
William Shakespeare – 66. SONE,
Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değilmi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değilmi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değilmi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız, erdem dağlara kaldırılmış.
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş.
Değilmi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değilmi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene.
Doğruya doğru derken, eğriye çıkmış adın,
Değilmi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e.
03.05.24 Prova Günlüğü
06.05.2024 – Prova Günlüğü
Tiyatroda hızlı kelimesini kullanmak doğru değil, onun yerine seriyi kullanmayı deneyelim. Hızlı veya yavaş, bu terimler, hareketi acele yapmamıza neden olabilir. Halbuki bir hareketi gerektiği serilikte, anilikte veya yumuşaklıkta oluşturmalıyız. Stakato ve Legato temrinlerini hatırlayalım!
Halkın kör sevgisi, imparatorun görüşünden başka görüşe tahammülü olmaması! İmparator – Halk ilişkisi, Çoban – Koyun ilişkisi durumunda. “Halk, çobansız yolunu bulamayan bir koyun sürüsüdür. Çoban onu otlatsın, yününü kırksın, sütünü sağsın ve sonra da bıçağı boğazına dayayıp, kessin.”
Caligula’da, masumiyetini ispat edemeyecek olmanın öfkesi var. Tarihçileri tekzip etmeyi,, tarihi yeniden yazdırmayı diliyor. Asıl felaketi yaşatanları kahraman yazarlarken kendisini kötü, canavar yazarak hiç öyle anmayacaklarını biliyor.
Halkın da yönettiği bir duygunun potansiyeli olduğunu düşünelim. Hükümdarı tanrısal gördükleri için karşılıklı olarak bir rol oluşturuyor ve kendi eliyle bu duyguyu oluşturup armağan ediyor. Caligula da tembelleşmiş, konfor alanından çıkamayan halkı nasıl silkeleyebilirim? En kutsalla, tanrılarla alay eden Caligula’nın hakkından gelir!
Böyle yaparsa beni ayırırlar sanıyor ve kendisini yok ederek, demokrasi için kalkışmalarına büyük bir adım olmak istiyor.
yaşıyorum, vur bir daha, öldür sezarı! yaşıyorum, vur bir daha, öldür hükümdarı! yaşıyorum, vur bir daha, öldür tiranı! yaşıyorum, vur bir daha, öldür zorbayı! yaşıyorum, vur bir daha, öldür yaşıyorum, vur bir daha, öldür sezarı!!!
07.05.24 Prova Günlüğü
“Pietà” Türkçedeki anlamıyla “Merhamet”, İsa peygamberin Golgotha tepesinde çarmıha gerildiğinde Meryem Ana ile yaşadığı anı temsil eden Michelangelo’nun önemli bir heykelidir. Kiliseyi ziyarete gelen bazı kişilerin yorumları Meryem Ananın heykelde çok genç tasvir edildiği yönünde olmuştur. Heykelde yeni olan Meryem’in gencecik yüzüdür, çünkü o zamana kadar Meryem Ana heykellerde genellikle yaşlı bir kadın olarak tasvir edilirdi. Michelangelo’nun konuyla ilgili olarak, Meryem’in bakireliği ve saflığı sayesinde gençliğini muhafaza ettiğini söylediği aktarılır.Rönesansın etkilerine bir göndermesi de heykelin piramidi andıran yapı şeklidir. Meryem Ananın kafasından kollarına doğru akıp elbisesinin altına ulaşan bir şekildir bu. Heykel, İsa’nın çarmıhtan indirildiği anı canlandırır. Hristiyan inancına uygun olarak, Tanrı‘nın oğlunun cansız bedeni artık annesinin kollarında yatmaktadır. Meryem, İsa’nın bedenini sağ eliyle güçlü bir biçimde kavrarken, sol eliyle de naaşı izleyiciye sunmakta ve herkesi İsa’ya saygıya davet etmektedir. Meryem bunu yaparken gözlerini yere indirmiştir, böylelikle müminlerin yüzlerine doğrudan bakmak istemediğini gösterir. Bizim hikayemizde kimin Meryem, kimin İsa olduğunu görmenize 15 gün kaldı. Bu hafta bol bol akış almaya başladık. Her sabah Zinder egzersizleri yapmaya devam ediyoruz ve artık bir rutin oluştu. Egzersizlerde derinleşmeye, sahne üzerinde egzersizlerin sunduğu özgürlüğü fark etmeye başladık. M, akışlar esnasında 3 tişört değiştirse de yetmiyor artık. Herkesin çok büyük efor harcadığı, ritmi yüksek, anlamı derin, hepimizi her anlamda değiştirip dönüştüren bir oyun Caligula Suikastı. Bu egzersizleri merak edenler için “David Zinder – Beden Ses İmgelem” kitabını öneriyoruz. Bugünlerde tüm provalarda şu sorular tırmalıyor zihni: İnandığın yol uğruna ne kadar kişinin nefretini sırtlamaya cesaret edebilir insan? Uyumsuz olmakla, karşı çıkmakla, koyulan kuralları sorgulamakla beraber gelen dışlanmanın kesiklerine, açabileceği yaralara ne kadar dayanabilir? Yanında ona ve kendine has sevgi tanımına inanan bir kişi yokken bile, aykırı olmaya cesaret edebilir mi? Anlaşılmak ve anlatmak için kelimeleri kullandığımız bir dünyada, her niyetimizin herkes tarafından doğru anlaşılıp çarpıtılmayacağından emin olabilir miyiz? Bize anlatılan hikayelerden, tarihten, anılardan.. Caligula Suikastı bizi her doğru bildiğimizi tekrar tekrar düşünmeye davet ediyor. Çağrıyı duyanlar için; Son 15 gün…
Eugene Ionesco, Notlar ve Karşı notlar kitabında şunları yazıyor: “Bütün zamanlarda dinlerin, ideolojilerin her tür düşünce sistemlerinin tek amacının insanlara birbirlerinden nefret etmek ve birbirlerini öldürmek için en iyi mazeretleri vermek olduğu izlenimine kapılıyor insan… Günümüzde soylu savaş iddialarının sadece ekonomik olduğunun farkına vardık.” Bir şeyden nefret etmeye, bir şeyi sevmeye ne zaman karar veririz? Nefretimiz de sevgimiz de yönlendiriliyor olabilir mi? Neyi sevmemiz gerektiğine, kiminle arkadaşlık kuracağımıza, neyi savunacağımıza ve neye tapacağımıza ne zaman karar verdik? Fikirlerimiz, bize mi ait her zaman? Görüyoruz ki bir yanılsamanın içinde hakikati yaşadığımızı zannediyoruz çoğu zaman. Önümüze sunulan her yemeği tıkınırcasına yiyor, yiyor ve şişiyoruz fakat doyurmuyor yemekler, beslemiyor çoğu zaman. Önünü arkasını düşünmeden atlıyoruz olaylara, tepkiler veriyor, ağlıyor, üzülüyor, yargılıyor, reddediyor, kabul ediyoruz. Kimiz aslında? Fikirlerimizin hangileri gerçekten bizim süzgecimizin bir çıktısı ya da hangileri başka beyinlerin süzgecine duyduğumuz koşulsuz güvenin sonuçları? Nefretimiz kimin işine yarıyor? Olmazsa olmaz sandığımız nesneler, statüler, ilişkiler kimin ceplerini dolduruyor? Güçsüzlüğe, hareketsizliğe, uyuşukluğa, hakkımızı aramamaya, susmaya ne zaman ikna olduk? İşte böyle sorular insanın zihnini işgal ediyor metinle bağımız derinleştikçe. Sorularımız arka planda bozuk bir plak gibi takılı kalmaya devam ederken, biz de provaya devam ediyoruz onların ışığında. Ka, metnin üzerinde oyuncuyu rahatlatacak, daha iyi oynamasını sağlayacak değişiklikler yapıyor. Cümlelerin yaşıyor hale getirilmesinin, anlaşılmasının, duyguların renklerinin önemini anlatıyor. Zinder egzersizi şöyle: Elindeki sopayı daire içinden göz göze geldiğin insana at, attıktan sonra hızla o kişinin yanına koş. Sopa atmak ve koşmak eylemi birini barındırmasın. İki hareketi birbirinden ayır. Beklenmedik bir etkinin peşine düş. Bu egzersiz üzerinden Mnester’in beden ve bedenin ifadelerinin analizini yapıyoruz, Akış almaya başlayalı detaylı notlar çıkarıyor ve prova sonu değerlendirmeleri yapıyor Ka. Ardından oyuncuların hepsiyle teker teker konuşuyor. Oyunla ilgili olan şiirler, kitaplar, makaleler üzerinden fikir alış-verişleri yapıyoruz ve uzun bir toplantı sonucu sonraki provaya kadar yapılması gerekenlerin bir listesi açığa çıkıyor.
Günün Kitabı: Boris Vian – Günlerin Köpüğü
13.05.2024 – Prova Günlüğü
Bazen bir şeyi yapmaktan korkuyor olabiliriz ama bunu yapmamızın kendi yararımıza olduğunu biliyorsak bunu yapmak zorunda olduğumuzu da biliyoruz demektir. Ya da birine bir şey söylemekten de çekiniyor olabiliriz ve o şeyi söylememiz de gerekiyorsa sonuç tepkiden korkuyoruz olabiliriz.
Cladius bu işin üstesinden gelebiliyor. Korkuyor ama söyleceklerinin Caligula’yı azdıracağını biliyor. Caligula’da buna ve kendisine yaptığı “Haksız tahrike” izin verdiğini düşünebiliriz.
Aslında Cladius, Caligula’ya doğrudan, halka ise Caligula üzerinden yani dolaylı yoldan bunu dayattığını söyleyebiliriz.
Cladius bize nasıl politikacılara ve kurumlara güvenmemiz gerektiğini gösteren iyi bir örnek olarak kendisini sunuyor.
Haksız tahrik nedir? haksız tahrikin en çok görülen durumlardan biri olarak, öfkeye ya da şiddete karşı hareket etme durumunun yaşandığı eylemlerden biridir. Failin öfkelenmesine neden olan şiddetli bir eylemin tesirinde kalması durumu olabilir. Örneğin küfür edilmesi durumunda öfkelenen failin karşı tarafa ‘’ O anda’’ saldırganlık göstermesi haksız tahrike girmektedir. Öfke ve şiddet nedenine bağlı olarak yapılan uygulamalarda, mağdurun faile karşı tahrik edici doğrudan hareketlerde bulunması durumudur.
“Eğer onlarda bir nebze insanlık kaldıysa, başka çareleri kalmayacak! Dâhiyane! Eğer onlar mal değil, halen insansa, başka çareleri yok! Dâhiyane! Muhteşem! Harika! Başlayalım. Mnester, sahneye, ileri!”
15.04.2024 – Prova Günlüğü
Baktığınız yeri hiç gördünüz mü? Yoksa baktığınız yerde görmek istediğinizi mi gördünüz? Yani görebilen bir kör müydünüz? İnsanların kendi doğruları bizim kaba yanlışlarımız. İşte bütün düzen bundan ibaret. Kime doğru, kime yanlış? Kim koymuş bunun adını? Kim demiş doğru, doğrudur diye? Yoksa sadece baktığımız yer değil her taraf mı bize yanlış? Yoksa benim baktığım yer başkasının doğruları mı? Aklımdan bunlar geçiyor. Çünkü sen, siz veyahut çağımızdakiler duydukları bilgilerle alim olduklarını sanabiliyorlar. Ama bir araştırsalar belki de haksız olduklarını görecekler. Görmezlerse ne mi olur? İşte bahsettiğim düzen tam orada başlıyor. Düzen şöyle işliyor: Sen kendinin, o kendinin doğru bildiğini söylüyor, kavga ediyorsunuz, gittikçe ikiniz de yanlışlarınızı yakmaya başlıyorsunuz. Bu yüzden alevlerle doluyor yöremiz, ilişkilerimiz. En önemlisi de yitiriyoruz kendimizi.
Peki bu kısır düzende nasıl yaşayacağız? Günün sonunda bilinçaltımızın derinliklerine indiğimizde hayat sokaklarımızdaki banklara oturduğumuzda neye bakacağız? Sokaktan geçen insanlara belki de bu düzenden kaçmak için bakmamalıyız ama o zaman yalnız kalırız. Yoksa iyi olan da bu mu? Ama insansız bir hayat intihar değil mi? Ya da “intihar” dediğimiz kelimeyi yanlış mı tanımlıyoruz? Bedenin ölmesi mi, zihnin ölmesi mi intihar?
Öyleyse bence bir sorun olan bu düzen nasıl çıktı, neden kendimizi kusursuz görmek istiyoruz? Hiç düşündünüz mü? Bunun cevabını bazılarımız hayatın bir tiyatro olduğunu düşündüğü için bize verilen roller ile yetinmeyi bilmediğimiz olduğunu söylüyor. Bazılarımız ise buna ithafen yaşadığımız dünyanın tiyatro olmadığını, bir tiyatro oyunu için daha seçmelerde olduğumuzu ve hayattayken en baskın kişilerin seçilip yaşamdan sonraki dünyada (oyunda) en iyi rolleri alabileceğini düşünüyor. Bana sorarsanız ikisi de değil. Çünkü neden kusursuz olmak istiyoruz sorusunu değil de neden kusurlu olayım sorusunu düşünüyoruz ve ilk sorudan ikinciye geçmiyoruz. En güzeli de bu değil mi? Peki niye ilk aşamada takılıp kalıyoruz? Çünkü insanoğlunun fıtratlarından biri de kolaya kaçmak. Bunu en basit bu şekilde açıklayabilirim ve bu ilk aşamada tıkanmamızla alakalı başımdan geçen bir olayı örnekleyecek olursam kesinlikle geçen yaz gecesini anlatırdım. Ne mi olmuştu? Belki garip gelecek ama salıncağımda oturmuş o gün söylediğim yalanları düşünüyordum. İnsanları nasıl kandırdığımı… Utanıyor muydum? Pek sayılmaz. Çünkü o gün kazandığım saygınlığı, parayı veyahut itibarı düşünüyordum. Ve bu zevki gördükten sonra o gün yaptıklarımdan dolayı nasıl bir insana dönüştüğümün çıkarımını yapmak yerine ileriki zamanlarda herkes beni nasıl kusursuz bilebilir diye düşünüyordum. Peki sizce ben kötü biri mi oluyordum? Yani bu anımdan yola çıkarak kötülüğün temeli, insanların kusursuzu arayışına yardım niteliğinde sahte bir yüz oluşturmak diyebilir miyiz? E ama yardım etmek iyi. Ben şimdi kötü biri miyim? Yoksa sadece sana mı kötü biriyim? Ama ikisi de beni çıkmaza çıkarmıyor mu?
Sizi bilmem ama benim kafam çok karıştı. Bu yüzden ben artık kendi hayatımdaki sokaklara dahi çıkmıyorum kendi bahçemde kendi yaşantıma bakıyorum. Hatta bahçeme bir gül diktim. Her gün onu suluyorum. Çok güzel bir bahçem oldu. Oldu dedim ama geçen gün komşum bahçeme uğradı ve bana: “Bu nasıl bir yer? Sen buraya bahçemi diyorsun! Resmen kurak bir çöl.” dedi. İşte tam o an kafa karışıklığımın bütün sebepleri geri geldi. Kendimi sokakta herkesle bakışırken gördüm. Her şey başa dönmüştü artık. Komşumun bana dedikleri emin olduğum her şey için beni şüpheye düşürmüştü. Ne yapacaktım şimdi?.. O kadar düşünce içindeyken aklıma bir söz geldi ve bu söz benim tüm bu yaşadıklarımı anlamlandırmaya, kafa karışıklığımı gidermeye fazlasıyla yetecekti. Bu kısır düzenden yorulmamı engelleyecek olan komşuma söylediğim söz ne miydi? “Benim bahçem, senin çölün…”
Sorarım size Statilius Taurus Modeus Sahneus’un kıymetli okurları! Sizce bu hikaye size ne demek istiyor..?
16.05.24 – Prova günlüğü