
BİR BAŞKADIR A.
PHERES
Ansızın gelene Tanrı’dan teselli bulunur.
Bu nasıl bir sessizlik?
Ona canlı gibi ölü de denilebilir.
Güneş, gün ışığı, çok az aydınlatıyorsun acımızı.
Işıltını geri isteriz.
Biri alır taşır seni.
Belki de şu an gülüyorsundur.
Biz elbette ağlıyoruz.
Üzüntü ağladığında, kahkaha gibi çınlar.
Biri alır taşır seni.
Diri ya da ölü.
Adını sen koy.
Yazanlar: Andreas Sauter, Bernhard Studlar
Çevirenler : Gülen İpek Abalı, Ayşe Gülsüm Özel
Yöneten: Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Müzik: Can Güngör
Afiş Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç
Yönetmen Asistanları: Ferhat Asniya, Ahsen Özercan
Oynayanlar
A: Kübra Kip
Gerd: Emre Çaltılı
Herwig: Bülent Aksu
Nina: Deniz Elmas
Pheres: Metin Coşkun
Süre:1 perde 70′
Avusturya Kültür Ofisi’ne oyunun yazarı Bernhard Studlar’ın Türkiye’ye gelmesindeki katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
BASINDA ÇIKANLAR
25.1.2017 – Çarşamba
tiyatrodergisi.com- Sadık Aslankara
http://www.tiyatrodergisi.com.tr/2017/01/25/tiyatroda-bir-genc-oncu-moda-sahnesi/
23.1.2017 – Pazartesi
Ranini.tv – Ünsal Yılmaz
http://www.ranini.tv/ozel/21961/1/bir-baskadir-a-hangimiz-degiliz-ki
21.1.2017 – Cumartesi
tiyatrodergisi.com – Çağla Coşkun
http://www.tiyatrodergisi.com.tr/2017/01/21/bir-baskadir-a-neden/
12.1.2017 – Perşembe
Şalom Gazetesi – Erdoğan Mitrani
http://www.salom.com.tr/haber-101729-moda_sahnesinde_bir_baskadir_a.html
PROVA NOTLARI
1.1.2017 – Pazar
1 ocak
Yılın ilk günü.
Saat 15.00’te Ka, İrfan abi ve asistanlar olarak bazı teknik işleri halletmek için buluşuyoruz. Can Güngör de aramızda. Bengi de Deniz ile kostüm işlerini hallediyor.
Oyuncular beklendiği gibi 16.00’da geldi ve yarım saatlik bir yılbaşı gecesi değerlendirmesinden sonra provamıza başladık.
“Oyunun adı şu da olabilirdi: Bir Huzur Yok”
Gerd’in öfkesini içte yaşayan bir kimse olduğunu fark ediyoruz.
Ka, Bülent’ten bir yeri değiştirmesini istiyor. Bülent bu direktifi yaklaşık 40 saniye sonra alıyor.
Ka: Görüyor musun Can, rezonansım sönmüyor.
Can: Abi akustik çok iyi
Teknik prova ile beraber akış alıp provayı bitiriyoruz.
Je ne t’aime plus mon amour
Je ne t’aime plus tous les jours
Manu Chao
31.12.2016 – Cumartesi
13.00’te Bülent, Emre ve Deniz geliyor. Ahsen bazı hatırlatmalar
yapıyor. Oyuncular notlarını alıyor ve 14.00’te Ka, Metin abi ve Kübra
aramıza katılıyor. Hep birlikte sahneyi küçültüyoruz. Artık Kübra’nın
olduğu alan ile seyircinin olduğu yer arasını daha geniş kullanıyoruz.
Sonra teknik akışımıza başlıyoruz.
Tekniğin ötesine geçip oyundaki ayrımcı dil üzerine konuşuyoruz.
A.: Ne demek istediğimi anlıyor musun?
Ka: Tüm kadınların tüm erkeklere sorduğu soru bu.
Teknik akıştan sonra yemek arası veriyoruz. Tatlı dahil.
Akşamki akışımızı Murat (Tüzün), Demet (Yaman) izliyor. Metin
Coşkun’un oyuncu kızı Ezgi Coşkun da aramızda.
Akıştan sonra hep birlikte tatlımızı yiyip çayımızı içiyoruz. Bir de
fotoğraf çekip iyi seneler diliyoruz.
Yılbaşı özel programı sebebiyle provayı erken bitiriyoruz.
bKZ: Schrödinger’in Kedisi, Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger
tarafından ortaya atılmış, kuantum fiziğiyle ilgili olan, hakkında çok
tartışma yapılmış düşünce deneyi. Genellikle kuantum mekaniği ve
Kopenhag Yorumu’yla ilgili bir paradoks olarak bilinir.
Schrödinger’in kedisi paradoks diye tanımlanan düşünülmüş bir
teoridir, Erwin Schrödinger tarafından 1935’te ortaya atılmıştır.
Schrödinger, problem olarak gördüğü günlük nesnelere uygulanan kuantum
mekaniğinin Copenhagen yorumunu resimlendirdi. Bir kedi ölü ya da diri
olabileceği rastgele bir duruma bırakılıyor ve karar vermek için
gözlemlemeye ihtiyaç duyuluyor. Bu düşünülmüş deney, özellikle kuantum
mekaniğinin teoriksel yorumunun tartışmasıdır.
Schrödinger’in kedisi; bir kedi, bir küçük şişe zehir ve radyoaktif
bir kaynakla kapalı bir kutuya bırakılıyor. Eğer içerideki monitör
radyoaktifliği algılarsa (azalmakta olan tek atom) küçük şişe kırılır,
zehir kediyi öldürür. Bir süre sonra kuantum mekaniğin Copenhagen
anlamdırması kedinin bir dalga fonksiyonu olduğunu anlık olarak
hayatta veya ölü olma ihtimalini vurgular. Kutuya bir kez bakıldığında
kedi canlı veya ölü olabilir, ikisi birden olamaz.
30.12.2016 – Cuma
Saat 13.00. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini konuşuyoruz.
Oyuncular ısınıyor ve 14.40’ta Ka ile provamıza başlıyoruz.
Bongo’nun burcu balık, yükseleni terazi.
Ka, oyunda kimsenin kimseden özür dilemediğini söylüyor. Hiçbiri
kendini savunmaktan özüre geçemiyor. Dolayısıyla karakterlerin
yargılamalarını ne kadar net duysak o kadar iyi.
Derken Can Güngör geliyor. Oyun için yaptığı müzikleri denemeye geçiyoruz.
Bu ilk akışı yine oyun üzerine konuşarak, keserek alıyoruz.
Derken Berfin geliyor. Berfin tüm bu süreçte, Almanya’da yaşamanın
verdiği haklı gururla, metin ile ilgili bize yardımlarda ve önerilerde
bulundu. Artık o da aramızda.
Aradan sonra Can’ın ve Berfin’in izlediği ikinci akışımızı alıyoruz. Kesmeden.
Sonrasında Can ve Berfin’den bir değerlendirme istiyor.
Ka: Bu akışta bi’ Türk tiyatrosu oyuncusu geldi sanki. Böyle yavaş,
açıklayan bir oyunculuğa döndünüz. Berfin geldi diye mi oldu?
Ka yarın 13.00’te Ahsen’in Deniz, Bülent ve Emre’yle unutulan yerleri
hatırlatması için çalışmasını istiyor.
Prova bitti.
29.12.2016 – Perşembe
Büyük salondayız. Dekor ile ilgili kullanılma biçimleri üzerine
denemeler yapıyoruz. Toplumun içine içlemiş riya ve dedikodu üzerine
konuşuyoruz. Oyun karakterleri üzerinden ve hayatın içinden
örnekler buluyoruz.
Ara.
Bülent: Hocam burada bir şey deneyebilir miyim?
Emre: Hocam dedi!
Ka: Panikten dedi, kabul edilebilir.
Karakterlerin, seyirciye anlattıkları kişileri, durumları kendi
subjektiflikleri ile anlatmalarının gerekliliğini konuşuyoruz.
Karakterin bu şekilde seyircide bırakacağı iz önemli.
Yargılamalar: Paranoya ve kaygı oluşturuyor.
Karakterlerin birbirleri ile konuşmaktan çok seyirci üzerinden
birbirlerine bir şeyler söylemelerinin sebeplerini bulmaya
çalışıyoruz.
A.: Boşluktan konuşuyor. Bunun dinamizmine sahip. Bir sakınması yok.
Her şey çok net. Kontrol mekanizmasına ihtiyaç duymadığı bir yerde.
Cezbedici, arzu dolu.
Bkz: Mülksüzler – Ursula K. Le Guin, Metis Kitap
28.12.2016 – Çarşamba
Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi
1927 yılında Alman fizikçi Karl Werner Heisenberg tarafından ortaya
atılan Heisenberg Belirsizlik ilkesi kuantum mekaniğinin en büyük ve
önemli yaklaşımlarından biridir. Özüne inildiğinde doğadaki en temel
olguların ve niceliklerin belirsizliğini anlatan Belirsizlik ilkesi,
ayrıca klasik fizik ile kuantum mekaniğinin birbirinden ayrıldığı
noktadır. Genel hatlarıyla bakıldığında belirsizlik ilkesi (konum ve
momentum için) fiziksel bir sistemde konum ve momentumun aynı anda
kesin olarak belirlenemeyeceğini, daha doğrusu bu niceliklerin sadece
bazı karakteristik belirsizliklerle bulunabileceğini söyler.
Belirsizlik kavramı, fiziksel literatürde birkaç farklı anlama
sahiptir. Bu kavram bilgi eksikliği, deneysel sapma veya nicelikteki
anlam bulanıklığını belirtebilir. Belirsizlik teorisini ilk olarak
1927 yılında “Ueber den anschaulichen Inhalt der quantentheoretischen
Kinematik und Mechanik” isimli makalesinde (kuantum teorisi kinematik
ve mekanik üzerine bir makale) açıklayan Heisenberg için fiziksel
literatürde kesinlik ve netlik neden bir problem olarak görünüyordu?
Heisenberg’e göre bir parçacığın konumu ve momentumu aynı anda kesin
olarak tespit edilemezdi, yani her bir kavram için minimum da olsa bir
sapma, hata payı veya belirsizlik vardı. Bu belirsizlik aynı şekilde
enerji ve zaman arasındaki ilişkide de geçerliydi. Thomas Young’un
çift yarık deneyinde de görüleceği gibi madde ve enerji aynı anda
dalga ve parçacık özelliği gösterebilir. Buna bağlı olarak, örneğin
elektron parçacıksa konumunu, dalgaysa momentumunu ölçülebilir.
Heisenberg’in gözlemlerine göre atomaltı parçacıklar günlük yaşamda
normal olarak görebildiğimiz nesnelerden farklı davranışlar
sergilemektedir. Örneğin, bir elektronun hareketlerini
incelediğimizde, elektronun konumunu kesin olarak belirlemek için ona
kısa dalga boylu yani yüksek enerjili bir ışık gönderilir. (Işık
gönderilerek, ışığın yansıyarak tekrar gelmesiyle konumu belirlenmeye
çalışılır.) Ancak ışığın yüksek enerjili bir yapıda olması, elektrona
çarptığında onu etkileyecek, momentumunu değiştirecek ve parçacığın
hızı, dolayısıyla konumu yanlış hesaplanmış olacaktır. Yani özetle,
atomaltı parçacıkların niceliklerinden birinin kesin olarak bilinmesi,
diğer niceliği etkileyecek ve belirsizliği artıracaktır.
Ancak unutulmamalıdır ki belirsizlikler sadece ölçümlerden
kaynaklanmamakta, aynı zamanda atomaltı parçacıkların herhangi bir
anda nerede olduğunun ve nereye gittiğinin belli olmamasından yani
parçacığın karakteristik özelliğinden de kaynaklanmaktadır.
27.12.2016 – Salı
Kaldırım taşlarının altında kumsal var.
27 Aralık’ta gerçekleşen 27.provamıza da ısınarak başlıyoruz. “Emre gene harika hareketler yapıyor. Adeta ışıldıyor.”* (*Emre kendi yazdı)
Ka, değişiklikleri Kübra’ya anlatıyor.
Oyundaki ikilikleri konuşuyoruz. Bongo’nun siren sesi ve Pheres’in siren sesi başka başka değerlerde kullanılıyor. İnsani değerleri farklı. Nina’nın merak duygusuyla A.’nın merak duygusu da başka yönlerde.
Ka: Kıyamet Nina ve Bongo yüzünden kopacak.
DİKKAT İMGE ÇIKABİLİR: Balık kafası
7. sahneyi çalışıyoruz.
Monologlar. Herkes kendi derdini anlatıyor. Birbirleri ile konuşmuyorlar.
Ara.
8. sahneden devam ediyoruz.
Bongo ve Nina’nın itirazlarıyla A.’nın itirazlarını karşılaştırıyoruz. A.’nınki esasa dairken diğerlerininki biçimsel itirazlar.
Bongo ve Nina’nın “pi sabiti” olduğuna karar verdikten sonra 7. ve 8. sahneyi birer kez daha alıyoruz ve provayı bitiriyoruz.
A.: Bir Ütopya Militanı
Artık dünyayı yorumlama değil, değiştirme vaktidir.
4 Ocak’ta moda sahnesi’nde
Not: Buram buram Rembrandt
26.12.2016 – Pazartesi
Gün sayıyoruz.
Saat 14.00. Oyuncular ısındı. Provaya hazırız. Bugün Kübra aramızda yok.
Ka’nın sahne düzenine dair yaptığı bazı ufak değişiklikleri dinliyoruz. Dörtlümüzün oyun alanı küçülüyor. Üstelik artık lokal ışıkları yok.
“Daha rafine bir anlatım için.”
Oyuncuların -birbirleriyle kurdukları ilişkiye göre- oturma sıraları da değişmiş.
“Bana kalsa her oyun değiştiririm.”
Bugün neredeyse tüm prova boyunca oyun üzerine konuştuk.
“Bu hikayeyi Emre’deki Gerd anlatıyor. Ne Emre ne Gerd…”
“Gergin bir Avrupalı oyunu oynuyoruz diye düşünmeyin. Çok bizden bir şey bu aynı zamanda. Hikaye anlatıcılığı. Ortaoyunundan biliyoruz bu formu. Alman diye uzaklaşmayın.”
Oyunun dertlerinin ortaklığı: Kentleşen her yerde yaşanan problemler bu oyundaki problemler. Doğayla ilişkinin bozulması: Kent ve kapitalizm.
Ka bu oyunda oyuncunun da seyircinin seyircisi olduğunu söylüyor. Durup anladıktan sonra bu fikirle çok eğleniyoruz.
15.46. Ara.
Döndüğümüzde 7. Sahneyi çalışmaya başlıyoruz. Ka, Ahsen’e en öne oturmasını; oyunculara da her şeyi Ahsen’e anlatmalarını söylüyor.
“Bu oyunu kıymetsiz bulanlar olacak. Patron-işçi ilişkisini anlatsak bir şey ama mesela dert kendini bilme olunca değersiz.”
Oyundaki film vurgusunu fark ediyoruz. Bongo, filmlerdeki gibi “ekşın” anlar yaşamak istiyor. Nina filmlerden örnek veriyor.
Pheres: “Ne seyredilir bilmem ki”
Beynimize imajlar çakan ve bizi sabitleyen yanıyla “film” üzerine konuşuyoruz. Bu sırada bazı iyi film önerileri havada uçuşuyor.
18.00, prova bitti.
23.12.2016 – Cuma
Dün, boş günü değerlendirerek ışık focuslarını bugünkü akış için hazır hale getirdik. Marke bonsai ve kül kavanozunu hazır ettik. Tüm aksesuarlarla, ışığıyla, dekoruyla ve seyircisiyle eksiksiz bir prova yapacağız.
Önce teknik olarak ışık cue’larını, projeksiyonu ve sesi tekrar kontrol ediyoruz. Her şey hazır görünüyor.
Ara.
7. sahneden itibaren çalışmaya başlıyoruz. Diğer akışlarda 7. Sahneden itibaren bir düşüş yaşadığımızın tespitini yapmıştık. Ka, bunun oyundaki net bir değişimle ilgili olmadığını, oyuncuların enerjilerinin ve tempolarının düşmesini oyunculara doğru tonlamaları buldurarak açıklıyor.
Seyirci.
“Seyircinin tepkisi sizi bir sonraki repliğe taşısın. Seyirciyle oynamayı düşünün, anahtar orada. Oradan gelen tepkiyi yok saymayın. Gerçek olan o tepki.”
“Bu oyunda herkes birbirinden daha önemli ve daha duygulu olduğunu savlıyor.”
17.00’de seyircilerimizi salona buyur edip akışa başlıyoruz.
Tiyatrodan, yakın çevreden 21 kişilik bir seyirci grubu bizi karşılıyor. İyi sayı. Neredeyse prömiyer öncesi gibi bir duygu oluşuyor. Artık herkesin tüm tekste neredeyse hakim olduğunu görüyoruz. Mizansenler akıllarda yer etmiş ama her an her şey değişebilir. Can Güngör’ün oyun için hazırlamakta olduğu müziklerin birer markesini de akışta kullanıyoruz.
Akış bitiyor. Seyirciyi cafe’ye doğru uğurluyoruz. Ka önce izleyenlerle, ardından oyuncularla akış ile ilgili konuşuyor. Haftaya tekrar görüşmek üzere günü bitiriyoruz.
21.12.2016 – Çarşamba
Saat 13.00 ve büyük salondayız.
Sahne ölçülerini belirleyerek başlıyoruz provaya. Hep birlikte sahneyi düzenliyoruz. Ölçüleri belirlerken sandalyeler ve şeritler arasındaki olası mesafeler ile ilgili tahminlerde bulunuyoruz. Küsuratlar havada uçuşuyor. Ka bu konudaki başarısını tekrar tekrarlıyor. Oyun alanından dışarı doğru yükseklik kazanarak kavisli ve sinsi bir şekilde gelen fevernova marka futbol topunu tek hamlede kontrol eden teknik direktör gibi.
Metin abi bugün akışa kadar aramızda değil. Ahsen, Metin abiyi markeleyecek.
Sadece 1. sahneyi çalışıyoruz. Karakterler üzerine deşifrelemelerimizi arttırıyoruz.
Bongo’luk, Nina’lık., Gerd’lik.. Bunları bedene nasıl geçirebiliriz?
Bongo kötü biri değil. Sadece farkında değil, farkındalığı yok.
Bongo ve Nina diyor ki 6 milyar benim gibi olsun. Ben süperim, herkes bana benzesin. Ama bu fikre hayır diyen bir A. var.
Dünkü akış üzerine de konuşuyoruz. Bu sırada Ka, oyunun nereden oynanacağı üzerine bazı şeyler söylüyor:
Siz seyirciye olayı anlatmıyorsunuz, seyirciyle birlikte olayı yaşıyorsunuz.
Oyuncular kostümlerini giyiyor. Projeksiyonumuz hazır. Akışa başlıyoruz.
Prömiyer yakın, kibritleri yakın.
20.12.2016 – Salı
Prömiyerin davetlilerini ensemizde hissetiğimiz şu zamanlarda, üç günlük bir aranın ardından birlikteyiz.
Oyuncular 12.00’de buluşuyor ve ısınmaya başlıyor.
Büyük salondayız. Ka geliyor. Kısa bir sohbetin ardından çalışmaya başlıyoruz.
Ka: Görelim bakalım neleri unutmuşsunuz.
Keserek, neredeyse cümle cümle, her anı konuşarak ve daha derinden anlamaya çalışarak ilerliyoruz.
Problem arabesk.
A.’nın bahsettiği arabesk tını ne olabilir diye düşünürken Ka Claude Debussy’den Arabesque No.1’i açıyor.
Sonra Ayşe Tütüncü’nün Çeşitlemeler albümünden Golliwog’un Yürüyüşü adlı parçayı dinleyip
eğleniyoruz.“Bir Debussy parçasının düzenlenmiş ve doğaçlanmış hali”
Ara. Döndüğümüzde misafirlerimiz olacak ve akış alacağız.
Seyirci kısmında fuaye ekibimizi ve Engin Hepileri’yi görüyoruz.
Akış 16.03’te başlayıp 17.06’da bitiyor.
Arabesk: (Vikipedi)
Arabesk, temel bale pozisyonlarından biri.
Arabesk, 1988 yapımı Türk filmi.
Arabesk müzik, oryantal bir müzik türü.
Arabesk kültür, 1980’li yıllarda şehre göçün sonucu ortaya çıkan yaşam tarzı ve dünya görüşünü yansıtan altkültür.
Arabesk sanat, Arap mimarisinde rastlanan ince taş işlemeleri sanatı.
Arabesk, Emel Müftüoğlu’nun 22 Kasım 2002 tarihinde çıkan albümü.
16.12.2016 – Cuma
“Ama biz ‘bak, seyirci, sen bunu başaramıyorsun’ demiyoruz. Bunu bizler de başaramıyoruz. Hikayeyi de buradan anlatıyor olmalıyız.”
A., yasayla arzu arasındaki çatışmayı gösteriyor bize. Arzularsan, yasayla çatışırsın.
14.55, ara.
Karakterleri gün geçtikçe daha da iyi tanıyoruz. Zaten kendimizden ve çevremizden aşina olduğumuz “tip”ler olmaları, onları bize zahmetsizce yaklaştırıyor.
Ka: Herwig’te bir tür gevreklik var. Salaklara özgü bir gevreklik.
Bülent: Abi yoksa sen “oynarken Bülent ol” derken bu yüzden mi diyordun?
“Pheres’in dünyasını aşağılıyor, onunla dalga geçiyor hepsi. Dolayısıyla hiçbiri hiçbir zaman A.’nın çıktığı ‘yol’a çıkamayacaklar.”
Nina ve Bongo’nun sürekli bir onay peşinde olmalarından, Bongo’nun komplekslerine uzanan bir konuşmanın içine giriyoruz. Bu konuşmanın ardından toparlanıp büyük salon’a geçiyoruz.
Bugünkü akışımızı En Kısa Gecenin Rüyası oyuncuları izleyecek. Seyirci kısmında bir kalabalık var. Yüzler gülüyor.
Akış 17.19’da bitiyor. EKGR ekibini dinliyoruz. Bonsai olarak Alper’in denenmesi konusunda bir fikir ortaya atılıyor. Ka, Alper’e yapılan bu terbiyesizliğe daha fazla katlanamayacağını söyleyerek Alper ile başka bir tiyatro kurmak üzere aramızdan ayrıldılar.
Not: Bir kelebeğin kanat çırpışı kilometrelerce ötede fırtınaya sebep olabilir, evet.
15.12.2016 – Perşembe
Hava soğuyor. Anlıyoruz ki prömiyer yakın. Oyuncular ısınıyor. 12.55’te Ka geliyor. Yoğun bir sohbetin içinde buluyoruz kendimizi.
Gerd, geçmişte sevdiceği A. ile çıktığı bir yemeği anlatırken içtikleri likörün markasını hatırlıyor. Restoranın adını hatırlıyor. Birkaç sayfa sonra, Gerd: Teni nasıldı?
Bu, ilişki kuramama halini, önemsediklerimizin neler olduğunu konuşuyoruz.
“Kendimize yönelik bir hayat yaşayamıyoruz. Hep dışarıdan kuruyoruz ilişkileri. İçe dönemiyoruz.”
Bülent: En yakın ve en uzak olduğumuz şey: kendimiz.
A. dışındaki tüm karakterlerin potansiyellerini konuşuyoruz.
“Hepsinin içinde direnen bir taraf var. ‘İnsan olarak değişme potansiyelimiz var’ diyor oyun. Ama A. dışında hiçbiri bunu tam olarak gerçekleştiremiyor.”
Ka oyunculara, oynarken karakterlerin dışlak bir algılama modeline tabi olduklarını göstermeleri gerektiğini söylüyor.
15.30’da yarım saatlik bir ara veriyoruz. Saat 16.00’da salondayız. Misafirlerimiz var ve akışımızı izleyecekler.
Herkes ve her şey hazır. Oyun başlıyor.
Ka:(Seyircilere) Sizi kullanıyoruz arkadaşlar.
Akış bittikten sonra oyun üzerine kısa bir sohbet ediyoruz misafirlerimizle.
Sonrasında Ka, oyunculara bugünkü akışa dair birkaç şey söylüyor. Yarın başka bir prova ve yeni misafirlerimizle buralarda olacağız.
13.12.2016 – Salı
Yirminci provamız. Saat 12.00’de toplanan ekip ısınmaya başlıyor. Kübra ve Yeşim sabah 11’de buluşup koreografi çalışmaya başlamışlar. Onlar da aramıza katılıyor. Ya da biz onlara katılıyoruz. Evet. Beden ve ses ısıtma egzersizlerinden sonra Ka ve Metin abi geliyorlar.
Ka: Başlamadan önce bir şey söylemek istiyorum. Presence.
Presence, İngilizce mevcudiyet, varlık anlamlarına geliyor. Ka, oyuncunun sahnede olması gereken durumunu en iyi “Presence”ın anlattığını söylüyor. Oyun ve oyuncunun iyi olmasının göstergesi.
Peki bu nasıl mümkün?
“Burada oyuncu sahneyi kendine hak görmez. İlk şart bu: Sahneden kaçmayacaksın. İkincisi, bulunduğu koşulları çok iyi kavramış bir oyuncu olmak. Sahnenin boyutu, spotlar, zemin malzemesi vs. Şimdi ve burada olmak mekan bilgisiyle de sağlanan bir şey.”
Bugün 15.00’e kadar ilerleyebildiğimiz kadar biz bize ilerleyeceğiz sonrasında seyircilerimiz olacak.
8. sahnede ara veriyoruz. Saat 14.40
15.00’te akışa başlarken misafirlerimizle birlikteyiz: Hamlet’ten tanıdığımız Esra (Kızıldoğan) ve Ulaş (Torun).
Düşüyoruz kalkıyoruz ve bir akışın daha sonuna geliyoruz. Kısa bir ara. Sonrasında Ka, akışın değerlendirmesini yapmak üzere ekibi tekrar topluyor.
Bundan sonra bol bol seyircili akış yapacağız çünkü seyirciyle kurulan iletişim, kontak, oyunun önemli bir kısmı.
Seyirci karşısında ne kaybettik, ne kazandık; muhtemel “seyirciye alışma süreci”mizde nelerle karşılaşırız…
“Anlatıya güvenin, dramatik olana değil”
Yönetmenden aldığımız bilgiyle: 13 Aralık itibariyle iyi bir yerdeyiz. Çalışmalarımız sürecek.
12.12.2016 – Pazartesi
Emre: Nereden geldi aklına bu abi?
Ka: Bilmem.
Stüdyodayız. Burada bir saatlik bir ısınma, beden egzersizleri ve ezber işimiz var. Bu işlerimizi bitirdikten sonra büyük salona geçiyoruz. Oyunda kullanacağımız sandalyelerimiz ve bir iki küçük aksesuarımız artık bizlerle. Birinci sahnenin ezberini iki defa alıyoruz. Ka, bir yakının ölümü sonrası yaşanan duygudan uzaklaşılmadan, bu bilgiyi hatırlayarak oynamaları uyarısında bulunuyor.
“Sek.”
“Anlarda kalın. Anların hareketleri genişlemesin. Anlattığınız duygunun hareketlerini çok iyi çizin. Söylemenin dışına kaçmayın.”
Ka, biraz zorlaştıralım işimizi diyerek, oyunculara yeni görevler veriyor. Oyunu oynatacak olanın seyircinin varlığı olduğunu, seyirci ile iletişime geçilince oyunun tonunun değişeceğini/kendini bulacağını söylüyor. Bununla birlikte bölüm sonu canavarı olarak önümüzdeki bir iki gün içinde tiyatro içinden bazı davetlilerimizin provamızı izleyeceğinin haberini veriyor.
Ka: Oyuncuyken hep doğruları söylerdi rahmetli. İnsanken yanlışlar yaptı.
Oyunun başından itibaren oluşan absürt durumların nasıl sürdürülmesi gerektiğini ve absürdü nasıl algılamamız gerektiğini anlatıyor Ka. Dinliyoruz. Ka ekliyor: Oyunculuğu genel hatlarıyla anlarsak ve o şekilde icra etmeye çalışırsak bu, oyun için yetmeyecektir. Oyunculuk ayrıntıda bir iştir.
A.’nın ölümü sonrası geride kalanların yas ve üzülme şekillerini tanımlıyoruz.
Bongo ve Nina: İkinci dereceden üzüntü.
7.12.2016 – Çarşamba
Cengiz Özkan konseri öncesi büyük salondayız. Saat 17.00’ye kadar vaktimiz var. Provaya başlamadan önce Ka, bir sonraki provaya alınmasını istediği bazı küçük malzemeleri iletti bizlere. Kostümlerin, eşyaların ve dekorların gelmesine çok az bir zaman kaldığı dönemindeyiz. Haftaya, tiyatro içinden birkaç kişiyi de prova izlemeye çağırma durumu olabilir.
Ka: Yamaç paraşütü, bungee jumping vs yapan var mı? Evet. Çok garantici bir ekiple karşı karşıyayız.
Oyunda kullanılma ihtimali olan video görüntüler üzerine Ka, bazı fikirlerini dile getiriyor. Bunun dışında oyunun içinde bir animasyon videosunun da olacağı konuşulanlar arasında.
Komiğin biçimleri:
Yabancılaşıp, duygulardan sıyrılıp formlara bakarsak durumlar komik bir hal alıyor. Formun ciddiyeti kalmadığı an komik olan başlıyor. Varoluşsal bir komedi.
İnsanın illüzyonuna karşı komiklik: Düşüncenin, anlamanın belirtisi olan gülmede hiçbir sorun yok. Gülme, anlamanın bir işareti olarak da oluşabilir.
Ka: Şer kıymetli bir şeydir. Akışı keser.
Gerd üzerine konuşuyoruz. Gerd’in, kaybı yaşadıktan sonraki hayata bakışı ve anlama biçimlerinin değişmesini, bunları sorguladığı anları irdeliyoruz. Yokluğun, kişiyi düşünmeye sürüklemesi hakkında konuşuyoruz.
A.: Bilerek yanlış yola sapma gücüne sahip.
Oyunda karakterlerin değişim süreçlerini ya da değişim sürecine hiç başlamamış olmaları hakkında konuşuyoruz. Aralarındaki bu farklılığın sebeplerini karşılaştırıyoruz.
Ka: Değişim yavaş olan bir şeydir. Kötü yazar olsalardı, şimdiye hepsini devrimci yapmışlardı.
Kitsch üzerine konuşuyoruz. Oyunda A.’nın, kitsch’i savunmasının ya da dile getirmesinin temelinde neyin olduğunu anlamaya çalışıyoruz. A.’nın arabeskten ve kitsch’ten bahsetmesinin sonunda formlar hakkındaki bilgisini, Gerd ile sürekli formlar üzerine konuştuklarını fark ediyoruz.
Emre: Burada ayağa kalkayım mı abi?
Ka: Neden? İki dakika sonra tekrar oturmayacak mısın?
Emre: Hiç sormasaydım keşke.
6.12.2016 – Salı
Ka: Herkes kendi düşüncesinin ispatının peşinde.
Büyük Salondayız. 12.00 itibariyle ısınma hareketleri eşliğinde ezber çalışmasına başladık. Bülent’in yeni imajı alkış aldı. Saat 13.00’te Ka aramıza katıldı. 7. ve 8 sahnenin ezberini aldık.
7. sahnenin çalışması arasında Ka, oyunun yazılış biçimi, bununla bağlantılı olarak oynanma biçimi ile ilgili açıklamalar yaptı: Kesmeler. Görüntüde, cümlede, anlamda ve düşüncede kesikler. Olayları, durumları birbirine nedensellikle BAĞLAMAMAYA çalışmak. Oyunda sekmeler var. Satırbaşlarına güvenin. Oyun yürümüyor, sekerek ilerliyor. Düşüncedeki, anıdan anıya, fikirden fikre geçerkenki kopuşlar gibi. Anıları düşünmek mevzubahis olunca, zihin de böyle çalışıyor. Zihni bir okyanus olarak ele alırsak, bir balığın hareketlerine benzer şekilde anılar hakkında konuşup, birbirleri arasında geçişler yapıyoruz. Oyun, bilgisini gözümüze sokmuyor. Bir balığın hareketine benzeyen konuşmalar var. Bir anıyı hatırlamanın hareketi. Bu ani yer değiştirmelere, hızlı hareketlere imkân tanıyor.
Ka: (Kübra’ya) Rabia’ya (Kübra’nın kardeşi) benziyorsun bugün. Rabia mısın yoksa? Normalde bu kadar benzemiyordun.
Bkz: Mantıku’t-Tayr
Ka: Yanlış yol mimarinin bize öğrettiği bir şey.
Ka, oyunculara polisiye okumaları konusunda tavsiyede bulundu. Merak unsurunun nasıl oluşturulduğunu ve sürükleyiciliğin nasıl sağladığını incelemelerini istedi.
Bkz: Georges Simenon, Jim Thompson
7. Sahneyi çalışmaya başladık. Deniz’in (Nina) replikleri sırasında durup teenage samimiyeti üzerine konuştuk. Ka üzülmenin, yas tutmanın biçimleri üzerine konuştu. Nina’nın üzüntüsünün samimiyetini ve gerçekliğini irdeledik.
Hamlet: Bunların hepsi biçim… Yas tutmanın biçimleri. Bunların hiçbiri zerre kadar ben değil. Görünmek dediğiniz bir insanın bunları oynama halidir. Gösteri kederin süsleridir. Ben gösterinin ötesine geçtim.
Bülent: Bu adamın hüznü bu kadar gibi. Domatesli, kabaklı.
2.12.2016 – Cuma
Saat 12.00 ve büyük salondayız. Oyuncular mesleklerinin gerektirdiği üzere ısınıyor. Bugün çalışmamıza 6. Sahneden başlayacağımız için ısınırken eşzamanlı olarak 6. Sahnenin ezberini alıyorlar.
1 saat sonra Ka geldi. Kısa bir süre sohbet ettik. Ka’dan, Judith Butler’ın “kötü bir hayatta iyi bir hayat sürmek mümkün müdür?” başlıklı konuşmasıyla oyunumuz arasında ne tür bir bağlantı olduğunu dinledik ve provamıza başladık.
Ka: Anlat. Ahsen’e anlat, Ferhat’a anlat, sandalyeye anlat onun da bir canı var. Dersu Uzala’yı izledin mi?
Ödev: Ekip Dersu Uzala’yı izleyecek.
Nina üzerinden modern insanın bilgiyi nasıl manipüle ettiğini konuştuk. Modern insan üzerine gerçekleştirdiğimiz çoğu sohbet gibi bu da oldukça keder doluydu.
A.’nın anlattığı, bugüne dek pek anlamlandıramadığımız “kendine ulaşma” oyununun Simurg efsanesine dayandığını anlattı Ka. Ve bir ödevimiz daha oldu: Simurg efsanesini araştır.
Aşk. Aşkta bir başkası diye bir şey yok. Kendini bulmak için aşık olmak. Kendini var etmek için…
Derken Hacı Bektaşi Veli’yi andık:
hararet nardadır sacda değildir
keramet baştadır tacda değildir
her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir
Bir kez daha 6. Sahneyi aldıktan sonra 1. Sahneye döndük. 7’ye varmadan 20 dakikalık bir ara verdik. Bu sırada Bülent Herkül ile ilgili anılarını anlatmaya başladı. Bitiremedi. Provaya stüdyoda devam etmek için stüdyoya doğru merdivenli koridordan yol aldık.
A.’nın derinlikli “kendini görüp kendine ulaşma” oyununu anlatması üzerine sevdiceği Gerd’in “Seni görüyorum ve sana ulaşmak istiyorum” demesini konuştuk. Romantik çocuk Gerd’e çok güldük.
Yüzeysel falsolarında kendimizi gördük.
“Yönelimin yanlış Gerd, soruların yanlış. Gerd kendi mutluluğunu A.’da arıyor. A.’nın ise ‘yanıbaşında’ mutluluk. A.’yı kolayca anlayamamamız normal arkadaşlar. Anlasaydık bu kadar konuşmazdık.”
Hiç kesmeden 1. Sahneden 6. Sahneye kadar akış alıyoruz. Süre tutuyoruz. Provamızı 17.05’te bitiriyoruz.
Not: Sabitlikler konuşamaz.
29.11.2016 – Salı
Bkz: 68 kuşağı.
“Üzüntü ağladığında kahkaha gibi çınlar.” Tam olarak 68 kuşağının cümlesi. Neden neşeli olmalıyız? Çünkü hüzün var, onu görebiliyoruz.
68: Bir nedenden dolayı rahatsızlık duymanın tepkisi. Bir durumun karşısına geçme. Sıkışmış olanın karşısına geçme.
Bu konuşmalara başlamadan hemen önce oyuncular bir saat boyunca ısındılar. Isınma sonrası ezber almaya başladılar. 5 dakika dolmamıştı ki Ka geldi ve 68 üzerine, dünkü Hakan Yücefer seminerine de selam gönderen, bir konuşmaya başladık.
“Kayıtsızlık da çok önemli bir devrimci mücadele olabilir.”
Ka: Kapitalizmden çok mu sıkıldın? Dizi yapma.
Birinci ve ikinci sahnenin çalışmasına başlıyoruz. Bir yerde Ka, Bülent’ten daha “gevrek” olmasını istiyor. Tam sahneyi tekrar alacakken, milisaniyelik bir anda Ka, Bülent’in evde yeterince gevrekliğe çalışmadığını fark edip devam edelim diyor. Oynama biçimi üzerine konuşuyoruz. Seyirci ile iletişime geçerken nasıl bir yakınlıkta olmak gerektiğini anlatıyor Ka.
Ka: İnsan tekini kurtarınca devrim olmuyor mu? Devrim olması için toplam kaç kişiyi kurtarmak gerekiyor?
Ara.
Karakterlerin olayları anlatma kronolojisini konuşuyoruz. Bu olayları, yaşandıklarından ne kadar bir süre sonra anlatıyor olabileceklerini anlamaya çalışıyoruz. “Anlatma duygusunu belirlemek için bu önemli. Karakterler seyirciyi yanına almalı. Herkese kendini ispatlama çabasında olmalı. A. yalnız kalabiliyor, dolayısıyla eyleme de geçebiliyor. Diğerleri kendileri ile ilgili pozitif kanaatler üretmeye çalışıyorlar.”
Ka: Nina ve Bongo dayanılmaz olanı anlamıyorlar. Pheres anlıyor. A. biliyor. Gerd yeni anlamaya başlıyor.
“Pheres ve A. dünyaya inanıyor. Hala bir yaşam olabilir.”
Provayı bitirmeden önce ışıkları kapatıyoruz. Karanlık. Baştan itibaren bugün çalıştığımız tüm sahnelerin ezberini alıyoruz. Aydınlık. Provayı bitiriyoruz.
28.11.2016 – Pazartesi
Saat 12.00. Stüdyodayız.
Oyun oynamaya, moda sahnesi klasiklerinden olan isimli ebelemece oyunu ile başladık. Bülent ve Emre oyunu ilk defa oynuyorlar. Dolayısıyla onlar için acılı bir süreç.
Kazananlar: Kübra ve Deniz
Bir diğer oyun yine moda sahnesi’nde uzun süredir oynanan bir çeşit konsantrasyon oyunuydu. Bülent ve Emre yine aynı süreçten geçtiler.
Kazananlar: Deniz ve Kübra
Bkz: Tecrübe.
Saatler 12.55’i gösterirken Ka aramıza katıldı. Herkesten fuayeden birer bar taburesi getirmesini istedi. Oyun düzeninde yaptığı birkaç küçük değişiklikten bahsetti bize.
Konu biraz çetrefilli olduğundan, bir kez daha oyuncuların karakterlerle nasıl bir ilişki kuracağından bahsetti Ka.
“Hikaye anlatan da, hikaye içinde birini taklit eden de kesinlikle Gerd, Bongo, Nina… Ama bu kişi kesinlikle aynı zamanda sizsiniz. Bu yüzden kendinize oldukça yakın bir yerden anlatmalısınız hikayeyi.”
Gerd’in ilk sahnede yüzümüze vurduğu gerçek burada dursun: Modern dünyanın insana ve acıya yabancılaşması; Bkz. Kaptan Fantastik
Bongo’nun ne tür bir varoluş biçimi olduğu üzerine konuşurken Ka, Bülent’e bir ödev veriyor:
Bongo’nun toplam kaç tane ekonomik cümlesi var? Bülent ödevi sindiriyor ve devam ediyoruz.
Şimdi Pheres’teyiz.
Pheres: “Bana soran olmadı. Bonsai uzmanı olan bana.”
Modern insan ihtiyara yer vermiyor. Onların deneyimlerine değer vermiyor artık.
Ka: Böyle olursa bitmez bu prova. Acaba bu provanın bitmeyeceği üzerine mi konuşsak üç saat?
14.22’de verdiğimiz arayı 14.35’te sonlandırıyoruz.
Yine sohbet ağırlıklı bir prova oluyor. Cümle cümle konuşuyoruz. Karakterlerin lafları, onların potansiyellerine dair ne diyor? Ka, oyunculardan, bu soru üzerine düşünmelerini istiyor. Bongo’nun potansiyelleri dogmalarla dolu.
“Bilimsel bilgiye yaklaşamaz Bongo”
Bu sırada A.’nın şarkısını buluyoruz: Yeni Türkü – Günebakan
Zaman çok hızlı geçiyor. Ara.
Döndüğümüzde kesmeden bir akış alma niyetindeyken yine kendimizi oyunun ayrıntılarına inen koyu bir sohbetin ortasında buluyoruz.
Saat 17.30’da provayı bitiriyoruz.
Not: A. bir histir. Her şeye dahildir.
24.11.2016 – Perşembe
“Emre söz verdiği gibi geç kaldı.”
14.10’da provaya başlamak üzere büyük salondaydık.
Bugün, oyunu oynayacağımız sahne düzeninde prova yapacağımız için heyecanlıyız. Okuma provasında da heyecanlıydık. Oyunda bahsedildiğini düşündüğümüz Chungking Express adlı film üzerine bugün de konuşmaya devam ettik. Filmdeki baş karakter Faye hakkında konuştuk.”Diğerlerinde olmayan bir yaşam sevinci var. Faye bizi sevincin ve imkanın alanına attı. A’nın etkisi de böyle olmalı. “
Deniz: Faye ve A. yaşıyor. Diğerleri hayatta kalıyor.
Filmden:
Cop633: Müziğin sesi neden bu kadar yüksek?
Faye: Düşünmemi engelliyor.
6. Sahneden çalışmaya başladık. Ka aralarda provayı keserek, hızlı geçilen yerlerin üzerinde durmamız için sık sık uyardı. Seyirci tarafından anlaşılmama ihtimali oluşabilecek yerlerle çeviri ve yazarların anlatmak istedikleri şeyler üzerine anlam aramaları yaptık.
Kaçmak eylemi üzerine konuşuyoruz. “Kaçmak eylemi o kadar da olumsuz bir anlam taşımıyor. Hınç ve nefret dolu bir ortamda hınç ve nefretle dolmak mı yoksa benim içimdeki yaşamsallık, dirimsellik sürsün mü? Kaçmak aynı zamanda yasanın, devletin sabitlemesine izin vermemek de demek.
“Sevinçli olan kaçabilir.”
15.20’de ara verdik. Döndüğümüzde 7. Sahneden başladık.
Provamızın bu kısmında uzun aralar verip bazı replikleri tartıştık.
Ka’dan Kübra ve Emre’ye ödev: Karakterlerinin birlikte yaptığı tatilin rotasını çizip harita üzerinde bize gösterecekler.
17.00 sularında Ka saati sorar sormaz Can Güngör aramıza katıldı.
Can Güngör oyunumuzun müziklerini yapacak. Can’ın da aramıza katılmasıyla oyunun baştan sona akışını aldık ve provayı bitirdik.
23.11.2016 – Çarşamba
Ka: Kötü espri candır.
Deniz: Ama senin kötü esprilerin de iyi abi.
Stüdyoda toplandık. Kübra da biraz gecikmeli olarak aramıza katıldı. Kübra ve Deniz Chungking Express filmini izlemişler. Bizlere filmle ilgili düşüncelerini oyunla film arasında kurdukları ilişkileri anlattılar. İzlemeyenler paylarımıza düşeni aldık… Yarın izlemeyen herkes izleyecektir.
Ka: Filmi yarın erkekler de izlesin. Demek ki sadece kadınların izlemesiyle kurtaramayacağız dünyayı.
Seremoniler üzerine konuşuyoruz. “Seremonilerin duygu ile ilgisi yok. Duyguları bir gösteriye çeviriyor. Gerçeklikten uzak kılıyor.”
Keskinlikler, dönüşler: Anlatma ile oynama enerjisini ayırmalıyız. Birbirinden ayrı zamanları birbirine ulamayalım. Ayrı olduklarını belirterek oyunu oynamaya devam edelim. Oyunun yapısı için bu önemli.
Oyunun yekpareliği, duygusuzluğun bir formunu, sabitliğin yaşamaya nasıl izin vermediğini, duyarsızlığı, farkındalık kaybını ve coşku yitimini anlattığını, bunları nasıl ve ne şekilde yaptığını konuşuyoruz.
Hız ve para endeksli cümleler kuruyorlar. Kendilik problemleri var.
Ka: Sanırım bu cümleleri dinleme heyecanıyla söylemen lazım.
Emre: Şimdi ezber heyecanıyla söyledim.
22.11.2016 – Salı
Ka: Pheres’i çok sevmiş yazarlar. Çok güzel babaymış Pheres, her baba bu kadar güzel değil.
Büyük salondayız. Tiyatro İn ekibi gelene kadar, bir saat burada prova yapacağız. Bu fırsattan istifade, salon da oyunu oynayacağımız şekle biraz yakınken, provaya başlıyoruz. Ka, Kübra’nın mikrofonla konuşmasını istiyor. Diğer oyuncular salonun ortasında provaya devam ederken Kübra da serbest bir şekilde salonun çeşitli yerlerinden provaya katılıyor. Ka oyunda kullanılacak sandalye fikrinde bir değişikliğe gittiklerini ve ne çeşit bir sandalye veyahut başka bir oturma ürünü kullanabileceklerini anlatıyor. Büyük salondaki bu ilk provamız esnasında Ka, oyunculara hissiyatlarını soruyor. Büyük salonun bize kazandırabilecekleri üzerine konuşuyoruz. Büyük salonu test edişimizin ardından Ka, gelecek büyük salon provamızda marke geçiş müzikleri olmasını istiyor.
Bülent: Her defasında çıkayım mı sandalyeye?
Ka: Evet.
Bülent: Bu şekilde kararlaştırdık yani burayı.
Ka: Hayır.
Oyunda iki zaman arasında olan olayları hatırlayarak oynamaları gerektiğini hatırlatıyor Ka. O cümleyi söylemeden önce neler olduğunu – oyunda da ipuçlarının verildiği – hatırlayarak cümlelerin söylenmesi gerektiğini konuşuyoruz. Her cümlenin işaret ettiği bir duygu ve yönelim olduğunu unutmadan oynamanın bu oyun için neden özellikle gerektiğini anlamaya çalışıyoruz.
Film: Sonsuzluk artı bir gün – Chungking Express
Kamu spotu: Tavuk yemeyin.
Şiir: Karıma Mektup –Nazım Hikmet Ran
11-11-1933
Bursa
Hapishanesi
Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor yüreğim sersem! ‘ diyorsun.
‘Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
‘yaşıyamam! ‘
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
21.11.2016 – Pazartesi
13.00’te buluşup 13.30’da Stüdyo Sahne’ye indik.
Prova notuna, ismini hatırlamak ve bulmak için üstün bir çaba sarfettiğimiz filmi paylaşmak suretiyle başlamak istiyorum: Düşler Diyarı
Ka, tüm ekibin filmi izlemesini istiyor.
Ka: Şimdi şurada bir sinema tutkunu olsa hemen söylerdi.
Kısa bir sohbetin ardından kaldığımız yerden, 7. sahneden çalışmaya başladık.
A ile diğerleri ve diğerlerinin kendi içindeki ayrılıklarını ve aynılıklarını konuştuk. Oyunda A. dışında herkes aynı. Ayrışmalar olsa da aynılar, bu sistemden çıkmak onlar için mümkün değil. Bu, sadece A. için mümkün.
Kopuşu yaşamadan hakikate varamazsın. A. kopuyor. Diğer türlü aynı çemberin içinde varyasyonları yaşarsın ancak.
Öte yandan Pheres ileNina arasındaki her şey bu sisteme aittir.
Sabitlendiğini hissettiğin anda değiş!
Ka anlattı, biz kopamadık ve 7. sahnenin başına döndük.
15.00’te 10 dakikalık bir ara verdik. Döndüğümüzde, 11. sahneye kadar çalıştık
“Daha fazla olanağı hayata geçirmek gerek.” İmza: A.
Ka, bu olanaktan ne anlamamız gerektiğinden bahsetti: Değişebilmenin, oluşlara akabilmenin imkanını yaratmak bu. Hayatta çok fazla imkan var. İmkanları çoğaltmalıyız.
Bir kez daha Deleuze’ü andık ve devam ettik. 11. sahneyi bitirdiğimizde Ka, son olarak 7. sahneden tekrar başlamalarını istedi oyunculardan. Tam 12. sahneye geçecektik ki provamız 16.30’da bitti.
Not: İrade, A.’nın gidişidir.
15.11.2016 – Salı
Deniz’le provaya başlıyoruz. Diğer oyuncular 16.00’da gelecek. 2 saatimiz var. İkinci sahneyi (Nina) çalışıyoruz. Cümlelerin bir çırpıda geçilmemesi gerektiğini anlatıyor Ka. Her cümlenin bir zaman, mekan ve olay bildirdiğini, noktalama işaretlerinin de bu anlamı oluşturmada kilit bir rol oynadığını söyledi. Dil bilgisi ile bezeli bu konuşmamızın ardından Deniz sahneyi okumaya başlıyor. Sahnenin adı Nina. Deniz’in oynadığı karakterin adı da Nina. Yani Nina karakteri hakkında onlarca ipucu bulabileceğimiz bir sahne. Bunları aramaya girişiyoruz. Ka bulduklarını Deniz’in üstüne boca ediyor. Her bir noktayı anladığımızda başa dönüp tekrar okuyor sahneyi Deniz. Nina’nın abartılı anlatımını ve büyültmelerini Ka şu şekilde açıklıyor:
Abart, çünkü yalan bunu gerektirir.
Yuttuklarımız bir gün konuşmaya/ortaya çıkmaya karar verirse büyük bir kaos oluşur.
Diğer oyuncuların da aramıza katılmasıyla 6. Sahneyi çalışmaya başlamaya karar veriyoruz. Ancak önce oyun hakkında yine konuşacaklarımız var.
Bazı kitap önerileri ortaya çıkıyor bu konuşmada:
Göğü delen adam – Erich Scheurman
Kendini arayan insan – Rollo May
Çağımızın nevrotik kişiliği – Karen Horney
Sahip olmak ya da olmak – Erich Fromm
İnsan olmak – Engin Geçtan
Ardından konu köy seyirlik oyunlara geliyor. Ka, bu konu ile ilgili Nurhan Karadağ’ın Köyümüzde Şenlik Var belgeselini öneriyor.
Uyum bağımlılığı üzerine konuşuyoruz. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi?
14.11.2016 – Pazartesi
13.10’da 3. haftamızın ilk provasına başlamak üzere stüdyodaydık. Ka’nın bugüne yapılmasını istediği ev ödevlerinden Walter Benjamin’in Hikaye Anlatıcısı makalesi üzerine konuştuk. Oyuncular tek tek ne düşündüklerini söylediler.
Kübra, makalede en çok dikkatini çeken şeyin “Açıklama yapmamayı öğrenmek, hikaye anlatıcılığının yarısıdır” cümlesi olduğunu söyledi. Bunun üzerine de Ka’yı dinledik:
Açıklamak otoriteyi vareder. Onun yerine olayı ortayı koyarsak, bir insanın algısını ve dünyasını istediğimiz yöne çekmemiş oluruz. Herkesin başka bir anlama yolu var. Ama tek bir kişi olursa buradaki beş insanlık tipi yok olacak.
Laf lafı açtı ve Ka, oyunculara o anahtarı verdi: “Zamanlar arası geçişlerde, kendinin, yani Nina’nın, Bongo’nun, Pheres’in 1. Tekil şahsı ve 3. Tekil şahsı olacaksınız.”
Bu cümleden hemen sonra oluşan sessizlik ve sükunete şahit olan şanslı insanlar biziz.
Ka, bu düğümü çözdükten sonra konuşmamıza devam ettik.
“Bongo bir insan değil, sistemin ürettiği bir şeydir.”
14.50’de ara verdik.
15.05’te stüdyoya döndüğümüzde 3. Sahneden devam ettik.
Chianti dağları, İtalya’dayız, şaraplar, üzüm bağları derken Ka bir kez daha başa dönmemizi istedi. Bir daha 3. Sahneden 5. Sahneye kadar aldıktan sonra da en başa döndük.
1. sahneden çalıştığımız yere kadar akış aldık ve saatlerimiz 16.50’yi gösterirken bir provanın daha sonuna geldik.
Ka: Bak, onu Deniz’e söyleyince daha iyi oldu. Değil mi?
Bülent: Ben zaten diyalog ne güzel
Pazartesi’ye ödev: Kaptan Fantastik izlenecek.
11.11.2016 – Cuma
7. provamıza başlamak üzere 13.10’da Stüdyo’daydık.
Oyuncuların gönderdiği mekan fotoğrafları üzerinden başlayan uzun bir sohbete başladık.
A.’nın Gerd’e duyduğu aşk ve genel olarak aşk üzerine konuştuk. Aşkı nelerin doğurabileceği üzerine Ka bazı şeyler anlattı fakat aynı zamanda aşkın, aklın ermediği, akılla kavranamayan bir seçim ve “bakış” olduğu üzerine konuştuk.
Ka, A.’yı 68 kuşağının bir uzantısı; babasının, yani Pheres’in “çiçek çocuk”tan bonsai uzmanına dönüşmesini de muhafazakârlaşma olarak görmemizin iyi bir seçim olacağını söyledi. Ardından 68 kuşağından 80’ler Türkiyesindeki işkencelere uzanan bu sohbetin sonunda kısa bir ara verdik
15 dakikalık bu ihtiyaç molasından sonra kaldığımız yerden devam ettik. 1. sahneden başlayıp akacaktık ki yine kendimizi oyuna dair akıl yürütürken, Ka’yı dinlerken bulduk.
Prova 17.00’de bitti.
Ödevler:
-Walter Benjamin’in Hikaye Anlatıcısı adlı makalesi okunacak
-Herkes karakterinin –varsa- kütüphanesinde olan kitaplarının listesini yapacak.
-Karakterler neyi temsil ediyor? Nina’lık ne demek? Gerd’lik ne demek? Karakter bir stereotip olsa, bu nasıl bir stereotip olurdu?
Film: Alain Robbe-Grillet’nin filmleri.
8.11.2016 – Salı
Stüdyo sahnedeyiz. Oyuncular, oynadıkları karakterlerin bulundukları mekanların nasıl yerler olabileceğine dair fotoğraf örnekleri getirdiler. Bunları perdeye yansıtıp birinci sahneyi fotoğraflara bakarak oynadık. Mekanlar üzerine konuştuk. Nasıl yerlerde yaşadıklarını, araba tercihlerini, bunları belirleyen etkenlerin neler olabileceğini tartıştık.
Plastik çiçek ve bonsai ağaççığı tercihlerinin sebepleri hakkında Ka, oyun içre örneklerle açıklamalar yaptı.
“Plastik çiçek seviyorlar, çünkü sahiyi sevme becerisine sahip değiller.”
Bkz: Conatus, Walter Benjamin – Son bakışta aşk- hikaye anlatıcısı, sahte anı, kidzania, ikea.
İkea Etkisi: İkea etkisi, tüketicilerin yaratımında kısmen katkıları bulunduğu ürünlere orantısız şekilde yüksek değer vermelerini açıklayan bilişsel eğilimdir. Buna göre insanoğlu üretiminde katkısı bulunduğu ürünlere daha fazla değer verip el üstünde tutar. Etki ismini İsveçli üretici ve mobilya satıcısı IKEA’dan alır. IKEA’nın sattığı ürünler genellikle tüketicinin yaratımında ve kurulumunda payı bulunacak tarzdadır.
7.11.2016 – Pazartesi
Birinci sahnenin ezberini alarak provaya başlıyoruz. Sahnenin enerjisinin nasıl olması gerektiğine dair açıklamalar yapıyor Ka.
Bülent: Hocam siz onaylayınca devamını getiremedim, lafı unuttum.
Birinci sahnenin cümle cümle çalışmasını yapıyoruz. Ka, seyirci ile etkileşim kurulacak anların neler olduğunu ve sebeplerini paylaşıyor. Oyuncu dostlarımız da bu açıklamalardan sonra, bu açıklamaların izinde tekrar çalışıyorlar sahneyi. Karakterlerin aynı sahnede, aynı anı yaşarken farklılaşan duygu durumlarını anlamaya çalışıyoruz.
Günün insanı olmak.
Herkesin kendi yargısını karşısındaki inandırma çabası.
Bkz: Kvetch
Deniz: İnsan ne zaman dört gün önce ölür?
Bonsai: Bonsai temel malzeme olarak yaşayan bitkileri ve ağaçları kullanır. Ancak bu noktada saksı içinde bitki veya çiçek yetiştiriciliği ile Bonsai arasındaki farkı önemle vurgulamak gerekir. Saksı bitkileri genellikle yeşillikleri ve çiçekleriyle hayranlık uyandırır. Bonsai da bir saksı veya kapta yetiştirilen bitki ve ağaç olmakla birlikte ayrılık Bonsai’nin doğrudan doğruya doğayı yansıtmasında yatar. Saksı içindeki bir bitki doğayı insana bir bütün olarak yansıtmaktan uzaktır. Ama yine aynı saksı içindeki bir kayısı ağacı, hele çiçekleri de açmışsa, kişiyi sanki kuşların cıvıldadığı, meltemin serin serin estiği bir vadiye götürür. Orada dağları, bulutları, çağlayanları görür gibi olur insan. Bonsai bir kere kabına oturdu mu, sahibinin bakımı altında yıllar yılı yaşar, yaşlanır. Japonya’da bugün bin yıl öncesinden kalma Bonsai örnekleri olduğunu söylersek bu konuda daha iyi fikir vermiş oluruz. Bu Bonsai örnekleri kuşaklar boyunca bakıcılarının özeni ve doğanın zenginliğiyle günümüze kadar gelmişlerdir.
3.11.2016 – Perşembe
“Belirsizlik her ihtimali taşıyor.”
Yas: Bir daha yeri doldurulamayacak şey.
A.: Melankolik, kayıp bilgisine sahip biri.
Buğday hakkında konuşmaya başlıyoruz. Ka, buğdayın ne kadar tehlikeli bir bitki olduğundan bahsediyor. Onun üretilip depolanması ile erkek egemen dünyaya, kapitalizme uzanan bir anlatıya başlıyor. Oyundaki sorun teşkil eden durumların, iletişimsizliğin, hayatlardaki yavanlığın başlangıcının temeline inip buğday’ı biraz suçlar şekilde konuşuyoruz.
Gerçeklik:
Aynılar ile başkalar arasında geçen bir oyun olduğunu, bunu yaratan durumları anlamaya çalışıyoruz.
Bir ara Nina karakteri üzerinden mitomoni hakkında örneklemelere geçiyoruz.
Yazarların, tüm diğer karakterlerin mesleklerinden bahsederken neden A. için böyle bir bilgi vermediklerini sorguluyoruz.
Mimarinin, tıp biliminin, eğlence sektörünün ve doğayı egemenliğine almaya çalışmanın faşizmle ilişkilerini, faşist yapıyı oluştururken ki işlevlerini anlatıyor Ka.
Oyunun toplum içindeki yaşam hakkında söylediklerini, bölünmüşlüğü nasıl anlattığını, “gitme”nin “terketme”nin ne olup olmadığını, iradi olarak bunu yapmanın ne anlam ifade ettiğini tartışıyoruz. Tüm bu konuşmalar/paylaşımlar sonrasında sahne çalışmasına geçiyoruz.
Karakterlerin olayı anlama biçimlerindeki farklılıklar, tamamlanamama problemleri ve şu anda hangi zamanda oynanıyor bu oyun, başlıkları doğrultusunda ilk üç sahneyi tekrarlı bir şekilde çalışıp, haftaya buluşmak üzere yeminler edip, stüdyonun fuayeye açılan kapısından çıkış yapıyoruz.
1.11.2016 – Salı
Güne ödev ile başladık. Ka gelecek haftaya, tüm oyunculara, oynadıkları karakterlerin içinde bulundukları mekânları tanımlamalarını istedi. Oyun alanını nasıl kullanırız sorusuna cevap aramalarımız devam ediyor. Aslında temelde belli olan bir durum bu. Ancak ayrıntılar, küçük sürprizler, bazı ihtimaller, oyuncuların zaman zaman bilgisine sunuluyor. İhtimaller dâhilinde her an her şey olabilir. Karakterlerin, oyun içinde bahsettikleri ve alıntılarda bulundukları üçüncü kişileri seyirciyle nasıl buluşturabilecekleri konusunda konuştuk. “Hikaye anlatma formu” konu başlıklı bir sohbete giriştik. İmgelerin nasıl oluşturulabileceğini, bizim dikte ettiğimiz değil, seyircinin kendi özgürlüğüne bırakabileceğimiz şekilde aktarmanın yollarının neler olabileceğini bulmaya çalıştık/çalışmaya başladık.
Karakterlerin nasıl bir geçmişlerinin olabileceğine dair metin üzerinden çıktığımız yolculuğa burçlar konusuna da uğrayarak cevaplar aradık. A. – Akrep, Gerd – Başak, Bongo – Balık, Pheres – Boğa, Nina – İkizler ya da Yay olabilirler dedik.
Bülent: Burada yukarı bakacaktım!
Ka: Olsun..
Gerd’in yas halinin içinden oynaması ile ilgili açıklamalarda bulundu Ka. Yas, melankoli, hatta biraz da nostalji (bkz: microsoft word düzeltme önerisi – sıla hasreti) terimleri üzerine anlamlarını, farklılıklarını, oyun kişilerinin durumları üzerinden inceledik. Ka, oyuncuların oturdukları yerlerden kaldırıp, yine aynı sandalyeleri kullanarak farklı bir kombinasyonda oturmalarını istedi. Yazarların oyunu yazma biçimlerinin, oyuna anlama ve oynama biçimine etkisini, özellikle ani zaman ve mekan değişimleri üzerinden, konuştuk.
Haftaya mutlaka, tekrar toplanmak üzere provayı bitirdik.
31.10.2016 – Pazartesi
birinci gün.
Sezonun ikinci oyununun provaları başladı. Oyunun adı Bir Başkadır A. Yazarları Andreas Sauter, Bernhard Studlar, çevirmenleri Gülen İpek Abalı, Ayşe Gülsüm Özel. Kemal Aydoğan (Ka) yönetiyor. Sahne tasarımını Bengi Günay, ışık tasarımı ise İrfan Varlı yapıyor. Oyuncular, Metin Coşkun, Kübra Kip, Emre Çaltılı, Bülent Aksu ve Deniz Elmas. Bu ilk provadan önce de bir defa toplanmışlığımız, oyunu okumuşluğumuz var. Size o günden de anılar paylaşarak bir kolaj-prova notu denemesi yapacağım.
Ka oyunu büyük salonda oynayacağımızı, fırsat buldukça da orada prova yapacağımızı anlattı. Şu anda stüdyodayız. Burası yatay şekilde büyük salonun sahne genişliğine sahip. Prova için uygun bir yer. 6 Oyuncu Yönetmenini Arıyor, Bira Fabrikası, Köpek Kadın Erkek, Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz oyunlarının da yıl ortasında provaları yapıldığı için yolu stüdyodan geçen oyunlar oldular. Bir Başkadır A. moda sahnesi’nin yazarı Alman olan 4. oyunu. Bu kendi açısından bir çeşit rekor. Prömiyere oyunun yazarlarının da gelme durumu var, merakla bekliyoruz. Büyük salonu, bu oyun için, halihazırda olduğu gibi değil, daha farklı bir kullanım biçiminde kullanma durumu olabilir. Ka aklında olan ihtimalleri anlattı. Ekip ihtiyaç halinde Yeşim ile kondisyon ve bu sefer başarabilirse Ahsen ile ses çalışması yapacak. Diğer oyuncularla Kübra’nın (A.) oyunu oynama halleri ve ilişkileri nasıl olabilir biraz bundan bahsetti Ka. Devamını prova sürecine bıraktı. Oyunun bize sunduğu oynama biçiminin nasıl olduğunu konuştuk. “Artık tiyatro bu kadar açık.” “Seyirciye numara yapmayan bir tiyatro.”
Ka, oyunculara ödev verdi. Her oyuncu, oynadığı karakterin özgeçmişini yazacak, oyun metninden yola çıkarak.
Oyundaki hızlı ve anlık geçişlerin nerelerde olduğunu, ilk üç sahne için belirlemeye çalıştık. Bununla birlikte oyundaki duyguları, hangi oranla ve ne şekilde seyirciye ulaştırmak istiyoruz, sorusunu cevaplamaya çalıştık.
Ka: (es) Deniz’e bir şey diyeyim mi diye düşündüm. (es) Sonra yarım saatimizi harcamayayım diye vazgeçtim.
Film: Death at a Funeral
Bkz: Manu Chao, Bonsai