CALİGULA SUİKASTI
Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Projeksiyon Tasarım: Okan Temizarabacı
Oynayanlar: Münir Can Cindoruk, Mehmet Tekatlı, Adem Yıldırım
Asistanlar: Mesut Karakulak, Karen Yazel Yivli, Eren Evren
PROVA NOTLARI
01.04.24 – Prova Günlüğü
Ey Romalılar! Deliyim gözü kara deliyim, yakarım Roma’yı da yakarım. Ve karşınızdaaa Caligula Suikasti. Bugün ilk günümüz ateş gibi bir gün. Hem hava sıcak, hem de günün elementi ateş. Evet evet sahnenin ortasında bir mum etrafında biz. Esnekliğimizi bir de şimdi gösterelim dedik. Isınmanın sonunda geldiğimiz noktayı görünce kendimize inanamadık. Vay anam vayy..
Caligula’nın ölüm ile ilgili bir derdi yok. Ölümsüz olduğundan değil tabi de derdi başka. Daha ne yapsın ne! Caligulalar olmasa gerçekleri nasıl görecek bu insanlar. Kimi nefretler göz açar, kimi nefretler göz karartır. Caligula ise halkın gözünü açmak istiyor.Bir de bu amcalar ne olacak ya ? Claudius amca demokrasi için her şeyi savunur sonra da gelir tek egemen olmak için sinsice zemin hazırlar. Ah bu amcalar Hamlet’in amcadan çektiği yetmemiş gibi şimdi bir de Caligula’da amcasından çekiyor.
Buna kimse itiraz etmeyecek mi ? Kimse çıkıp bir şey söylemeyecek mi ? Lal olup tutuldu mu dillerimiz. Kim bilir belki Mnester’in dili bir gün çözülür o belki bir şey söyler bizlere. O güne kadar bekleyeceğiz gibi görünüyor. O gün de çok uzak değil 23 Mayıs.
Günün Bilgisi,
Romalı konsül, Antik Roma medeniyetinin cumhuriyet ile yönetildiği dönemdeki en üst düzey yöneticileri ifade eder. Bu unvan aynı zamanda 1799 ile 1804 arasında Napolyon’un Devrimi öncesi Fransa’da görev alan devlet başkanlarına verilmiştir.
Günün Alıntısı,
“Seni yaralayan, iyileştirecektir de.”
(On İki Caesar’ın Yaşamı, Suetonius, 288)
Günün Şarkısı Yaparım Bilirsin
Yaparım bilirsin
Deliyim, gözü kara deliyim
Yakarım, Roma’yı da yakarım
Ben bulurum, seni yine bulurum
Olurum yine senin olurum
Deliyim, gözü kara deliyim
Yakarım, Roma’yı da yakarım
Ben bulurum, seni yine bulurum
Olurum, yine senin olurum
5.04.24 – Prova Günlüğü
Bugün prova bol akışlı, bol tekrarlı ve sakin geçti. Neden, neden, neden ve neden, sürekli olarak bizde mağduriyet yaratan kişi ve kurumların acılarıyla empati yapmakta ısrarcıyız acaba? İnsanın en temel gereksinimlerinden biri yaşamını devam ettirmek, elbette. Yaşamımızı “sadece” devam ettirebilmekle yetindiğimiz bir hayata ikna olmuş haldeyiz sayın okur. İnsanın hayatta kalma arzusu hafife alınacak bir şey değildir ve bastırılmışlığımızın sebepleri buralarda olabilir. Bayram öncesi son provaydı. 1 hafta ara veriyor ve oyunculardan ezber yapmış olarak gelmelerini bekliyoruz. Bayramdan sonra görüşmek dileğiyle!
15.04.2024 – Prova Günlüğü
Buyurun, sıyırsınlaaaarr! Günaydın sevgili okur. Bugün bayram sonrası ilk provamız. ”Enerji hayattır!” diye haykırdı K prova başlar başlamaz. Enerjini nereye, nasıl, neden akıttığına dikkat et! Güne bu cümleyle başlamamızın bir sebebi vardı belli ki. Bugün David Zinder egzersizleriyle başladık. K önce oyuncularla asistanları sahneye topladı, konuşmaya başladık. Egzersizlere geçmeden önce zihnimizi de hazırlıyorduk. Türkiye’deki oyunculuk anlayışı üzerine sohbet ettik. Psikoloji ele avuca gelmez ve oyuncu bazı alışkanlıkları bir kenara bırakabilmeli diyor. Duyguları kullanıp ağlayacağız diye kendinizi manyak etmeyin demeye çalışıyor bence. David Zinder çalışmamızın nedeni de bu. Türkiye’de oyuncu bedenine teknik olarak yatırım yapılmıyor. Algısına yatırım yapılıyor ama algısının bir önemi yok bence diyor K. “Oynayan bedendir. Oynayan hayvandır, akıl değil. Zinder’inoyuncuya kazandırmak istediği temel şey bir tekniktir.” Gerçekten de, zihnimizi devreye soktuğumuz her an, bir şeyi gözden kaçırıyor ve sekteye uğratıyor olabilir miyiz? Bedenimizin kontrolü ele geçirmesine izin vermeyeli ve en önemlisi bedenimize iyi bakmaktan vazgeçeli ne kadar oldu? Neden biz oyunculara bedenin önemini anlatan çok az insan var? Halbuki sahnede işi yapan bedenimizdir. Bohem olmak marifet değil diye düşünüyorum K konuşurken, oyunculuk disiplin işidir ve bedeni eğitmek, ona iyi bakmak, disiplini elden bırakmamak gerekir. K, oyuncuların es vermekten korktuğunu söylüyor. Oyuncu zannediyor ki es verdiğim an oyun duracak, halbuki o anlarda oyuncu dominant durmayı başarırsa, sıfır noktasında, hareket ve niyetle dolu halde durabilirse oyun durmaz ama bunun için iyi bir müzisyen de olmak gerekir diye ekliyor.
Müzik demişken, bugünün müziği *BLOND:ISH -Inner Jungle” olmalı! İçimizdeki ormana doğru emin adımlarla yürüdük ve hatta ne olduğunu bilmediğimiz ama varlığından emin olduğumuz avlarımızı avladık dakikalarca. Bu da egzersizlerden biriydi. Bir rolün ve bir oyunun yaratımı ne çok detayı barındırıyor öyle değil mi? Kimse bu hazırlık evresini kendine ve birbirine önemsetmiyor oyunculukta diyor K. Zemini, sahayı iyi kurup yeteneği bunun üzerine inşaa etmek lazım. Bir müzisyen, bir futbolcu, bir dansçı vb o tekniği öğrenene kadar tekrar tekrar en sıkıcı hareketleri nasıl yapıyorsa oyunculuk da böyle olmalı. Sanatla tekniğin ne ilgisi var diye tekniği küçümser herkes çünkü zaman, disiplin, emek gerektirir. O sıkıntıya katlanmayı bilmek gerekir. Drama demek hareket demek, hareketin taklidi demektir. Karakterler hakkında konuşurken gut hastalığından konuşuyoruz ve oyunculardan biri et yiyemediğimiz için gut olamayız diyince acı bir kahkaha patlatıyoruz. “Biz ancak good oluruz good, very good.”
16.04.2024 – Prova Günlüğü
Olağanüstü hissettiğimiz güne olağan dışı bir ısınmayla başlıyoruz.
Zinder temrinlerini uygulama vakti!
Önce yürüdük sonra durduk. Konumuz ve konumumuz sıfır noktasındayken hareket etmeye en yoğun hissettiğimiz anda grafiksel olarak hızlanmak üzere adım atmaya başlıyoruz ama asla koşmuyoruz.
Avcı oluyoruz ama avın nerde olduğunu bilmiyoruz, nasıl yürürsün? Avdan bir sinyal alıyoruz, yerini tespit ediyoruz ona ulaşmak için acele ediyoruz ama koşmuyoruz..! Gittikçe yaklaşıyoruz aradaki mesafe 100 metre! Çok arzuluyuz. 50 metre! Ulaşmak istiyoruz. 20 metre! Yaklaştık biliyoruz. 5 metre! Tam önümüzde, ürkütmemek gerek. 1 metre! Neredeyse dibimizde. 30 cm..! Son hamleyi yapmaya, avı yakalamaya çok hazırız! HAMLENİ YAP!!!
KAÇTI…
bu sadece temrinlerden biri. Biz, sizlere de bahsedeceğim diğer temrinlere devam ettik.
Pekala sorarım size, insanın istediği hedeflere ulaşması eksik veya aza sahip olmasından mı kaynaklıdır?
Örneğin, Cladius; Onu kendi iktidarına giden şeyin kaynağı kamburluğu olabilir. Bir kompleks yüzünden kendisini ona kamburluğunu göz ardı edebilecek olan nimetlere kavuşmaya itiyor.
bedensel eksiklik akli kuvvetle kapatılabilir…
Caligula’nın eksikliği ise fazlalığı… Bunun sonucu da bir arzu doğuruyor. Uçarı olarak kendisini korkunç bir tiranlığa, bir zorba görünümüne sahip olmaya ve onu kendisiyle beraber yok etmeye yükletiyor ve ayrıca bunu halka yakıştırıyor. Tüm işi yapıyor..!
Mnester’de ise tam tersi, dili olmadığı için bedene yüklenmiş.
Halkın kendisi aslında. Bir türlü söyleyemiyor, ama hep bir hareketler!
Günün şarkısı
sezen aksu – dilimin ucunda kelimeler
Dilimin ucunda kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum
17.04.2024 Prova Günlüğü
Güne bugün de Zinder egzersizleriyle başladık. Yogayı prova sonuna koyma planları yaparken üç oyuncunun da aynı fikirde buluştuğu nadir anlardan biri prova sonrası yoga konusundaki ortak sessizlikleriydi. Herkesin Mnester gibi dilsizleştiği, sessizleştiği bu ana bir süre güldükten sonra ciddiyetle provamıza devam ettik. “Oyunu iyice anlamaya başlıyoruz.” dedi K. Coşkusallığımızı kullanarak manipülasyona açık hale gelip kendimizi dalgaların önüne atarken kimin oyununun piyonu oluyor ve coşkusallığımızın kurbanı oluyoruz? Bu coşkumuzu stratejik bir figür kendi himayesine aldığında neler olabilir? “İyi” olana duyduğumuz arzu, ona duyduğumuz koşulsuz bağ bizi savunmasız hale getiriyor olabilir mi? Birileri bizim zaaflarımızı kullanarak, onlarda da aynı zaaflar var-mış gibi davranarak bizi kendi hapishanesine alıyor olmasın? İktidar İhtirası! İnsanların zaaflarını kullanarak onlarla aynı fikirdeymiş gibi davranmanın neresi adil?
Bugün yoga yapmadık ama yoga yapmamak hakkında bol bol espiri yaptık. Çıkışta yorgunluktan hali kalmayan ekip üyeleri kaşla göz arasında çay içmeye kaçmışlardı bile. Münir ve Mehmet kahkahalar eşliğinde şöyle dediler:
Mehmet: Zinder egzersizleriyle yogayı eş zamanlı yapmak zararlıymış, öyle diyollaa.. Birbirlerini nötrlüyorlarmış.
(kahkahalar)
Münir: Ben yogayı yaptım ama zinder egzersizindeki gibi imgeleyerek yaptığım için dışardan belli olmadı.
(kahkahalar)
Münir: Yogada yorulmamak için altına zinder al diyorlar.
(kahkaha tufanı)
Gördüğünüz gibi tüm ekibin keyfi yerindeydi bugün de. Yarın görüşürüz.
18.04.2024 – Prova Günlüğü
Günün temrini: Yüzümüz duvara bakıyor ve duvara 20-30 cm mesafedeyiz. Bir ses çıkarıyorsun ve bu sesin duvara çarpıyor, geri geliyor ve kendi kuvvetiyle seni itiyor.
Başlayalım!
ha… hah. hAh! hAAh..! HAAAH! HaAaAAH..! Sesleriyle yankılanıyor salon!
Peki sizce, vücudunuz ne zaman o kuvveti hissedip itilir? Sesi çıkardınız, duvara gitti geldi o sırada az bir süre geçti ve sizi itti mi? Yoksa sesi çıkardığınız anda mı?Düşünelim, tartışalım.
En kutsalı dağıtmak!
KA: Üzerine durduğumuz yerlerdeki genel komedi nedir? Bir despotu iki paralık etmesi değil mi? Bunu etkili yapmak için de ilk önce birbirimizi çok iyi dinlemeyi başarmamız gerekiyor. Birbirimizi çok iyi dinlememiz oyunun detayını girmemizi sağlayacak. “Komedi: Sonsuzun fiziği” kitabını okuyabilirsiniz. Ayrıca Grotesk ifadelere başvurabiliriz. “Şarküteri” filmini de bunun için örnek verebiliriz.
KA: Sahneyi kullanırken alanı etkili kullanmayı da unutmayın. Sahnenin ön tarafını, yan tarafına genişlemekten çekinmeyin. Korku ruhu kemirir!
Moladan sonra provaya, ekibimizin projeksiyon tasarımcısı Okan Temizarabacı‘da katılıyor. Geldiğimiz yere kadar yani baştan ortaya bir akış seyrediyor. Bunun üzerine nasıl bir tasarım üzerine yoğunlaşmalı soruları ve detayları konuşuldu.
Sahne çalışmalarımıza devam ettik.
KA: Mnester, senin Cladius’un diksiyon hatalarına tahammülün olmasın anında düzelt durdur onu ve şöyle değil böyle söyle de, dedirt.
Bugün de şuna çok güldük.
KA: Mehmet sen kapalı “e” yerine açık “e” ile söyle kelimeyi.
Mehmet kelimeyi doğru şekliyle söyler…
KA: hayır, açık “e” ile söyle yanlış söyle yani.
Mehmet kelimeyi yine doğru söyler…
Mehmet: diyemiyorum, yapamıyorum, yanlış söyleyemiyorum!
KA: Yanlış diyemeyen adam! Yanlış yapamayan adam!
Günün şarkısı, Hatasız kul olmaz – Orhan Gencebay
Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
Dermansız dert olmaz, dermana sal beni
Kaybettim kendimi, ne olur bul beni
Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.
Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
Sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
Sev beni…
19.04.24 Prova Günlüğü
Prova başından gün sonuna kadar kafamda yankılanıp duran “Audre Lorde-Bahisdışı Kız Kardeş” kitabındaki birkaç cümleyle başlamak isterim yazıya: “Görünürlükten, incelenmenin ve belki de yargılanmanın merhametsiz ışığından, acıdan ve ölümden korkumuz asla yakamızı bırakmayacak ama ölüm hariç tüm bunları zaten yaşayıp atlattık, sessizce. Artık kendime şunu hatırlatıyorum; dilsiz doğmuş olsaydım da, güvenliğim için hayat boyu sessizlik yemini etmiş olsaydım da yine ıstırap çekecek, yine ÖLECEKTİM.” Öyle değil mi? Ölmeyecek miyiz? Her halükarda öleceksek bu suskunluk neden? Tüm gündelik hayat ölümü unutmaya çalışmakla geçiyor. Istırabı dindirmeye çalışmak ve ıstıraptan olabildiğince kaçınmak için kendimize meşgaleler bulup duruyoruz. Fakat asıl acı sustuğumuz zaman başlıyor olabilir mi? Bu hikayede Mnester gerçekten dilsiz, biz de yazıdaki gibi güvenliği için susmayı tercih eden milyonlarız, aslında onun gibi dilsiziz. Konuşuyoruz evet, çok konuşuyoruz, söyleniyor, kınıyor, söyleniyor ve yine kınıyoruz, ah ne çok konuşuyoruz! KA diyor ki, çağın vebası bu, aşkınlaştırma ve idealleştirme problemi, asıl sorunlar dururken ideal geleceği tasarlamak fakat temel sorun için hiçbir eylemde bulunmamak. Oturduğum evi su basarken “bir dakika ya, bu duvarları hangi renge boyasam?” diye düşünmek gibi. Biz duvarların rengine karar verene kadar su altında kalıp boğulabiliriz, boğuluyoruz, boğulduk, imdaaat! Sonra Caligula şunu soruyor, kendi kendini güdemeyen bir koyun sürüsü olmak mı bizim istediğimiz? Çoban olmadan yolunu bulamayan bir koyun sürüsü müyüz? Ben değil, Caligula soruyor. Çıldırmış olan kim, çoban mı koyun mu? Bunu da soruyor. Hayatın anlamını da soruyor… O bütün bunları kendi evreninde, sıkışıp kaldığı ve canlandırılmayı beklediği a4 kağıtlarına yazılı tiyatro metninin içinde sorup sorup dururken, biz ne yapıyoruz? Biz uyanmışız, sabahın 11’i, dışarıda yağmur yağıyor, içeride her yaştan insan oyunlar oynuyor. Bir sürü oyun, çocuk oyunu. Bugün böyle ısınıyoruz. Oyun oynamak, saçmalamak yetişkinlikle beraber elimizden alınan bir nimettir diye düşünüyorum herkesin yaratıcılığını ve kahkahalarını görüp duydukça. Gündelik hayatın tüm ciddi ritmini bir anda silip herkesi eşitleyen, güldüren, dışarda yapsak “deli” diye yaftalanacağımız tüm hareketleri oyunun sunduğu özgürlük alanında yapabiliyoruz. İyi oyunlar! İyi provalar! Buyuruuuun, sıyırsınlar! Ne zaman “Nasılsın?”diye sorulsa “Olağanüstü.” diye cevap veren KA: “Her şeye rağmen bir sürü sperm yumurtaya doğru koşturuyor. Bu dünyaya gelme çabasının bir ürünüyüz biz. Beni sosyolojinin belirlemesine izin mi vermeliyim? Koşullar neden benim yaşamak denen büyük arzumu ele geçirip yok etsin?” diye soruyor ve prova bugünlük bitiyor.