AĞAÇLARIN KOKUSU

Yazan: Koffi Kwahule

Çeviren: Ezgi Coşkun

Yöneten: Kemal Aydoğan

Sahne tasarımı: Bengi Günay

Işık tasarımı: İrfan Varlı

Video tasarımı: Deniz Girginel

Kondisyoner: Yeşim Coşkun

Afiş tasarımı: Songül Karakoç

Asistanlar: Sinem Kurt, Kadir Toran, Bülent Gültekin,

Atakan Büyükbaş

 

Video çekimindeki katkılarından dolayı Mert Şişmanlar ve Barış Demirel’e teşekkür ederiz

 

 

Oynayanlar

 

Timur Acar

Ezgi Coşkun

Ebru Saçar

Gurur Çiçekoğlu

 

Tek Perde: 85′

BASINDA ÇIKANLAR

27.2.2019 – Çarşamba
Şalom Gazetesi – Erdoğan Mitrani

http://www.salom.com.tr/haber-109815-agaclarin_kokusu.html

7.2.2019 – Perşembe
tiyatrogunlugu.com – Tuğsan Ünlü

https://tiyatrogunlugu.com/agaclarin-kokusu-tiyatro-oyunu/?fbclid=IwAR21CT59xvEZQEXOR1C4EK2dzXZ3ZjDnWLCNWwsUBTJEtaSAiC07wTNjgKI

PROVA NOTLARI

31.1.2019 – Perşembe

Prömiyerli bir günden merhabalar efeniim.

Karşılaşmaların ikinci gününde seyircilerle buluşmaya saatler kala sahnede buluşuldu. 14.00 ile 15.00 arası dünkü seyircili genel prova sırasında aldığı notları paylaşan Ka, birkaç ufak eklemede bulundu ve sonrasında kesmeli-kesmeli bir akış alındı. Saatler 18.00’i bulduğunda akış son bulmuştu ve bir mola verildi.

19.00’da sahneye dönüldü ve Ka, prömiyer öncesi konuşmasını yapıp hediyelerini (kitaplarımızı) dağıttı. Buradan kendisine tekrardan teşekkürlerimizi iletiyor, notumuza devam ediyoruz. Efenim akabinde oyuncuları başarı dilekleri eşliğinde kulise uğurlayıp bir hava alalım dedik. Heyecanlı dakikaların nihayetinde saatler 20.30’u buldu ve sonrası prömiyer!

Notları okuyan, okumayan herkese iyi seyirler.

 

Elveda

 

30.1.2019 – Çarşamba

Merhabalar

 

Karşılaşmaların ilk günü. Seyircili genel provalı bir günün öğleninde, 14.00’te sahnede buluştuk ve teknik çalışmaları halledip bir akış aldık. 17.00’de bir ara verip 18.00’de döndük ve son sahneyi çalışıp oyuncuları salıverdik. O sırada teknik ile ilgili birkaç işe bakıp bir ara verdik ve 20.30’da seyirci dolu akışımıza başlayıverdik…

 

Hoşça kalın

29.1.2019 – Salı

Merhabalar

Saatler 15.00’i bulduğunda sahnede buluştuk ve teknik eksiklikleri gidermek üzere dört bir yana dağılıp kimi hazırlıkları tamamladıktan sonra 17.00’de bir akış aldık. Akış, yer yer kesildi, teknik düzenlemeler yapıldı, Genel Sanat Yönetmeni Sare Ka’nın kulağına fısıldayarak kıymetli görüşlerini eksik etmedi ve 19.30’da akışı tamamlandığında bir mola verildi. 20.00’de geri döndük, birkaç teknik iş tamamlanırken Sare’nin kolyesini koparan Ka (şştt..) küçük bir kalp krizi yaşadı ancak kahraman Ati silikonla yapıştırınca tutulan nefesler verildi.

21.00’de kesmeden bir akış aldık ve 22.40’ta akış sona erdikten sonra Ka aldığı notları oyuncularla paylaştı. Saatler 00.00’a vardığında bal kabağına dönüşmeden, sahnede teknik işlerle uğraşan İrfan Abi ve dostlarını geride bırakıp dağıldık…

 

Hoşça kalın

28.1.2019 – Pazartesi

Merhabalar

Prömiyer haftasının ilk gününde saatler 14.00’ü bulurken büyük salonda buluştuk. Neyse ki boya kokuları geçmişti ve kafalar hoş olmadan teknikli akışımıza hazır haldeydik. Dün akşam 20.30’da sahnede buluşup 24.00’e kadar oyuna hazır hale getirdik sahneyi ve dekorları tamamlayıp pazartesinin huzurlu bir hafta başlangıcı olması dileğiyle veda edip dağıldık. Bugün ise sahnenin neredeyse-eksiksiz hali gözleri doldurmakta, İrfan Abi’nin ışıkları ise adeta cümbüş katmaktaydı. Elbette eksiklerimiz vardı ancak umudumuz da yok değildi, arada, prova bitiminde en geç yarına tamamlanacak kadar küçük eksiklerdi kendileri.

Baştan sona oyunu akıtıp 16.10’da bir yemek molası verdik. 17.30’da sahnede buluştuk, İrfan Abi, Bahadır ve Burak teknik eksiklerle, Bengi Abla ise kostümle ilgili eksiklerle ilgilenirken oyuncular kuliste çalışmaktaydı. Sonra kesmeden baştan sonra bir daha akış aldık, akış sona erdiğinde saatler 21.21’i bulmuştu. Provayı sonlandırıp oyuncuları alkışlarla uğurladık. Bizler de teknik eksiklerin bir kısmını tamamlayıp dağılıverdik.

 

Hoşça kalın

24.1.2019 – Perşembe

Merhabalar,

13.07’de stüdyoda buluştuk, kötü ruhları kovan adaçayımızı kaynatıp karakterlerin isimlerinin anlamı üzerine küçük çaplı bir araştırma yürüttük. Sonra Ka, oyuncuların dans eder gibi oynamasını, her sözün bedende dansvari bir formda karşılık bulmasını, bu dışavurumun olabildiğince kuvvetli olmasını istedi. Sonra bu fikrinden vazgeçip daha eğlenceli bir talepte bulundu: normalde Zein’ke’yi oynayan Ezgi’nin Shaine’ı, Shaine’ı oynayan Ebru’nun ise Zein’ke’yi oynayacak ve aynı şey erkekler için de geçerli. Böyle buyurdu Ka deyip başladılar oynamaya.

Kahkaha dolu bir yirmi beş dakikanın sonunda oyun sona erdi ve “castın doğru seçildiğini ve Koffi’nin de iyi bir yazar olduğunu” söyleyip dağıldık. 14.25’te verdiğimiz aradan sonra 14.47’de dönüp baştan sona akıttık oyunu.

Akış bittiğinde saatler 16.33’ü bulmuştu, sonlandırdık provayı.

 

Hoşça kalın

23.1.2019 – Çarşamba

Merhabalar

12.00’de stüdyoda Yeşim Hoca ile “çay saati” için buluşuldu. Ben orada değildim ancak duyumlara göre masaj içerikli bir ısınma çalışması olmuş. Son haftaların minik sürprizleri…

13.00’te bir oksijen arası verildi ve 13.20’de döndük stüdyoya. Ka oyunculardan kendi karakterleri ve diğer karakterler hakkında çağrışan fakat tekstte de bulunması gereken kavramları yazmalarını istedi. Kalemler kâğıtlar çıkarıldı, süreler tutuldu, kalemler yarıştı, kavramlar açıklandı, puanlar verildi ve üzerine konuşuldu. Sınıfın başarılı öğrencisi Ebru Saçar’a buradan tebriklerimizi iletiyoruz.

Ka, akşam aydınlanmasıyla keşfettiği Ezéchiel karakterine ilişkin düşüncelerini bizimle paylaştı. Geylik performansı, coşkusallık, sıkışmış duygu ve davranışların bedendeki dışavurumu ve bu kavramların Ezéchiel ile ilişkisini, örneğin Miss Lorepeni dediğinde onda ne olduğunu konuştuktan sonra oyunu baştan sona akıttık. Ezéchiel’in yer aldığı sahnede Ka’nın söylediklerinin pratikteki işleyişine baktık. Bir ara kendimizi Na’aba’nın –tekstte yazılandan hareketle- sahip olduğu paranın hesabını yaparken bulduk, sen bize n’apıyorsun Na’aba? Hilebazın ceplerini yoklama işleminin ardından devam ettik çalışmaya. Yer yer Ka’nın araya girmesiyle karakterlerin eylemlerine, tepkilerine, hallerine bakıldı, yer yer çeviride düzenlemeler yapıldı. Çevirmen aramızda zaten, endişeye mahal yok.

Na’aba’nın göz hikâyesi üzerinden zoe ve bios ayrımı üzerine konuştuk yani hayatta kalma ve yaşama ayrımı. Hayatta kalma tüm canlılarda bulunan, yaşamı idame ettirmeye yönelik temel bir güdü iken yaşama bunun üstünde ve bir adım ötesinde kültürel bir anlamı da içeriyor. Na’aba ve babasının edimlerinin temelinde Zoe kavramının yattığını söyledik.

Çalışma sona erdiğinde saatler 17.15’i bulmuştu. Prömiyer haftasından önceki son cici haftamızın tadını çıkaralım diyerek erken sonlandırdık provayı.

Ka: “Ben bu oyunla anladım ki… Bunu da her oyunda söylüyorum he, hilebazmışım. Ama sahiden iktidar ve iktidar işleyişini bu kadar somut anladığım bir oyun.”

 

Hoşça kalın

 

22.1.2019 – Salı

Merhabalar

Zabağanan uyanıp 11.00’de büyük salonda buluştuk ve hızlı bir ezber çalışması yaptıktan sonra baştan sona akıttık oyunu. Saat 12.15’te bir ara verip 12.30’da buluştuk ve bi’ on beş dakika kadar Ezéchiel ve “geylik sorunsalı” ve Queer teori üzerine konuştuktan sonra tekrar baştan sona akıttık oyunu.

14.30’da ara verip stüdyoya göçtük. Ara sırasında oyuncuların fotoğraf çekimi yapıldı, tostlar mideye indirildi ve 15.00’te stüdyoya dönüp Ka’nın akış sırasında aldığı notlar üzerine konuştuk. Akabinde Ka okları bize çevirip oyun hakkında ne düşündüğümüzü sordu, fikirlerimizi beyan ettik ve oyun, metin, metnin bizimle ilişkisi, kurduğumuz ilişkideki benzerlik üzerine konuştuk. Koffi’nin toprakları ile bu topraklar arasında aynı türden bir benzerlik olduğunu, o kültürü ve yaşanmışlığı anlayabildiğimizi, oraya ait geçmişin, yaşanmışlığın ve problemlerin potansiyelini sezebildiğimizi söyledik.

Saatler 16.11’i bulduğunda “bugün de erken bitirelim be, tatilde gibi hissedelim azıcık da” diyen Ka’nın sözü üzerine provayı sonlandırıp dağıldık.

 

Hoşça kalın

21.1.2019 – Pazartesi

Merhabalar

Saat 12.00’de büyük salonda Yeşim Hocalı-Kukolu (kendisi bir köpek) kondisyonlarına başladı oyuncular. Karın ve bacak kasları öldürülürken, strechingler yapılırken sahnede pati atıp gezinerek ısınma boyunca desteğini eksik etmeyen Kuko “aşağı bakan köpek” hareketinde kendisi de hakkını vererek tüm bedeniyle dahil oldu derken 12.55’te bir ara verip salona döndüğümüzde, büyük salonda olmanın verdiği sevinç ve heyecan kırıntılarıyla dekorlarımızın bir kısmını yerleştirdik ve saat 14.20’de sahne hazır hale geldiğinde başladık provamıza.

Tüm sahneleri çalıştıktan sonra 16.15’te bir ara verip 16.30’da döndük tekrar sahneye. Süre tutarak baştan sona akıttık oyunu ve saatler 18.20’yi bulduğunda sonlandırdık çalışmayı.

 

Hoşça kalın

 

18.1.2019 – Cuma

Merhabalar

Saat 12.00’de yine benim olmadığım bir beden çalışması başlamış, moda sahnesi’nin stüdyosunda. Kondisyon çalışmasının ardından 13.00’te bir ara verildi ve13.15’te döndük stüdyoya.

Ka oyunculardan her anlam biriminden sonra es vermesini ancak bu eslerle birlikte repliklerin bir tür caz müziği gibi olmasını istedi. Caz müziğinin cümlelerindeki ritim ve enerji nasıl renkli, canlı ve değişken ise oyun da o şekilde olmalı dedi Ka. Sonra “dinlemek” kavramı ve oyuncunun hem kendini oyuna bıraktığı hem de yaptıklarının seyircide karşılık bulup bulmadığını gözlemlediği eş zamanlı faaliyeti üzerine konuştuk.

14.45’te bir ara verip 15.55’te stüdyoya döndük. Fondan, Coltrane eşliğinde başladık sahneleri çalışmaya. Oyunun da Coltrane müzikleri gibi olmasını, oyuncuların, kendi kontrollerinde verilen esler eşliğinde ve yapılan şeyin farkındalığıyla oynamalarını istedi Ka.

Ka: “Laz Na’aba da iyiydi, ya az öyle oynasana eğlenelim”

diyen Ka’nın talebiyle birlikte Timur’un Laz Na’aba’sına güldükten sonra şivenin role getirdiği değişim ve canlılığın nedenleri ve dil üzerine konuşup devam ettik provaya. Çalışma sona erdiğinde saatler 18.15’i bulmuştu, önümüzdeki haftanın provası üzerine konuşup sonlandırdık provayı.

 

Hoşça kalın

 

17.1.2019 – Perşembe

Merhabalar

Saat 12.00’de büyük salonda buluştuk. Oyuncular ısınma eşliğinde ezber çalışması yaptı. 13.15’te ara verip 13.30’da döndük sahneye ve bir kez çok müdahale etmeden akış alıp 15.15’te bir ara daha verdik. 15.30’da dönüp süre tutarak bir kez daha akış aldık. Bugün genel itibariyle büyük salona adapte olma ve buraya yönelik birkaç düzeltme ve çalışma ile geçti. Birkaç misafir izleyicimizin de fikrini alıp provanın üzerine konuştuktan sonra saatler 17.35’i bulduğunda son verdik provaya.

 

Hoşça kalın

16.1.2019 – Çarşamba

Merhabalar,

 

Saat 12.00’de Yeşim Hoca ile stüdyoda buluşan oyuncular kondisyon çalıştı. Söylentilere göre Timur’un dansı oldukça etkileyiciymiş, ben orada olamadığım için şahit olamadım maalesef. 13.00’te bir ara verildi, o sırada Ati adadan elendi, dizinde bir problem çıktığı için doktora gitti. “Ati’nin patellası gıncırdamış” anlayacağınız. 13.20’de hoş bir hatırlatma ile döndük stüdyoya: oyuna son iki hafta… Oyuncuların duyguları ölçüldü; eser miktarda heyecana rastladık. Madem öyle yine her sahneyi çalışmadan önce hızlı bir ezberini geçmek üzere başladık provaya.

Son sahneye geldiğimizde farklı ezber çalışmaları denedik, önce dans ederek ve melodik konuşarak, sonra duvarı iterek, sonra da ezber atanın haricindeki oyuncular Thelonious abimizin Raise Four şarkısının melodisini söyledi. Ardından Beethoven’ın 9. Senfonisi eşliğinde son sahneyi çalışıp Timur ve Ebru’yu gönderdik. Bu sırada Ati’ye yeni bir isim verildi, hayırlı uğurlu olsun.

Ka: “Onun adı bundan sonra Kapakçık olsun.”

Bugün epey mesel haline gelen “diz kapağı” muhabbetini kaçırdığım için bir kez daha hüzünlendim.

Kalan sağlar bizimdir diyerek Ezgi ve Gurur ile Ezéchiel ve Zein’ke’nin sahnesini çalıştık. Oyuncular yerde, ışıklar kapalı, fonda Ludwig Minkus – Don Quixote çalarken bir ezber daha alıp sahneyi aktık ve saatler 17.35’i bulduğunda sonlandırdık provayı.

 

Hoşça kalın

15.1.2019 – Salı

Merhabalar,

 

Saat 13.00’te stüdyoda buluşup mekikli-şınavlı, olabildiğince hızlı, bir metronom eşliğinde ezber çalışması yaparak tatlı bir başlangıç yaptık. Her sahneyi önce ezber çalışması, sonra normal akış ile aldık. Yer yer araya girip karakterler, replikleri, eylemleri ve bunlarla ne yapmaya çalıştıkları üzerine konuştuk. Konuşma faslını uzun tutmayıp az laf çok iş yaparak yoğun bir çalışmanın ardından 16.10’da bir ara ile soğuk-hava ihtiyacımızı giderdik.

16.25’te stüdyoya dönüp bir başka ezber çalışması ile devam ettik provaya. Işıklar kapandı, spotifydan (reklam içerir) Thelonious Monk’un Underground albümü açıldı, oyuncular yere uzandı ve ezber çalıştı. Bu eksantrik deneyim sona erdiğinde saatler 17.48’i bulmuş idi, madem öyle dağılalım deyip son verdik çalışmaya.

Timur: “Arkadaş ne yattık ya…” (kulaklardan kaçmadı)

 

Hoşça kalın

14.1.2019 – Pazartesi

Merhabalar,

 

Saat 13.05’te stüdyoda toplaştık, Yeşim Hoca ile “na-na-na” şarkısı eşliğinde ayakları ve kolları ısıtarak başladık kondisyon çalışmasına. Sonra “her şey yerden” diyerek yere geçip oradaki koreografiler ile devam ettik kondisyona. Nefesler alındı, tenisçi çığlığıvari bir nida ile “hop” diyerek verildi, yerde-ayakta karışık bir koreografi çalışıldı. Saat 14.00’te streching yapıp sonlandırdık çalışmayı.

14.20’de elinde Walter Benjamin ve Politik Felsefesi (M. Ertan Kardeş) kitabıyla gelen Ka eşliğinde döndük stüdyoya. Kitap Benjamin’in İsa’yı içermeyen “mesih” kavramı üzerine yazılar içeriyor ve bu kavramlar oyunla yakından ilişkili, bilhassa Shaine karakteriyle. Kitaplar oyunculara dağıtıldıktan sonra geldik geçen hafta verilen ödeve: Gurur, Ezéchiel karakterini ve aynı zamanda dini bir metin olan Hezekiel kitabını anlattı bize. Biraz konuştuktan sonra ilk sahneden itibaren başladık akmaya yer yer üzerine konuşarak. Zein’ke karakteri üzerinden kapalı, belirli, sabit ve öngörülebilir olanı içeren totaliter bakış ve onun karşısında öngörülemez olan devrimci tavır üzerine konuştuk.

15.53’te on iki dakikalık bir ara verip 16.05’te döndük stüdyoya. Koffi ve metin üzerine biraz konuşup kaldığımız yerden devam ettik. Metin üzerinde gerekli olan birkaç değişim ve düzeltme yaptık, neyse ki çevirmen Ezgi Coşkun aramızda, endişeye mahal yok. Çalışmaya devam ederken davetsiz bir misafir kapıyı çaldı. Şevket Çoruh elinde tatlı ile ziyarete geldi, biraz muhabbet ettikten sonra gitti ve biz de saatler 18.04’ü bulduğunda sonlandırdık çalışmamızı.

 

Günün Önerilen Kitabı

Dar Kapıdaki Mesih: Walter Benjamin ve Politik Felsefesi, M. Ertan Kardeş

 

Hoşça kalın

11.1.2019 – Cuma

Merhabalar,

Saatimiz 13.03’te pasif kondüsyonumuzla başladık beden çalışmamıza, su samuru sürünmeleriyle ‘karın kasından çeke çeke’ devam ettik. “Bir kas ne kadar güçlüyse o kadar yumuşakmış ve esneyebiliyormuş” dedi Yeşim Hocamız, yeni bilgi altındır. Bilgilenmekle kalmayıp esnedik, yanları çalıştırdık, açtık-gerdik. Müzik eşliğinde koreografi çalıştıktan sonra, -elbette- mekikler çekildi ve soğuma faslı ile çalışmamız sona erdi. Yarım saatlik soluklanmanın ardından 15.01’de Ka ile başladık provamıza.

Dün kaldığımız yerden devam edip Na’aba (Timur Acar) ve Shaine’ın (Ebru Aktaç) sahnesinden başladık. Aralarındaki ilişkide fiilin tutmak, çekmek, itmek ve bırakmak eylemlerinden hangisi olduğu üzerine konuştuk. Shaine karakterinin oraya gelme, orada bulunma nedenini konuştuk. Yine bir arkeolojik kazı ile cümlelerin altında yatan nedenleri, imaları, düşünceleri ve dolayısıyla karakterlerin tavırları üzerine konuştuk. Hatun güçlü; biliyor, sorguluyor ve bunu kararlılıkla yapıyor. Bu halinin karşı taraftaki etkisini araştırdık.

Na’aba karakterine gelince, onun “soytarı”lığından dün bahsetmiştik zaten. Tam bir gözbağcı, bir şeyleri önce kendi için gerçek kılıp sonra karşı tarafa inandırıp bunu onun iyiliği için yapıyormuş gibi lanse ediyor, oysa elbette her şey kendisi için. Kötü eylemlere azmettirici tavrını çeşitli süslerle kapadığı gibi bunu da kapamaya çalışan büyük bir şovmen. İşi gücü yalan anlıcaanız. Sonra bir kadını hatta bir insanı güzel/çirkin diye yaftalamanın faşist bir zihniyetten farkı olmadığını ve bu ayrımcı kafa yapısının, kendisinin nelere yol açacağını, bunun oyundaki izleri üzerine konuştuk. Na’aba’nın Shaine’a karşı tavrına, yaklaşımına, ona ne yapmaya çalıştığına baktık. Hareketlerinin doğasında bi’ ‘kaya sansarı’ hali var, dedik. Sürekli ‘gösterme’ halinde olan kötü bir oyuncu da diyebiliriz. Bedenden çıkan sesin maske halini almasından bahsettik. Shaine da ise gitmiş olup yıllar sonra dönmenin verdiği dışarıdan bakma, görebilme ve oradaki dili çözme durumu var. Görüyor ve onlara onların diliyle yaklaşmıyor, bilmedikleri bir yerden yaklaşıyor. Duruyor, bakıyor, konuşturuyor.

Ka: “Kandırmak için fazla hareket gerekiyor, kadınsa durağan.”

Konuştuklarımızın ışığında sahneyi bir kez daha çalışıp bu çalışmayla birlikte göz meselesinin farklı noktalarını keşfettik,17.57’de sonlandırdık provamızı.

 

Hoşça-kalın

10.1.2019 – Perşembe

Merhabalar,

Saat 13.00’te stüdyoda buluştuk, 15.00’e kadar Shaine ve Ezéchiel’in sahnesini çalıştık. Önce bir kez ayakta ve bir kez yerde zorlandıkları bir pozisyonda (mekik, şınav vs.) olmak üzere iki kez hızlıca ezber çalıştıktan sonra saat tutarak aktık sahneyi, bittiğinde üzerine biraz konuşup tekrar aldık.

14.57’de “Ebru’ya yirmi dakikalık ara, Gurur’a elveda” diyerek ara verdik ve 15.24’te stüdyoya döndük. Timur’a merhaba deyip biraz muhabbet ettikten sonra Na’aba ve Shaine sahnesini çalışmaya başladık. Yine hızlıca bir ezber çalışması yaptıktan sonra bir kez aktık sahneyi, yer yer kesip eklemelerde ve düzeltmelerde bulunarak. Bir kez de süre tutarak akış aldıktan sonra saatler 17.27’yi bulduğunda sonlandırdık provayı.

 

Günün “okusanız güzel olur” dediğimiz kitabı:

Bilgi Ağacı, Humberto R. Maturana & Francisco G. Varela

 

Hoşça kalın

9.1.2019 – Çarşamba

Merhabalar,

Saat 13.06’da Yeşim Hoca ile stüdyoda buluştuk ve ilk etapta Shaine’nın oyundaki postürü için Ebru ile yarım saatlik özel bir çalışma yaptıktan sonra diğer oyuncularla birlikte kondüsyon çalışmasına geçildi. Tandüler, jöteler, frapeler havada uçuşurken oyuncularımız kolları, omuzları ve bacakları çalıştırarak balet ve balerin olma heveslerini attıktan sonra minik koreografiler eşliğinde ısınmaya devam ettiler. Öldürmeksizin karın kası çalışıp açma germe yaptıktan sonra 13.29’da sonlandırdık çalışmayı.

13.57’de stüdyoya döndük ve yine baştan sona akış almak üzere başladık provamıza.

Elbette Ka’nın deyimiyle hiçbir vakit ıslah olmayacak Na’aba ve gücünü kendinden alan kudretli hatun Shaine üzerine konuşmadan geçemedik. Shaine’ın oradan ve oradaki kanaatlerden kaçışını, döndüğünde oradaki varlığı-varoluşu kavrayışını ve bu gerçekten Na’aba’nın nasıl kaçtığını konuştuk.

Ka: “Gerçekten kaçmanın Koffi’ce somutlanmış hali bunlar.”

Na’aba’nın Shaine’ın ne yapmak istediğine, Shaine’ın onu nasıl dinlediğine baktık. Dinleyişi, tepkileri onun gibi değil, çünkü o artık başka bir forma sahip, ondan çok daha farklı bir formda, dolayısıyla aynı frekansta olması mümkün değil. Derken bir sonraki sahneye geçtik ve Ezéchiel ile Shaine’ın sahnesini çalışırken Gurur, Ezéchiel olmanın verdiği heyecan ile Ebru’ya ufak tefek korkular yaşattı. Neyse ki minik sakarlıklar herhangi bir sakatlanmaya yol açmadı da “Huzur” içinde devam ettik provamıza.

Timur: “Ula ablaay öldürdüng ya la.”

Saatler 16.47‘yi bulduğunda provamız bitmişti, dağıldık.

 

Hoşça kalın

8.1.2019 – Salı

Merhabalar,

 

Saatlerimiz 13’ü 8 geçerken stüdyoda toplandık ve Ka’nın “Balık aslında büyük müdür yoksa kaçtığı için mi büyüktür?” suali eşliğinde küçük bir beyin fırtınası, “kaçan büyüktür zaten de…” cevapları, Ezgi’nin “ben ne dediğinizi hiç anlayamıyorum, uzayda gibiyim şu an” içerikli haklı isyanı derken biraz muhabbet edip başladık provaya. Baştan itibaren sırasıyla çalıştık sahneleri. Yer yer araya girip repliklerden yola çıkarak karakterler üzerine konuştuk. Bilhassa Na’aba ve Ezéchiel’den. Na’aba hakkında söylenmiş en yerinde tabirlerden birini de hemen belirtmek isterim; “Na’aba Performans Sanatları” (Ka).

 

14.23’te bir nikotin arası verip 14.33’te döndük sahneye ve devam ettik çalışmamıza.

 

Na’aba üzerinden hilebazlık, hareketlilik, sound kavramları hakkında konuştuk. Oyundaki hareketliliğin bir benzeri olarak Ornette Coleman’ın bir eserinden örnek veren Ka, caz müziğinde de bu hareketliliğin olduğunu söyledi. Sonra değişimi talep eden ve sabit kalan alışkanlıkları, (ve Deleuze’ün “kanaat”ini) talep eden arasındaki çatışma üzerine konuştuk. Ezéchiel’in naifliğine, bu halin yarattığı özelliklere ve dışa vurma problemine baktık. Yine Ezéchie karakterinden yola çıkarak özentilik ve eğlence kavramları ve bu kavramlarla ilişkide olan, “eğlence”yi kendi aracı olarak kullanan egemenlik anlayışı ve sömürgecilik üzerine konuştuk. Sonra Shaine üzerinden “fikren kaçma” (Deleuze), mekânsal bir kaçıştan ziyade düşünsel/fikirsel bir kaçış, oradakiler gibi düşünmeme, eylememe ve yaşamama durumu üzerine konuştuk.

 

Kentsel yaşam, neoliberalizm ve yapaylık, sağlıklı birey olma/olamama ve arıza içerikli tutumlar derken Ezechiel’den bir parça da bizde bulunduğunu söyleyen Ka, “neden herkes teknik eleman değil de oyuncu olmak sitiyor, ya da neden kimse yönetmen değil de birinci asistan olmayı istiyor?” diye sordu haklı bir isyanla. Bu sual üzerine biraz konuşup devam ettik çalışmaya ve saatimiz 17.48’i bulduğunda son verdik provaya.

 

Hoşça kalın

7.1.2019 – Pazartesi

Merhabalar,

Saat 13.00’te stüdyoda buluştuk. Biraz iletişim problemi üzerine konuştuktan sonra Ka’nın “Gergin miyiz?” sorusuyla çanlar çaldı, prömiyere son üç hafta… Oyunu başından itibaren çalışmaya başladık.

İlk sahneyi küçük bir oyun eşliğinde çalışıp sonra diğer sahnelere geçtik. Bazı sahneleri iki kez çalışıp baştan sona akıttık oyunu. Bugün çok fazla kesmedik fakat yine de yer yer bölüp böldüğümüz yerlerin üzerine konuştuk, ufak çaplı araştırmalar yürüttüğümüz de oldu. Bir ara Ezgi’nin doğum gününü kutlayıp krokanlı pastamızı afiyetle midelere indirdikten sona şeker dolu bedenlerle devam ettik tatlı provamıza. Otorite, faşizm, ayrım kavramları üzerinden karakterler üzerine konuştuk, buralarda Deleuze babamıza değinmeden geçemedik elbette.

Derken saatler 17.45’i buldu ve son verdik provamıza.

 

Hoşça kalın

3.1.2019 – Perşembe

Merhabalar,

Saat 13.18’de Shaine ve Ezéchiel sahnesini çalışmak üzere stüdyoda buluştuk. Önce bir ezber çalışması yaptıktan sonra Ebru hasta olduğu için onu çok fazla yormayıp Gurur’u yoralım dedik ve ağırlıklı olarak Ezéchiel karakteri üzerine konuşmalı-çalışmalı provamıza başladık.

Çocuğun sık kullandığı kelimelerin varlığına dikkat çekip oradaki anlamı ve müziği araştırdık. Gurur’un ısrarla budadığı kelimelerin mahiyetine vurgu yaptıktan sonra Ezéchiel perspektifinde oluşan ve dönüşen Shaine’a baktık. Shaine, Ezéchiel’de neydi ve ne oldu? Değişim neyin kuvvetiyle gerçekleşti ve değişimin neticesinde elimizde kalan neydi? Kafamızdaki deli soruların yanıtları üzerine konuştuktan sonra kavramların soyut halden somut hale dönüşmesinin Shaine üzerinden ve Ezechiel’de nasıl gerçekleştiğine baktık. Bu durumun felsefe kavramları ile benzer olduğunu söyledik, örnek olarak özgürlük kavramını öne sürdük, özgürlük soyut bir kavram iken bu halden herkesi ve her şeyi en ufak zerresine kadar etkileyen somut bir hale dönüşüp etik bir mesele olmasını, bu dönüşümün etkisini ve sonuçlarını konuştuk.

Rol, oyuncu ve onun deneyimine baktık, oyuncunun “deneyimleyemediği” bir şeyi, seyirciyle karşılaşma halinde karşı tarafın alamayacağından bahsettik. Sonra Ezéchiel’in ani geçişlerine, iniş çıkışlarına ve bu halleri hangi mesafe ile kat ettiğine baktık ve tutarsız olduğunu söyledik. Çalışma sırasında karakterin başka özelliklerini de keşfettik elbette ancak o kadar detay vereceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

Ebru’yu da çok yormayalım diyerek bol Ezéchiel içeren çalışmamızı saatimiz 16.55’i bulduğunda sonlandırdık.

 

Hoşça-kalın

 

2.1.2019 – Çarşamba

Merhabalar,

Saat 13.01’te başladık yeni yılın ilk provasına. Herkese iyi yıllar efenim. Yeni yılın ikinci gününde kendimize küçük sürprizler yapıp boşluğundan faydalandığımız büyük salona geçtik ve “ben sevdim eller aldı” diyerek başladık Yeşim Hoca ile beden çalışmasına. Eksik kalmayıp oradan oraya fütursuzca koşturan Kuko ise varlığıyla neşe kaynağımız haline geldi. Açtık, gerdik, ısındık, kasları çalıştırdık derken 13.57’de çalışmayı sonlandırıp bir ara verdik.

14.19’da döndük sahneye. Ödev kontrolü yaptıktan sonra oyunla ilgili noktalar bulabileceğimiz Deleuze seminerinin son iki bölümü ile Dersu Uzala filmi üzerine yarım saat konuştuk.

Deleuze’ün “şey” dediği “yara”dan onun ürettiği “anlam”dan bahsettik. Can yakan, varlığını hissettiren yaranın fizikselliğine değil fiiline, olayına yani anlamına bakmaktan bahsettik. Yine seminerde geçen “hınç” kavramı üzerinde durduk ve bunun oyundaki karakterlerle, bilhassa Zein’ke ile ilişkisine baktık. “Tanrı, kâhin ve aktör” kavramları, zamanı bilgiye dönüştüren kâhin, tanrının sınırsız ve geniş perspektifi ve buna karşılık aktörün faaliyetindeki ‘sınırlı-şimdi perspektifinde kendimizi görmemizin daha mümkün olacağı üzerine konuştuk. Deleuze kâhindense oyuncunun deneyimine daha çok güveniyor, örneğin Artaud’nunkine. Bununla ilişkili olarak oyuncunun deneyimi, sahne üzerindeki varlığı deneyimlemesi ve “hafif delirme” halinin ne olduğu üzerine konuştuk.

Gerçeği değil hakikati, yani “olay”ı (anlamı) isteyen Shaine’ın sınıra gelip anlamı talep etmesinden, yaşamayı arzulamasından ve olay/anlam konusunda diğer karakterlerin tavrının ne olduğundan bahsettik.

Ka: “Onlar, “şey”e gömülüler.”

Shaine’ın cesur eyleminden yola çıkarak Stoacı ahlak ve sonuna kadar orada kalıp erdemle göğüs germek üzerine biraz konuştuktan sonra Dersu Uzala filminin oyun ile ilişkisine ve ortak noktalarına baktık, Shaine ve Dersu’nun oldukça benzeştiğini söyledik. Ardından hızlı bir ezber çalışması yaptık ve son sahneye baktık ve 16.19’da ara verip 16.30’da final sahnesini almak üzere döndük sahneye.

Diyaloglardaki iki enstrümanın karşılıklı kapışmasını, etkileşimini andıran müziğe baktık. Ezéchiel’in tepkileri ve jestindeki “hınç”, tedavi edilmediğinde toplumsal bir tehlikeye dönüşmeye mahkum. Aynı zamanda “şey”e bağımlılık, ondan yoksun olma halinde bir kriz doğuruyor, bunun yaratabileceği tehlike de sadece kişisel olmakla kalmayıp toplumsal bir boyuta evrilebiliyor. Zein’ke’nin söylemlerindeki manipüle ve “hınç”a dikkat çektik, buralardaki komiğe baktık. Trajiğin oluştuğu yerdeki komiğe. Derken saatimiz 18.17’yi bulduğunda sonlandırdık provayı.

 

Hoşça-kalın

27.12.2018 – Perşembe

Merhabalar,

Saat 13.08’de Timur ve Ebru ile Na’aba ve Shaine sahnesini çalışmak üzere buluştuk stüdyoda. Sahneyi çalışmaya başlamadan önce tüm oyunculara yönelik bir soru sordu Ka. Tüm ekip tek yürek, akıllarda tek bir soru: “Soru, diğer varlıkları nasıl görüyorsunuz, diğer varlıklarla ilişkiniz ne?” Bu soru ile karakterlerin kendilerini dünya içinde nasıl konumlandırdıklarını, görünen ve –adı konumlu- görünmeyen yani var olan her şeye karşı bakışlarını, dünyaya ve evrene karşı bakışlarını ve tavrını göreceğiz.

Oyunda iki farklı dünya kavrayışı mevcut. Bir tarafta varlıklara hiyerarşik olarak bakan ve kendini diğerlerinin üzerinde konumlandıran bir bakış, öte yandan kendini tüm varlıklarla eşit konumda gören ve hiyerarşi barındırmayan yatay bir bakış. Bu iki farkı ve bu farkların karakterlerin üzerindeki etkisi üzerine konuştuk. Bu konuyla ilişkili çeşitli kavramlar ve filmler üzerinden konuştuk. Konuştuğumuz filmlerden biri olan Dersu Uzala filmini haftaya kadar izleyeceğiz, Böyle Buyurdu Ka. Aynı zamanda bir felsefe problemi olan varlığın dönüşümü, döngüsellik, varoluşlar arasındaki fark/eşitlik, varlık bilgisi, evren bilgisi, evren gibi kavramlar çerçevesinde sohbet ettikten sonra sahneyi çalışmaya başladık.

Shaine için hesap sorma kudretine sahip, kuvvetini kendinden alıyor dedik. Sartre’ın iç sıkıntısı kavramı üzerinden Shaine’ın gidişi ve gidişinin nedenleri üzerine konuştuk. Tuz ile olan ilişkisine, olumlama haline, duyularla olan ilişkisine baktık. Na’aba’nın kallavi bir şeref yoksunu olduğundan bahsetmeme gerek yok sanırım? Shaine’a ne yapmaya çalıştığına, Shaine’ın ona nasıl yaklaştığına baktık.

Bir ara genel sanat yönetmeni Sare geldi, koltuğunda elinde suyuyla provayı seyre daldı, arada elinde kurabiyesiyle geziniverdi ve saat 15.52’yi bulduğunda bir mola verdik. 16.10’da döndük stüdyoya ve Na’aba üzerinden iktidar kavramı üzerine konuştuktan sonra saat tutarak baştan aldık sahneyi. Çıkan süreden yine kaliteli bir içler dışlar çarpımı çabasıyla oyunun ne kadar sürebileceğini hesapladık. Saatimiz 17.45‘i bulduğunda son verdik provamıza.

Yarın prova yapmayacağız, sonrası malum yılbaşı tatili. 2018’in son notundan; herkese ‘güzel’lik getirecek bir yeni yıl olsun diliyorum…

 

Günün tavsiye edilen filmi:

Sevgisiz, Andrey Zvyagintsev

Dersu Uzala,  Akira Kurosava

 

Günün “okusanız iyi olur” dediğimiz kitabı:

Kardeşler – Cinsellik ve Şiddet, Juliet Mitchell

 

Hoşça kalın

26.12.2018 – Çarşamba

Merhabalar,

Saat 13.19’da buluştuk stüdyoda. Biraz muhabbet ettikten sonra başladık provaya. Önce dün çalıştığımız sahnelerden yola çıkarak Na’aba ve Zein’ke hakkında aldığımız notları hatırlayıp üzerine konuştuk. Sonra “kamera”mız Na’aba ve Zein’ke’nin daha da yakınına girdi ve onlara dair güzel keşiflerde bulunduk. Hakikatin onlardaki tezahürünü, onlarda nasıl zuhur ettiğini ve hakikati kendilerinde ne kadar barındırdıklarını konuştuk. Na’aba’nın ikinci sahnede Zein’ke’ye ne yapmak istediğini, niyetini ve eylemini konuştuk detaylıca. 15.10’da ara verip 15.28’de döndük stüdyoya.

Konuşmalar ve çalışmalar eşliğinde kâh tavırlarında değişimler oldu, kâh yeni tavırların keşfi oldu. Na’aba’nın Iago’luğu ise baki aldı. Metni imgesel bir yerden yazan Koffi’nin bu sahnede yansıttığı şeyi, insan ruhunun gerginlik durumundaki kaçışını, problemi ikincil bir konuma yerleştirdiğini konuştuk. Na’aba karakteri ve “Göz” kavramı arasındaki ilişkiye baktık. Yine Na’aba üzerinden soğukkanlılık, katılık, duyarlılık kaybı gibi kavramları konuştuk ve “duyarlılığı içten biliyor değil de dıştan yapıyor” dedi Ka. Macbeth, Medea gibi trajik ve dipte bir noktada bulunmadıklarından, yüzeysel olduklarından, insanın dip noktasına inemediklerinden, takı mücevher gibi güncel dertlere ve isteklere sahip olduklarından bahsettik.

Sahneyi bir kere daha çalıştık ve bir ara Ka’nın izlettiği kısa bir performans videosunun ardından “biz neden yapamıyoruz” diye sorgulayıp nedenleri üzerine kısa bir konuşma yapıp sonrasında saat tutarak bir kez daha aktık sahneyi. Kaç dakika sürdüğüne baktık ve içler dışlar çarpımı yoluyla oyunun hemen hemen kaç dakika tutacağını hesaplayarak matematik kokulu anlar yaşadık. Saatimiz 17.20‘yi bulduğunda bitirdik provamızı.

 

Günün kitap tavsiyesi:

Ağaçlar, Herman Hesse

 

Hoşça kalın

 

25.12.2018 – Salı

Merhabalar,

Saat 13.14’te Shaine ve Ezéchiel sahnesini çalışmak üzere Gurur ve Ebru ile stüdyoda buluştuk. Metronom eşliğinde ezber çalışması yaptık önce. Sonra bedeni işin içine katarak (mekik vs.) çalışmaya devam ettik. Oyuncuları yorduktan sonra gönül rahatlığıyla başladık provaya.

Ezéchiel karakterinin nasıl dinlediğine, dinlediği şeyin onda nasıl bir etki yarattığına baktık. Durumlar karşısındaki hali ve tepkisine baktık. Oyunda olaylar içinde nerede konumlandığı, nasıl biri olduğu üzerine konuştuk. Koffi’nin Shakespeare ile benzerlik gösterdiği bir özelliğinden bahsettik; karakter deneyimlediği şeyi dile getiriyor, repliğinden eylemini, durumunu çıkarabiliyoruz. Oyuncunun da metin üzerinden keşfettiğimiz hallere bedenini maruz bırakması ve sonra bunu söze dökmesi/dökmemesi gerek, dedik. Shaine’ın Ezéchiel için ne ifade ettiğine baktık. Kelimelerden oluşan bir hayal yerine artık bir gerçek duruyor karşısında, bir masal gibi anlatılan Shaine artık fiziksel olarak karşısında duruyor. Bunun onun için ne anlama geldiğini, Shaine’ın bir masal gibi anlatılması ve anlatılacak olması, onun temsil ettiği şeylerin (aydınlık, aydınlanma, barış, huzur vs.) aslında hep var olacağını, o kavramın hiç kaybolmayacağını konuştuk.

Shaine’ın, altına sürtüp onun gerçek olup olmadığını anladıkları Antik Yunan’daki denek taşı gibi olduğunu söyledik. Herkes onunla karşılaştığında her şeyi olduğu gibi anlatıyor, gerçek kimliğini gösteriyor. Sonra oyunda geçen akaju ağacının ne ifade edebileceğini konuştuk. Bu topraklarda yaşayanlar için aynı anlamı ifade etmediğini, hatta pek bir şey çağrıştırmadığını söyleyip yerine ne koyabiliriz ya da koymasak da oyuncu bu kavrama ne ve nasıl bir anlam yükleyip bunu bize gösterebilir bunu konuştuk. Sonra bir on dakikalık ara verip Ebru’yu alkışlarla uğurlayıp Gurur ve Ezgi ile Ezéchiel ve Zein’ke sahnesini çalışmak üzere başladık provaya. Zein’ke’nin söylemlerinin Ezéchiel’in üzerinde yarattığı etkiye ve buna nasıl tepki verdiğine baktık. Sahneyi birkaç kez çalışıp 16.52’de son verdik provaya.

 

Hoşça kalın

24.12.2018 – Pazartesi

Merhabalar,

Saat 13.02’de başladık Yeşim Hoca’yla beden çalışmamıza. Ayak ısınmasıyla başlayıp dömi plieler, dömi pointler, sonra kollar derken yerde sürünmeden edemeyiz deyip yerde yuvarlanmalı koreografilere geçiş yaptık.

Timur: “Kadir inşallah feyz almışsındır, tam önünde dömi mömi yaptım ama…”

Yüzüstü-sırtüstü geçişler, sağ kol bizi götürsünler, oturma pozisyonunu bulmalar, yiyecek masasını kesip “muz var, mandalina var…” diye geleceğin hayalini kurmadan edemeyenler, “ânı yaşa, ânı” diye dürtenler, “pam-hoop güzel” diye motive edildikten sonra yerde çılgınca hareketler yapanlar (ifşa etmicem) derken bu coşku dolu anların ardından kasıkları açmak için swing’e geçtik. Omurgaya bi güzellik yapıp onu da çalıştırdıktan sonra üç set sevgili swingi yaptık. Jump’lı bir koreografinin ardından plank ve streching ile sonlandırdık çalışmamızı.13.59’da araya çıkıp 14.17‘de döndük stüdyoya.

Çin rüyası üzerine konuştuktan sonra geçen hafta ödev verilen Muhafazakâr Kentin İnşası (Gencay Serter) adlı kitabın ilk kırk sayfası üzerine konuştuk. Muhafazakârlık, cemaat, denetim, neoliberalizm kavramları üzerine konuştuktan sonra final sahnesiyle başladık provaya. Bir ara çalışma esnasında konsantrenin dağılması üzerine:

Timur: “Tam Suzuki tiyatrosu valla.”

Ka: “Bizimki Buziki tiyatrosu”

Son sahnedeki diyaloglar üzerinden karakterler ve birbiriyle ilişkileri üzerine konuştuk. Na’aba ve Zein’ke ikilisinin oyunun sonundaki eylemi desteklemesi için iktidarın irrasyonaliteyi desteklemesi diyebiliriz, dedi Ka. Na’aba’nın hilebazlığından, realist söylemler eşliğinde eylemlerini gerçekleştirmesinden bahsettik. Ka’nın söylediği üzere zevahiri kurtarıyor arkadaş, başarılı bir manipülatör. Üstelik işin neticesinde dimdik ve tertemiz bir şekilde ayakta kalıyor.

Ka: “Na’abalar ölmez, vatan bölünmez.”

Oynama haline bakıp Ezéchiel, Na’aba ve Zein’ke üzerinden “korku” ve “korku mekanizması” kavramları üzerine konuştuk. Yer yer bu topraklardaki olay ve durumlar üzerinden örneklendirme ve ilişkilendirmeler yaparak, son sahnedeki düşünceleri, niyetleri, istekleri ve eylemleri araştırdık. Sahneyi ikinci kez aldıktan sonra son çalıştığımız Ezéchiel’i o gün provada olmayanlar için tekrardan göstermek adına Ezéchiel ve Shaine’ın sahnesinin bir kısmını da alıp 17.38’de bitirdik provayı.

 

Günün “okusanız güzel olur” dediğimiz kitabı:

Neoliberalizmin Gerçek 100’ü, Hayri Kozanoğlu

 

Hoşça kalın

 

 

21.12.2018 – Cuma

Merhabalar,

Saatimiz 18.06’yı bulduğunda yine Timur’suz ve Ezgi’siz fakat Ebru’lu ve Gurur’lu bir provaya ayak bastık stüdyoda. Shaine ve Ezéchiel sahnesini çalıştık bugün de. Dün Ezéchiel hakkında konuştuklarımızın ışığında yeni buluşlar elde ettik ve bugün prova öncesi bunların üzerine konuştuk.

Ka: “Oyuncu varlık ketlenmeleri bir kenara bırakmakla oluyor. Zihinsel ketlenmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor.”

Kendine bile söyleyemediği geyliğini söyletmeyen şey kendi değer dünyası mı yoksa çevre baskısı mı diye sordu Ka. Kendine bile söyleyememesi, kendine içkin bir hali, kendi varoluşunu dışa vuramıyor oluşu demek ve bu da benliğinin, kimliğinin ve değer dünyasının oluşamaması demek. Bu problem aynı zamanda oyunculuk problemi, oyuncu bunu nasıl oynayabilir, bunun üzerine konuştuk. Bir kurtuluş imkânı olarak gördüğü Shaine geldiğinde, ona bunu açıklayabilecek güveni ve açıklığı bulduğunu umuyor, dolayısıyla ona karşı bir tür patlama yaşıyor ancak kurtuluşun onunla da mümkün olamayacağını görüyor neticede. Çünkü Shaine, kişinin kendi kuvvetini bulup kendi özgürlüğünü, kurtuluşunu kendisi var etmesi gerektiğini düşünüyor, herhangi dışsal bir kaynağa dayanmadan, salt içsel motivasyon ve güçle. Oysa Ezéchiel kendi gücünü var edememiş, giyim, marka, stil, nesne ya da “dış”tan içine alma çabasına giriştiği tavırlarla kendine bir maske yaratmış ve tüm bunlarla örtmüş oluşamamış benliğinin üzerini.

Ezéchiel karakterinin kimliği, tavrı ve Shaine ile kurduğu ilişki üzerine konuştuktan sonra erkeklik-iktidar meselesine değindik. Bir erk (iktidar) simgesi olarak erkeğin, geyliğe bakışı ve ona yaklaşımı üzerine konuştuk. Erk için bir gey, erkeklik onurunu incitici, aşağılayıcı bir varlık. Buradan yola çıkarak ve metindeki veriler eşliğinde Na’aba’nın Ezéchiel’e bakışının nefret dolu olduğunu, ondan iğrendiğini söyledik. Sonra Ezéchiel’e ait bir kavram olan “aşırı”lık üzerine konuştuk. Shaine ile karşılaştığında onda ne oluyor, buna baktık. Karakterin sarf ettiği cümlelerin altında yatan duygu ve düşüncelerin ne olabileceği, dolayısıyla tavrının ve tepkisinin, eyleminin ne olabileceği üzerine konuştuk.

Ka: “Oyunculuk dinlerken yapılandırılan şey, nasıl dinliyorsan öyle konuşuyorsun.”

Sonra kalpte kaç kapakçık kulakçık, odacık var, kulakçık mı kapakçık mı, seninki kaç taneydi gibi sorgulamalar ve “a ben dört tane kapakçığım var sanıyordum” başlıklı şaşkınlıklar yaşandı. Bu yoğun kalp içerikli muhabbetin ardından Ka’nın “provadakilerin tıp bilgisinden yola çıkarak bir oyun daha koyabiliriz” sözüyle biyoloji kokulu tartışmamızı sonlandırıp devam ettik provamıza. Saatimiz 15.10’u bulduğunda bir on dakikalık nikotin-soluma arası verip 15.20’de döndük stüdyoya ve arkeolojik kazımıza devam ettik. Repliklerin altındaki anlamları su yüzüne çıkarıp, üzerine konuşup, eylemlerini, tepkilerini ve aralarındaki ilişkiyi araştırdık. Son olarak Suzuki Tiyatrosu ve disiplin, sorumluluk, topluluk olma, farkındalık ve bedel ödeme kavramları üzerine ettiğimiz muhabbetin ardından kendimize tokat attırmadan* 17.00’de sonlandırdık provayı, valla biz Türkler gelemeyiz şiddete.

*Suzuki Tiyatrosu’nda sahnede hata yapan oyuncu hatasını fark edip, kabullenip, sorumluluğunu üstlenerek bedel ödeme adına Suzuki’nin yanına gidiyor ve kendisine tokat ‘attırıyor’muş. (Tokadı simgesel olarak da okuyabiliriz.)

 

Hoşça kalın

 

20.12.2018 – Perşembe

Merhabalar,

13.35’te stüdyoda Shaine ve Ezéchiel’in sahnesini çalışmak üzere başladık provamıza.Timur (Acar) ve Ezgi’nin (Coşkun) oyunu olduğundan dolayı bugün ve yarın Ebru (Aktaç) ve Gurur’layız (Çiçekoğlu).

Sahne çalışırken yer yer kesip, repliklerin arkeolojik kazısını yaptık. Ağızdan çıkan sözlerin altında hangi duygu ve düşüncelerin yer alabileceği üzerine konuştuk. Ezéchiel’in acısının kaynağına ve bunu nasıl dışa vurabileceğine baktık.

Ka: “Dışsal bir yüklemeden çok içsel bir nedene ihtiyacımız var. Bence oyunculuk böyle bi’ şey zaten.”

Ezéchiel’in coşkun hali, tavrı ve bunun süreç içinde değişimi üzerinden sevgi üzerine düşündük. “sevgi nasıl bir şey olursa öldürmez?” Sevginin bulunduğu zeminin sağlıksızlığı ve bunun nedenleri üzerine konuştuk. Sonra biraz daha sahneye baktıktan sonra “nasılsa yarın da bu sahneye bakacağız”ın rahatlığı ile biraz geyik muhabbet yapıverdik ne yalan söyliim. Saatimiz 15.40’ı bulduğunda on beş dakikalık bir ara verdik ve 15.50’de döndük stüdyoya.

Ezéchiel için “Ezgi”olmaklık onun için ne ifade ediyor, neden böyle bir kimliğe dönüşmeyi arzuluyor buna baktık. Kurtulmaya çalıştığı bir yeri kapamak adına aynı zamanda fiziksel de olan bir dönüşüm söz konusu. Bunun için hep bir şey olmaya çalışıyor, kendi hariç her şeyi neredeyse. Dolayısıyla bir “Ezgi” maskesi ile Ezgi’sel bir performans sunuyor. Bir geylik potansiyeli ve performansına sahip olan Ezéchiel’in bu halini nasıl dışavurabiliriz, bedendeki ve dildeki yansıması nasıl olabilir, bunu araştırdık. Nasıl bir giyimi olabilir onun üzerine konuşup provaya gelen Deniz’in önerdiği birkaç ‘inflooser’ tipe ‘falan’ baktık. Bu konuşmaların üzerine biraz daha sahneye bakıp tekrar geyiğe düşüverdik. Bol sohbetli-geçmişi anmalı-gülüşmeli bir provanın neticesinde saatimiz 17.20’yi bulduğunda son verdik çalışmamıza.

 

Hoşça-kalın

 

19.12.2018 – Çarşamba

Merhabalar,

Saatimiz 13.00’te başladık Yeşim Hoca’yla beden çalışmamıza. Önce kol ve bacakları biraz çalıştırıp ardından yine bir 55 swing yapıldı. Sonra kol ve bacakları esnetip Carterlar eşliğinde yerde yuvarlanmalı hareketlere geçtik. Bilgi dolu kas muhabbetinin ardından madem konuştuk deyip ‘alaturka tuvalet modunda’ aşiller çalıştırıldı. Sonra sanat-disiplin-sorumluluk konuşmaları eşliğinde ayaklar dirsek içlerine oturtuldu, mekk eşliğinde karın kasları öldürüldü, “al-ver, al-ver” diyerek yanlar ve sırtlar çalıştırıldı, giderayak şınavları da çekip “sarı” Kuko’nun gelişiyle son verdik çalışmamıza.

Yirmi dakikalık bir aranın ardından 14.20’de stüdyoya dönüp Ka ile başladık provamıza. Öncesinde memleket içerikli muhabbetler eşliğinde gülüp eğlenmenin ardından gerçekliğe dönüp Shaine ve Na’aba’nın sahnesiyle başladık çalışmamıza.

Na’aba karakteri üzerinden üçüncü dünyalı olmaklık üzerine konuştuk. Nam-ı diğer İago dediğimiz Na’aba üretici değil tüketici, anladığı şey salt tüketim olduğundan ötürü üretimin bilgisine sahip değil, bilim ve teknolojinin de. Dolayısıyla var olan toprağını işletilmek ve sömürülmek üzere bir başka ülkeye devrederek, kendisi üretimin hiçbir sürecine dahil olmayıp doya doya tüketiyor. Bu bilgiler eşliğinde karakterin üzerine konuşup, karşı tarafa olan tavrına, Shaine’la olan iletişimine baktık. Kadının ona nasıl baktığına, hangi tavırla yaklaştığına baktık. Na’aba’nın hilebazlığı üzerine konuşmadan geçmedik elbette, sağ olmasın, her zerresine işlemiş herifin, değinmemek olmuyor.

Ka: “Iago’nun son sözü; ‘vuruldum ama ölmedim’”

Bi bitmediler anlayacağınız. Shaine ve Na’aba’nın arasındaki ilişkinin dönüşümüne bakmak adına yarısından itibaren bir kez daha çalışıp, ekonomi-neoliberal sistem ve Türkiye’deki etkileri, örnekleri üzerine konuşup 15.55’te bir mola verdik

Mola esnasında benim gitmem gerekti ve yerime notu Atakan tamamladı, gerisini ondan dinleyelim:

16.08’de stüdyoya dönüp devam ettik çalışmaya. Kâhinlik pozisyonu üzerine konuştuk. Hayatınızda size sıkıntı veren hırsızlık gibi durumlar sizi kahrediyor, kâhinlik durumu sizin bu durumu anlayıp kozmik bir evrene yerleştirince olayı anlayıp olaya mesafe koymanızdır diyor Ka. Hareketi yapan kişi harekete yabancı olmadığı için yaptığı şeyi anlayamaz, kâhinlik pozisyonuna geçtiğimizde hareketi izleyen oluruz, eyleme yabancılaştığımızda farklı bir bakış açışıyla bakabiliyoruz.“Çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi” örneğiyle Türk Edebiyatı’nda da yeri olduğunu söyledi Ka.

Ka: “Oyunun sonunda bu kadar kötü hareketin cezalandırılmaması, Koffi’nin gerçekçi bir bakış açısıyla yazdığını gösteriyor.”

Saatler 16.58’i bulduğunda sonlandırmışlar provayı.

 

Hoşça-kalın

 

18.12.2018 – Salı

Merhabalar,

Saatler 13.00’ü gösterirken başladık Yeşim Hoca’yla beden çalışmasına. Bedenler açıldı, gerildi, esnedi ve bi’ 55 swingin ardından yetmedi deyip müzik eşliğinde yerde swingler yapıldı. Isınma bu değil dendi, müzik eşliğinde daha da ısınıldı. Bu da yetmedi dendi, bazı kaslar çalıştırıldı, kalçalar öldürüldü, şınavlar çekildi… Akabinde “avaremu” eşliğinde strechingimizi de eksik etmeyip sonlandırdık çalışmamızı.

Yaklaşık yarım saatlik bir molanın ardından 14.30’da Ka ile devam ettik provamıza. Muhafazakar Kentin İnşası (Gencay Serter) adlı kitabı bölüm bölüm okuyup her hafta bir gün bir saat üzerine konuşacağız. Oyunla arasında paralellikler olan kitap, muhafazakarlık ve neoliberalizm arasındaki ilişkiye bakıyor. Okuma-tartışma’nın programını yaptıktan sonra Gurur ve Ebru’yu alkışlarla uğurlayıp Ezgi ve Timur ile başladık çalışmamıza. Birinci (Zein’ke) ve İkinci (Zein’ke ve Na’aba) bölüme baktık bugün. Atmacaların Zein’ke için ne ifade ettiğini ve zihninde kurduğu görüntüyü konuştuk. Sonra çocukla olan ilişkisine, ona nasıl seslendiğine baktık, Na’aba’dan farkı olmadığını söyledik. Lacan’ın bahsettiği ‘simgesel baba’ ile, cismen var olmayan bir baba aracılığıyla çocuğu korkutmaya, yönetmeye çalışıyor, sistemin ve dinlerin yaptığı gibi. ‘Rugby’den bahsettiği kısımda aslında farkında olmadan -bilinçaltı- kendinden, hatta oyundan bahsediyor, dedik. Rugby ve onun ifade ettiği şeylerden yola çıkarak hayatın irrasyonel kuralı üzerine konuştuk biraz. Hedeflediğimiz şeye dümdüz bir şekilde varamıyoruz, varış çizgimiz planladığımız gibi dümdüz ve kusursuz değil. Hayatta hiçbir şey planladığımız hesapladığımız gibi olmuyor birebir, akışa bırakmak, tesadüf ve şanstaki potansiyelleri kullanmak gerek. Tasavvuf ve yogada olduğu gibi, ya da neoliberalizmde olmadığı gibi. Zein’ke’nin “İyiler kim kötüler kim, belirlemek lazım” repliğinde belirttiği üzere sistem, hesap ettiği gibi olacağını, her noktasını kontrol edebileceğini, hakim olabileceğini sanıyor ve bir şeyleri belirlemek, kategorize etmek, ayrıştırmak üzerine çalışıyor.

Ka: “Tanımlayan, iktidardır.”

Zein’ke ve Na’aba’nın aralarındaki ilişkiye, kurdukları iletişime ve kaynağına baktık.

Ka: “Yazar, ‘Gergin olan karşıdakini duyamaz, ben bunu somutladım’ der gibi sanki.”

Replikler üzerinde arkeolojik kazı yaptık biraz. Ne söylemek istediklerine ve o sözlerle ne yapmak istediklerine ve gerçeği nasıl manipüle ettiklerine baktık. Yine ve yeniden Na’aba’nın hilelerini keşfettik.

Ka: “Kesin numaracı ya, aktör. Hollywood senaryosu oynuyor.”

Shaine’in gelişinin onlarda yarattığı etkiye ve bu etkinin ilişkilerine, iletişimlerine nasıl yansıdığına baktık. Karşılaşılan şeyin büyüklüğünün yarattığı etki ve tavır üzerine konuştuk. Ondan ve onun gelişinden bahsetmek hiçbiri için kolay değil, bu karşılaşma hoş olmayan şeyleri hatırlatıyor ve bununla yüzleşmeye itiyor onları.

16.15’te bir mola verip yarım saat sonra çalıştığımız iki sahneyi tekrar almak üzere döndük stüdyomuza. Provaya başlamadan önce “merhabayın” kelimesinin nereden ve nasıl ve neden çıktığını sorgulayan ve sorgulatan Ka öncülüğünde uygarlıklar, Göbektepe, Antik Yunan, Batı/Doğu, estetik anlayış…gibi konulara değinip son kertede memleket muhabbetiyle küçük komikli anlar yaşayıp başladık provamıza. İlk iki sahneyi baştan sona aldık, çalışma arasında bir ara Ka fonda Ahmet Kaya şarkısını açtı, bunun üzerine prova bitiminde Ahmet Kaya, müzisyenler, müzik, politika üzerine konuşup saatimiz 17.51’i bulduğunda sonlandırdık provamızı.

 

Günün Tavsiye Edilen Kitabı:

Muhafazakar Kentin İnşası, Gencay Serter

 

Hoşça kalın

 

 

 

17.12.2018 – Pazartesi

Merhaba

Saat13.02’de toplandık salonda. Bugün büyük salondayız, ol-ley. Kentleşme, şehir üzerine konuştuk biraz, Türkiye gündemine ve politik-ekonomik konulara da dokunmadan geçmedik. Derken 13.32’de Ezéchiel ve Zein’ke’nin sahnesiyle başladık çalışmamıza. O sırada genel müdür yardımcısı Sare de provamızı seyretmeye geldi, pembemsi ve kocaman gözlü elbisesiyle.

 

Biraz mizansene baktık, Ezéchiel’in halet-i ruhiyesi üzerine konuştuk sonra. Duygusal olarak hiç büyümemiş olması, üç yaşında olması, baş edemediği durumlarda devreye soktuğu bir tür savunma mekanizması aslında, sıkıştığında durumları buradan çözüyor. Gel-gitin de ötesinde doruklarda yaşadığı bir dengesizlik var çocukta. Her an dönüşüp, tam tersi hale bürünebilecek bir potansiyel var. Kaynağında yaşadığı travmatik durumların ve tanığı olduğu çirkin görüntülerin de etkisinin yanı sıra belki de modern zamanların getirdiği bir durum bu, dedik. Çünkü Ka’nın dediği üzere Hamlet ya da Macbeth’in oyunsu git-gellerinden çok daha öte bir hal söz konusu burada. İki uçlu, patetik, sınırda davranışlara sahip Ezéchiel. Patlamaları ve krizleri var, bu anlar kendisine “Ezéchiel” denildiği anlarda belirgin olarak nüksediyor mesela. Çünkü asla yüzleşemeyeceği bir fotoğrafı hatırlatıyor, hatırladığı anda yok olacağı kendi dünyasının kıyametini çağıran bir fotoğraf. Bundan kaçmak için var gücüyle “sadece küçük bir melodi” yani Ezgi olmayı istiyorken, birilerinin ona Ezéchiel diye hitap etmesi onu bambaşka bir noktaya götürüyor mental ve dolayısıyla davranışsal olarak, aniden tepkileri dönüşüyor ve uç boyutlarda davranışlar sergiliyor. Bunları konuşup devam ettik. Zein’ke’nin kardeşi Ezéchiel’e hikâye anlattığı kısım için bir nevi işkence, dedik. Sonra sonuna geldik ve oyunun sonunda Shaine’ın düşüncelerine, hangi bilgilere sahip olduğuna ve bunun doğurduğu tavra baktık.

 

Eh, bi sigara molası verilir diyerek 15.05’te ara verip, 15.25’te döndük sahneye. Na’aba’nın göz hikâyesini anlattığı yerden başladık çalışmaya. Hikâyetinin temsil ettiği imaya baktık. Sonra ‘acı’ dolu sözlerle politik sızlanmalar,“sen neredeydin!?” adlı şiir eşliğinde halka seslenmeler, havaya karışan sahte-çılgın feryatlar, Ahmet Kayalı korolar, insan öldüren aşırı inanmışlıklar… derken komikli birkaç anın ardından devam ettik provamıza. Zein’ke’nin tavrına, kurduğu dile ve buna inanmışlığına, bunun yarattığı durumlara, bizdeki ve Shaine’daki karşılığına baktık. Sonra Göz hikâyesinin olduğu sahneden sonuna kadar tekrar alıp saatimiz 17.13’ü bulduğunda son verdik provamıza.

Hoşça-kalın

 

12.12.2018 – Çarşamba

Merhabalar

Bugün büyük salonda çalışacak olmanın verdiği naif mutluluğumuzla başladık güne. Saatimiz 13.00’e yaklaştığında sahnemiz nasıl olacaksa yaklaşık o şekilde ayarlayıp, dekorların markesini yerleştirdik. Sonra dekor ve kostüm üzerine konuşup, giysi ve aksesuarların ne olabileceğine baktık. Belirlediklerimizi haftaya temin edip bir prova alacağız, tüm bu envanter ve onların yarattığı etki oyuncuya jest anlamında çeşitli imkanlar tanıyor çünkü.

Ezéchiel (Aynı zamanda Ezgi) ve Shaine sahnesiyle başladık çalışmaya. Ka, Gurur’a oynadığı Ezéchiel karakterinin en sevdiği şarkıcı ya da politikacının kim olabileceğini sordu. Bu bilgiler bizim için jest kullanımı açısından önemli bir yere sahip. Örneğin hangi müzisyeni seversek onun jestlerini de seviyor, benimsiyor, en azından sahiplenebiliyoruz. Sevdiğimiz, ilgi duyduğumuz şeyler bizim içimizden, bize ait, bize dair şeyler ve bir anlamda bizi belirliyor, varlığımızın, bütünün bir parçası oluyorlar. O şeyi seviyor oluşumuzun bir anlamı var, bize işaret eden bir şeyler var onda yahut bizde onun taşıdığı şeylerden parça var. Dolayısıyla sevdiğimiz sanatçının jestlerini taşıyor da olabiliriz. Oyuncu da dışa vuracağı, onu tanımlayan jestleri buralarda keşfedebilir, diye konuştuk. Böylece jestlerin içinde gizlice bulunan yerleşik kavramları, halleri, kötülüğü gösterebiliriz.

Ka: “… dışa doğru açılırken birinin maskesiyle açılmak… Kendi olmak bir başkasının ardına gizlenmekten geçiyor olabilir ergenken.”

Jestler, dışa vurum, beden gibi kavramlar bu oyun için önem arz ediyor, dans-vari bir oyun olacak gibi. Bi’ Shaine karakteri diğerlerinden farklı olarak daha durağan, daha içsel olacak, kuvveti karından, merkezi yerden alacak. Bunları konuştuktan sonra sahneyi çalışmaya başlamışken, büyük salona geçmiş olmanın büyüsüyle ve mekânın yarattığı küçük aydınlanma ve şaşırmalarla tepki veren Timur’un ağzından, kaldığı etkinin söze dökülüşü gözlerden kaçmadı.

Timur: “Sanki güzel oldu gibi…”

Bu sevimli keşifle gülüşmeli bir an yaşayıp ardından çalışmaya devam ettik. Denetleyemediği bir coşkusallığı var çocuğun, bunu nasıl dışa vurduğunu araştırdık. Verdiği tepkilerdeki iniş-çıkışları, ani yükselmeleri, travmanın nüksedişleri nerelerde ve nasıl açığa çıkıyor ona baktık.

Ka: “Herkes kendi içindeki barbarı çıkarmaya hazır, tepeye giden yolda.”

On beş dakikalık bir aranın ardından 15.10’da Na’aba’nın sahnesiyle devam ettik çalışmamıza. Babasının başarısından mutlulukla bahseden, ona adeta öykünen bu adamın hilebazlığını nereden aldığını görebiliyoruz burada. Babadan oğula nesil bunlar. Fakat babasının yaptığı sihirbazlık, üçkağıtçılık ya da şov, ne dersek diyelim neticede tüm bu numaralar “sadece yemek” içinken, daha çok hayatta kalabilmek içinken, Na’aba’da durum bunun çok daha ötesinde. Sınırlar kötülükle zorlanmış bir biçimde. İkisi arasındaki fark için aynı zamanda iki sistem (kapitalizm-neoliberalizm) arasındaki fark, diyebiliriz.

Bir sonraki sahneye, Ezéchiel ile Zein’ke’nin sahnesine baktık. Aralarındaki enerjinin, metronomun ve dolayısıyla içinde bulundukları halin zıtlığı ve bu durumun doğurduğu iletişime baktık. Ezgi’nin keskin dönüşlerinden, Zein’ke’nin negatif olandan beslenmesinden, korkunç sakinliğinden ve bu tavrının Ezéchiel üzerindeki etkisinden, aralarında oluşan ilişki ve iletişimin geçmişteki hangi karanlık noktaları çağırdığından bahsettik.

Derken saatimiz 17.38’i bulduğunda sonlandırdık provamızı. Yarınki provamız iptal, cuma Yeşim Hocamızla namaste’li başlangıçlar yapacağız.

 

Hoşça kalın

11.12.2018 – Salı

Merhabalar,

Saatimiz 13.03’te pasif kondüsyonumuzla başladık beden çalışmamıza, su samuru sürünmeleriyle ‘karın kasından çeke çeke’ devam ettik. “Bir kas ne kadar güçlüyse o kadar yumuşakmış ve esneyebiliyormuş” dedi Yeşim Hocamız, yeni bilgi altındır. Bilgilenmekle kalmayıp esnedik, yanları çalıştırdık, açtık-gerdik. Müzik eşliğinde koreografi çalıştıktan sonra, -elbette- mekikler çekildi ve soğuma faslı ile çalışmamız sona erdi. Yarım saatlik soluklanmanın ardından 15.01’de Ka ile başladık provamıza.

Dün kaldığımız yerden devam edip Na’aba (Timur Acar) ve Shaine’ın (Ebru Aktaç) sahnesinden başladık. Aralarındaki ilişkide fiilin tutmak, çekmek, itmek ve bırakmak eylemlerinden hangisi olduğu üzerine konuştuk. Shaine karakterinin oraya gelme, orada bulunma nedenini konuştuk. Yine bir arkeolojik kazı ile cümlelerin altında yatan nedenleri, imaları, düşünceleri ve dolayısıyla karakterlerin tavırları üzerine konuştuk. Hatun güçlü; biliyor, sorguluyor ve bunu kararlılıkla yapıyor. Bu halinin karşı taraftaki etkisini araştırdık.

Na’aba karakterine gelince, onun “soytarı”lığından dün bahsetmiştik zaten. Tam bir gözbağcı, bir şeyleri önce kendi için gerçek kılıp sonra karşı tarafa inandırıp bunu onun iyiliği için yapıyormuş gibi lanse ediyor, oysa elbette her şey kendisi için. Kötü eylemlere azmettirici tavrını çeşitli süslerle kapadığı gibi bunu da kapamaya çalışan büyük bir şovmen. İşi gücü yalan anlıcaanız. Sonra bir kadını hatta bir insanı güzel/çirkin diye yaftalamanın faşist bir zihniyetten farkı olmadığını ve bu ayrımcı kafa yapısının, kendisinin nelere yol açacağını, bunun oyundaki izleri üzerine konuştuk. Na’aba’nın Shaine’a karşı tavrına, yaklaşımına, ona ne yapmaya çalıştığına baktık. Hareketlerinin doğasında bi’ ‘kaya sansarı’ hali var, dedik. Sürekli ‘gösterme’ halinde olan kötü bir oyuncu da diyebiliriz. Bedenden çıkan sesin maske halini almasından bahsettik. Shaine da ise gitmiş olup yıllar sonra dönmenin verdiği dışarıdan bakma, görebilme ve oradaki dili çözme durumu var. Görüyor ve onlara onların diliyle yaklaşmıyor, bilmedikleri bir yerden yaklaşıyor. Duruyor, bakıyor, konuşturuyor.

Ka: “Kandırmak için fazla hareket gerekiyor, kadınsa durağan.”

Konuştuklarımızın ışığında sahneyi bir kez daha çalışıp bu çalışmayla birlikte göz meselesinin farklı noktalarını keşfettik,17.57’de sonlandırdık provamızı.

 

Hoşça-kalın

 

10.12.2018 – Pazartesi

Merhabalar,

Cuma günü verdiğimiz aranın ardından 13.10’da Yeşim Hoca’yla ısınmamıza başladık. Açmalar, germeler, gerinmeler, gerek bilgi gerek geyik içerikli muhabbetler derken en güzel uyku açan hareketimize, popo üzerinde geriye doğru zıplamaya geldik. Akabinde başladık suprayyayyayzlı dansımıza. Beyoncé ile Helo’muzu verdik sonra. Ön batman yan batman derken Gurur’un kendini bu konuda geliştirdiği gözlerden kaçmadı. “Bir saat dans dersi almış!” diyen Timur’un da kuğu gibi süzülüşü objektiflerimize yakalandı elbette. Sürünmeden bırakır mıyız? Yerde ısındıktan sonra mekikler çekildi ve Yeşim Hoca’nın deyimiyle “alın teri değil, toto teri!” ile sonlandırdık beden çalışmasını.

15.00’te Ka ile devam ettik provamıza. Geçen hafta ödev olarak verilen Jung’un Dört Arketip’indeki “Hilebaz Figürünün Psikolojisi Üzerine” bölümü üzerine konuştuk.

İktidarın varlığını kavradığını gösteren ve onun kuvvetini alaşağı etmeye yönelik bir faaliyet gösteren bi’ figür hilebazlık. Topluluğun bir mekânda buluşup ortak bir faaliyet ile ortak bir iyi/kötü oluşturması öte yandan. Geçmiş zamanlarda kiliselerde, karnavalcılar iktidarın şiddetiyle dalga geçerek, kardinal ve kralın egemenliğin alt üst ederek bir tür sağaltım yaşıyordu, oysa bu durumun yasaklanması yıkıcılığı beraberinde getirdi. İçimize alıp, sağaltım mekanizmasından yoksun olduğumuz için biz ona dönüşmeye başladık. O zamanlar, topluluk bir mekânda buluşup ortak bir faaliyet içinde ortak bir iyi/kötü oluşturuyordu. Hilebazlar, iktidarın varlığını kavradığını gösteriyor ve bununla birlikte onun kuvvetini alaşağı etmeye yönelik bir faaliyet gösteriyordu.

Soytarı dediğimiz kimlik, aslında kralın gökyüzüne bakan tacını alaşağı edip, bükerek yere, yeryüzüne, boka doğru çeviriyor. Kilisenin, kardinalin yukarı yönlendirip insan olmaklığımızı unutturmasına karşılık, soytarı bedene, insana, insanî yönlere yöneliyordu, bunlardan bahsedip grotesk üzerine konuştuk biraz. Karnavalcılıkta da Puck gibi hatalar yaparak soyluların insanî yönlerini gösterme durumu var ve bunu herkesin anlayabileceği bir yerden “kalın bir akıl”la yapıyorlar dedik. Nasreddin Hoca da tam bir hilebaz aslında. Sınırları aşma, altı üstü, alt üst etme, padişahın yüceliğine tapınmama ve dolayısıyla onu alaşağı edebilecek bir yetki söz konusu dedik. Korku yok, bilmiyormuş gibi aptallıktan bir sataşma, sorma, iletişime geçme durumu var hilebazda, soytarıda. Tüm bu özelliklerin ve figürlerin oyundaki karakterlerle olan ilişkisine baktık sonra.

Ardından ellerde tekstler başladık oyunun başından itibaren çalışmaya. Zein’ke ile başlayan sahnenin öncesinde karakteri konuşturan şeyin ne olduğu üzerine düşündük. Konuşmasının gerekçesi, zihnindeki hareket ne ve neden bunları söylüyor bunu konuştuk. Hakikat olmayan şeyi hakikat haline getirip buna inanma ve inandırmaya çalışma durumu var hatunda, bunu belirledik ve bu düşüncenin, eylemin sağladığı imkânlar, yarattığı tavır üzerine konuştuk. Zihninin içinde yarattığı sanal görüntüyü gerçek kılmaya çalışıyor dedik. Evet, üzücü… Sonra konuştuğu çocukla olan ilişkisine baktık, oralarda metaforik konuşmalar ve yapay ses gerçeğe dönüşüyor dedik. Sonra repliklerindeki eyleyiş biçimine baktık, bu cümleleri kurarken nasıl, hangi fiille kuruyor? Tutmak, çekmek, itmek, bırakmak… Parçasında üç ayrı bölüm yani üç farklı sound var ve bu kısımların bu dört fiilden hangisine tekabül edeceğine, hangi bölümü hangi fiil ile eyleyebileceğine baktık. Dolayısıyla şeylerle ve çocukla kurduğu ilişkiye de bakmış olduk. Çocuğun neyi ifade ettiğine ve Zein’ke’nin ona karşı tavrına, nasıl yaklaştığına baktık. Sonra Na’aba ve Zein’ke’nin sahnesine döndük. Arkeolojik bir çalışma ile diyalogların altında yatan düşüncelere, isteklere, eylemlere baktık. Neler çıktı neler… Çıkan bilgiler ışığında ikilinin karakterini ve aralarındaki iletişimi daha açık bir şekilde görmeye başlıyorduk, nasıl illet bir ikili olduklarını, bilhassa Na’aba’nın… İnsanı çıldırtacak bir adam olduğunu, hilebazlığın adamda nasıl ve nerelerde tezahür ettiğini gördük. Tam bir cambaz. Neyse ki en suçlu erkekmiş, oh.

Ka: “Garılaağ suçlu erkek kapınıza geeldi!”

Suçu erkeğin kollarına gönül rahatlığıyla bıraktıktan sonra ferah bir nefes alıp sonlandırdık provamızı saat on sekizi altı geçe.

 

Günün “okusanız güzel olur” dediğimiz kitapları:

Kendini Aldatma, Herbert Fingorette

François Rabelais ve Ortaçağ- Rönesans Halk Kültürü, Mihail Bahtin

 

Hoşça kalın

6.12.2018 – Perşembe

06.12.2018

Merhabalar

Saatimiz 13.00’te başladık provamıza. Oyunumuzla ilgili olan konular üzerine konuştuk önce, İnsanın yaşam alanı benliğini etkiliyor. Örneğin betona baktıkça ondan etkileniyor ve onun varyasyonlarını taşımaya başlıyoruz. İlk zamanlar toz, toprak, çamurdan daha temiz, hijyenik ve medenî gelen ve belki tam da bu şekilde meşrulaştırılan betonlara… Hayvan bilgisi: canlı bilinci yok olmaya başladıkça rahatlıkla hayvanları telef edebiliyoruz; bitkinin duyardan yoksun olduğunu düşünüyoruz, insan dışındaki canlıları canlı olarak saymadığımızdan. Halbuki bi hareket var bitkide, dolayısıyla koparıldığında canı yanıyor. Ekonomik cazibesinin çekimiyle İstanbul’a göçler olurken, insanlar bir zamanlar yaşadığı memleketine döndüğünde, orada artık hiçbir şey eskisi gibi olmadığı için kendine ait bir şeyler bulamıyor, hatıralarına erişemiyor. Bunun yitimi bile bireyin değersizleştiğinin bir göstergesi. Doğa, sanat gibi müştereklerimiz var, bunların çevresinde toplanıp onları korumanın üzerine gitmek gerekiyor. Durumları, olayları herkes kendi bireysel alanından değerlendirdiğinde bir sorun yok çünkü zamanla alışkanlığa dönüştüğünde ve herkes o şeyi gerçekleştirmeye başladığında problem çıkmaya başlıyor. Büyük resmi gösterecek bir aygıt olmadığından bu durumu idrak edemiyoruz belki. Sonra İstanbul’a göçlerin tiyatro üzerindeki etkisi üzerine konuşurken, mazide kalan tiyatro anılarına da değiniverdik, o sırada travmalar nüksedince,

Ka: “Biz bunları baş başa mı bıraksak…” diye bir düşünüverdi.

Sonra toparlayıp aldık teksi elimize, başladık sahne çalışmamıza. İlk sahne olan Zein’ke’nin sahnesinden başlamak üzere sıvadık kolları. Fakat öncesinde Ezéchel (yani Ezgi) karakteri üzerine konuştuk, diğerleriyle ilişkisine ve onların tutumuna baktık.

Ablası Shaine’ın dönüşü, hatta oradaki varlığı Ezgi’ye olumsuz şeyleri de hatırlatıyor. Yeteri kadar bireysel güce sahip olamadığı için bunu aşabilmek için en tepede olmanın isteğiyle Miss Lorepeni olmayı arzuluyor bi taraftan da. Bu isteğin başlangıçta nasıl sonuçlanacağını bilmezken oyunun sonunda görüyoruz zaten, burası sürprizli. Zein’ke’nin bir iktidar olarak manipüle edebilmesi için bir nesne, bir maşa gibi gördüğü Ezgi’yi nasıl güçsüz kıldığını, edilgen bir hale getirdiğini ve bunun sonuçlarını, Ezgi’nin üzerindeki etkisini konuştuk. Karakter ve durumu günümüz kuşağına da bir şeyler söylüyor öte yandan.

Ka: “İnsan tekinin kendini güçlü hissetmesi zaten mesele, dışarıdan enjekte edilen bi’ şey onun kendi kendini güçlü hissetmesi kadar kuvvetli etki etmiyor.”

O gücün de aslında temiz olmak ve kalabilmekten geldiğinden bahsettik. Oysa Ezgi, dışardan nasıl bir kuvvet gelirse ona göre savruluyor. Shaine’ın sürekli gördüğü o küçük çocuk da bir taraftan gelecek kuşak. Ezgi ne yaparsa küçük çocuk da onu yapacak aslında ve çocukları kurtaramazsak doğayı da kurtaramayacağız. Shaine’ın ticaretini hangi koşullar üzerine kurduğuna baktık, kapitalist değil çünkü ortada seri üretim, fabrikasyon, sömürülen emek durumu yok. Oyunda geçen bir diğer ekonomik model olan neo-liberalizm ise yazarın desteklemediği bir model. Oyunda bu modelin beraberinde getirdiği şeylere aslında dünyanın her yerinde rastlamaktayız, bunu konuştuk. Yol yapıyorlar ama yaşamalarına engel, çocuk özgürce oyun dahi oynayamıyor.

Sonra Ka provanın arasında bir ara sahneden çıkan Timur’un arkasından Atakan’a “Şu kapıyı bi kitlesenize…” dedi, Atakan kapıyı kitledi, zaman geçti, Timur gelip kapıyı açtı. Evet açtı, hiç kitlenmemişçesine ve biz de kendi içimizde küçük eğlenceler yaşamamızla kalıverdik. Arada küçük şakalar da yapmıyor değiliz, evet.

Sonra oyunun illet ikilisine, Zein’ke ve Na’aba’nın sahnesine baktık. Kendilerini nasıl akladıklarına, travmaların nasıl su yüzüne çıktığına ve sonra nasıl bastırdıklarına, tüm bunların aralarındaki diyaloğun tavırlarına nasıl yansıdığına baktık. Atmacanın Zein’ke’nin gözünde iktidarın mutluluk görüntüsü olduğunu, onda neler uyandırdığını konuştuk. Shaine ve Ezgi’nin sahnesine döndük sonra. Sahnede geçen “çocuk”un ne anlama geldiğine baktık, bir çocuk konuşmuyorsa orada problemli aile ilişkileri mevcuttur dedik. Shaine’in kuvvetli sezgilerine de değinmeden geçemedik, hatun “sezgisel-imgesel”. Ezgi karakterinin git-gellerinin, iniş çıkışlarının ve yüksek hallerinin kaynağına, nasıl dışa vurulabileceğine baktık. Miss Universe fantezilerini neden bu denli heyecan ve coşkuyla paylaşıyor, bunun nedenini irdeledik. Oyunun illet ikilisi olan Zein’ke ve Na’aba stratejist davranıp zamana hükmedebiliyorken bu çocukta öyle bir kuvvetin olmadığı, ‘henüz’ masumiyetini o denli kaybetmediğini söyledik.

Ka: “… strateji uğruna ya Rab ne güneşler batırıyor.”

Diyerek saatimiz 17.30’u gösterirken sonlandırdık provamızı, pazartesiye, elimizde ödevlerimizle güzel bir başlangıç yapmak üzere.

 

Günün “okusanız güzel olur” dediğimiz kitabı

Katip Bartleby, Herman Melville

 

Hoşça-kalın

 

 

5.12.2018 – Çarşamba

Merhaba

Saat 13:00’te Yeşim Hoca’yla masum beden çalışmamıza başladık. Al nefesi, ver nefesi, gelsin plieler, gitsin riselar… Çaktırmadan yaptırılan tworkler, neşeli titremeler, Miss Lorepeni yürüyüşleri, var gücüyle atütü(?) yaparken neredeyse kası yırtmalar, yerde swingler…

Yeşim: “Anladık mı? Sorun var mı?”

Timur: “Yoo… Hafızada yapıyom ben onu.”

Yerde kalmaya devam ederek bartenieff fundamental tekniğin huzurlu akıcılığına bıraktılar kendilerini. Sonra klasik bir “yerde popo ile zıplayarak hedefe en hızlı kim varacak?” yarışı yapıldı. Elbette ufak tefek sızlanmalar oldu, sonra daha zorlu bir açma-germe faslı ile daha bi güzelleştiler. Ortapedik neşeli ayaklar muhabbeti de yaptıktan sonra bi güzel mekikleri çekip streching ve kalça öldürme ile sonlandırdık beden çalışmamızı. Yirmi yedi dakikalık bir soluklanmanın ardından stüdyomuza döndük ve Ka’nın ufak bir mesel paylaşımının ardından Jung’un hilebazlık arketipine dair yazısının olduğu bir fotokopi dağıttık, pazartesiye kadar okunacak. Kötülüğün nedenleri, insanın belli hallerine göndermeler var.

Shaine (Ebru) ile Ezgi’nin (Gurur) sahnesine geçmeden evvel, Ezgi yani Ezéchiel karakteri üzerine konuştuk. Yazarın da belirttiği üzere, Ezgi fark etse de etmese de gey ya da biseksüel. Önce bu bilgi oyuncuya oynama hali adına nasıl bir imkan verir, bu bilgi ile ne yapılabilir onun üzerine konuştuk. Gey denildiğinde aklımıza gelen kavramları sordu Ka.

Ka: “Asistanlar fazla huzurlu, önce oraya soralım, orası bi mutlu çünkü…”

Herkes aklına gelen kavramları söyledi, açıkladı ve bunlar üzerine konuştuk. Fransızca’da gey anlamına gelen “neşe” kavramı önemli bir nokta mesela. Bu ve diğer kavramlar oyuncuya tavır olarak ne verebilir buna baktık. Çocukta naiflikten sertliğe doğru bir yolculuk var, kendi cinsel kimliğini inşa edemeyişi, dik duramayışı onu sertliğe itiyor. Shaine ile karşılaştığında onunla ne türden bi ilişki kuruyor, onda ne buluyor, neden ona her şeyi anlatıyor ve neden ona “ablam” diye hitap ederek onu sahipleniyor? Görmediği bir şefkat görüyor onda, belki içinde bir kimlik ya da sığınacak yer aramasından kaynaklı da olabilir, dedik. Naif, neşeli, feminen olanı oyuncu bize nasıl gösterir, gizli ama kendinde kuvvetle var olan şeyi göstermenin neredeyse mümkün olmadığı bir ortamda nasıl göstermeyi tercih eder, bunun üzerine düşündük.

Ka: “Göstermediğin şey yaptığın şey değildir.”

Ezgi karakterinin yaşadıklarına, maruz kaldığı tüm o negatif durumlara dikkat çektik. Yalnızlık, şiddet, hiçbir şeyinin olmayışı ve birden bire mala mülke boğulmasının yarattığı dengesizlik hali… Gay olması bir anlamda pozitife doğru istekli olması demek, bir duygu, duyarlılık talebi aslında. Kendini bir başka yerde konumlandırıp genel ve hakim kimliğin dışına çıkması dolayısıyla toplumda öteki olması, iktidara karşı olması ve topluma direnç göstermesi demek. Oradan çıkmak, dışarıya doğru gitmek isteği var ve bunu yapamadığı için bir kaçış olarak yanlış da olsa Miss Lorepeni’ye katılmak istiyor, müzik yapıyor, bateri çalıyor, baskıladığı tüm enerjiyi atabildiği, gürültülü bir alet olan bateriyi. Oynama halini bateriden yola çıkarak düşündük, ritmi, atakları, temposu ile. Geçişleri hızlı, şiddetli diyebiliriz ama kırılgan da bir arkadaş kendisi, döndük Shaine karakterine, kendisi ‘orada’ kalıp oradakiler gibi olmamak için gitmeyi tercih ediyor. Güçlü bir hatun vesselam, eylemi gayet net, Ka’nın deyimiyle Nietzche’nin üstinsanının seçebileceği kadar güçlü bir eylem. Gitmeseydi, ya susup nimetlerinden faydalanacaktı ya da öldürülecekti. Yerleşik olacaktı orada, tüm o kötülüklerin içinde, tüm o kötülüklere ortak olarak.

Tüm bu konuşmaların ardından ayaklanıp sahneyi çalıştık. Diyalogların altında yatan düşünce ve duygulara, karakterin tavrına ve aralarındaki ilişkiye baktık. Derken ‘bize ayrılan sürenin sonuna gelip’ saatimiz 17.20’yi bulduğunda sonlandırdık provamızı.

Ka: “Öyle işte, daha iki sayfa gidemedik.”

Timur: “O nasıl bi’ oyuncu germe yöntemidir…”

Cicim aylarının verdiği gülüşme halleri.

Günün “okusanız güzel olur” dediğimiz kitap tavsiyesi:

Dört Arketip, Carl G. Jung

 

Hoşça-kalın

4.12.2018 – Salı

Merhabalar,

Saat 13.00’te başladık provamıza. Şınavlar, mekikler, kısa ısınmalar ile hazırlanırken oyuncularımız, biz de domateslerin inorganikliğine veryansın ettik ve sonra Gurur’un saç-sakal değişimi üzerine ufak bir fikir fırtınası da yaşadık.

Timur: “Saç, bu çocuğu çok değiştiriyor abi…”

Biraz da prova anılarından konuştuktan sonra oyundaki sahne düzeninin nasıl olabileceği ve oyuncuların sahnedeki konumu, girişi üzerine konuştuk. Hem oyunun dekoru hem de arka planı olarak çağın en öncemli ideolojik aygıtı olan televizyon üzerine konuştuk. Oyunda geçen Miss Lorepeni, tv yayıldığı için var zaten, bundan besleniyor ve ondan daha iyi uyuşturan, asimile eden aygıt yok. Kitaplar ve yayınevleri üzerine iç burkan bir muhabbetin ardından tam provaya başlayacaktık ki, Ebru’nun kayıvermesi üzerine ‘yerlerimiz kayıyor yalnız’ı fark ettik. Kendimizi incitmeden kendimizce eğlendik kaygan zeminin üzerinde, “güzel buz hokeyi olur ha…” larla “allah allah, yerleri de suyla sildik aslında ama…” gibi tereddütler arasında gidip geldikten sonra, arada deterjanlı su ile silmek konusunda anlaşıp bu mevzuyu da kapamış olduk.

Zein’ke’nin burcu üzerine fikir yürütüp “E madem öyle bir ödev” diyerek işin zevkli kısmına merhaba diyerek tek tek basarak bade süzerek ödevler dağıtıldı. Oyuncular karakterlerin burçlarını ve yükselenlerini bulup, gerekçeleriyle birlikte açıklamak suretiyle yazarak gelip anlatacaklar. Bunun haricinde, tanımak adına karaktere soracağımız diğer soruları da belirledik.

Porsuk bölümünün bir kısmından bahsettik, göçebe değil de toprağın bilgisinin bir benlik yarattığına dair olan bölüm. Atalarına mecâzi olarak değil somut olarak bağlı olmaktan bahsediyor bölümde. Oysa biz artık mecâzi boyuttayız, diğer imkan elimizden alınmış durumda. Sistemde ayakta kalabilmek için sürekli göç etme durumundayız. Yerinde yaşayıp ölme, atalardan gelen bilgi aktarımı, varlık bilgisi yok. Dolayısıyla kimse kimseye değer de veremiyor. Bir de kitap doğadaki hayvanların avlanıp birlikte yaşamasını da restoranlara benzetiyor. Bu benzetmeyi anlatan Ka, kimseden herhangi bir dönüt alamayınca, “oğlum aynı kitabı okumuyor muyuz?” diye sorguladı.

Ka: “Okusalardı çok iyi oyun olacaktı…”

Gurur: “Ya abi yedi kitap okudum bi şu kitabın porsuk bölümünü bitiremedim…”

derken aldık tekstlerimizi elimize, başladık oyuna Zein’ke ile. Ara ara bölerek kadının hali, tavrı ve düşüncesi üzerine konuştuk. Zor bi kadın valla. Git-gelli tonlamaları var. Ataklı haller falan. Girişindeki repliklerin nasıl olabileceğine baktık. Sonra bu bölümü tamamladıktan sonra yirmi dakikalık bir ara verdik. Dönüşte Ka “tiyatronun, temelde topluluk fikri olduğundan” bahsetti.

Ka: “Bu arada ben sabahları düşünüyorum.”

Koffi bu fikri de barındırdığı için oyunlarında seyirciye yöneliyor, bu oyunda da öyle. Seyirci topluluğa dahil olduğunu, ait olduğunu, topluluğun içinde olduğunu hissedebilmeli çünkü. Tiyatro temelde topluluk olma fikri ve isteği güttüğünde, bunu hayal ettiğinde tiyatro olabiliyor. Bir meseleyi ortak bi şekilde seyirciyle birlikte anlayabilmek önemli, aksi takdirde bir anlamı yok. Bunları konuşmanın ardından ikinci bölümü çalışmaya geçtik. Na’aba ve Zein’ke’nin bölümünde, aralarındaki ilişkinin nasıl olduğuna baktık. Bizim için bir kurtarıcı olan Shaine’ın gelişiyle büyülenmiş, acısı ve korkusu depreşmiş Na’aba, bir mucizeyle karşılaşmış gibi şokunu aktarırken Zein’ke korkusuyla bu duruma direniyor ilk etapta. Beklediği ama zamanını kestiremediği bir durum gerçekleşmişti artık, bu bilgi ise işine gelmediği için duyularını kapatıyor ilk etapta ancak sonra birbirleriyle iletişime geçmeye başlıyorlar, oralarda nasıl bir diyalog kuruluyor buna baktık. Sonra üçüncü bölüm olan Ezéchel’in parçasının ardından Shaine ile Na’aba’nın bölümüne baktık. Aralarında nasıl bir ilişki olduğunu, birbirlerine karşı tavrını çalıştık. Na’aba’nın bir hilebaz arketipi olduğundan bahsettik. Adam tam bir hilebaz. Düşman başına.

Son olarak diğer bölüme, Ezéchel ile Shaine’ın sahnesine de baktıktan sonra yarın daha detaylı girmek üzere bugünkü provayı sona erdirdik.

 

Günün “bi göz atıverebilirsiniz” dediğimiz kitapları:

Hep Yuvaya Dönmek, Ursula Le Guin

Mülksüzler, Ursula Le Guin

 

Hoşça kalın

3.12.2018 – Pazartesi

Merhabalar,

Ayaklanmalı ilk provamızı almış bulunduk bugün. Tüm okuma provalarının, oturmalı-konuşmalı provaların sonuna gelerek ayaklandık artık ve başlasın sahneli heyecanlar.

Saatimiz 13.00’ü gösterdiğinde oyuncular Yeşim Hoca’yla tatlı işkencelerine başladı. Azıcık sancılı geçen beden çalışması faslına bizler (asistan ve stajyerler) dahil olamadık, o sırada Ka bize prova sürecinin nasıl olacağını anlattı. Bu süreçteki rollerimizi, neler yapacağımızı konuştuk. Biraz da sohbet ettikten sonra saat 14.50 civarı Yeşim Hoca’nın yukarı çıkmasıyla anladık ki oyuncuların zorlu süreci sona erdi. Beden çalışmasının sona ermesiyle on beş dakikalık bir ara verip daha şefkatli bir provaya adım attık. Hayvan Olmak kitabı üzerine konuştuk, çünkü haftanın üç günü (pazartesi, çarşamba, cuma) yapılacak olan beden çalışmasını bu kitap üzerinden yürütmekteyiz. Her hafta kitabın bir bölümünü ele alıp o bölüm üzerinden bedensel bir çalışma yürütülerek söz konusu bölüm deneyimlenecek. Deneyimlemekten kasıt, ‘görme’den ziyade, koklama, tatma, işitme duyularını öne almak yani birinci organ burun olduğunda bu organın öncelikli oluşu bizde ne türden bir deneyime olanak sağlayacak, bunlara bakacağız. Duyguları hiyerarşileyip buna göre bir çalışma yürüteceğiz. Çünkü gündelik yaşamda bizler sadece görüyoruz, oysa diğer duyuları öne almanın da bize kazandıracağı çok şey var, bilhassa bu oyun için oyunculara oynama imkanı tanıyacak diğer duyular var ve prova sürecinde bunların nasıl çalıştığına, etkilerine bakacaklar. Bedenli bir hayata geçerek bu deneyimlerin pratikte ne kazandıracağına bakacaklar.

Evet, oldukça heyecanlı.

Ka: “Biz görmeyi bir olanak gibi tanıyoruz, ama göz de bizi hapsetmiş olabilir.”

Hayvan Olmak kitabının ilk bölümünde geçen porsuk hayvanının nasıl olduğu, deneyimleri ve bunların bizim deneyimlerimizden farkı üzerine konuştuk. Algı biçimleri bizimkinden farklı, bizim duyarlılıklarımız kapanıyor zamanla. Algıdaki açıklık düzeyleri de bizimkinden farklı, zaten En fazla yirmi megaherz duyabilen insan altmış megaherz olan hayvanın sınırını algılayamaz mesela. Duygulanım olarak oyunculara ne yaptığı üzerinde konuştuk. Zavallılaştığımızı, kendine yetmekte zorlanan aciz bir varlık gibi hissettirdiğini söylediler. Yazar ise porsuğa şaman diyor, dolayısıyla oyuncu diyor aslında.

Ka: “Oyuncu-rol ilişkisini anlıyorum porsuk bölümünden.”

Charles Foster’ın porsuğa gitme süreci, oyuncunun role gitme süreci gibi aslında, onu deneyimleme süreci ise oyunculuk. Hiç olmayacağımız bi şeyi deneyimleme süreci aslında. Doğada porsuğu deneyimlemeye çalışıyor, sürecin sonunda da yine şehre dönüyor. Oyuncu gibi, bir varlığın (örneğin Hamlet) nasıl olduğunu araştırma, onun dünyasından bakmaya çalışma, o varlığı deneyimlemeye çalışma ve bu dememe sürecinde kendinde de dönüşüm yaşama hali. Rol de onun alanına girdiğimiz, deneyimlemeye çalıştığımız ama tümüyle o olamadığımız bi şey, tıpkı Foster’ın deneyim neticesinde tümüyle porsuk olamaması gibi. Bir başka dikkat çeken nokta ise porsuk hayvanında burun ve kulağın ön planda olması. Ama “yerin altında bu göze ve o şiddete açık olsaydı dayanamayabilirdi” zaten. Duyularımız bi tür şiddete maruz kalıyor aslında. Dolayısıyla bu şiddeti azaltmak içinde yapılandırdığı bi şey. Kitabın porsuk bölümü bize şunu diyor biraz da: ‘Duyularını keşfet ve biraz çalış’. Biz de önce oyuna gitmek yerine bunlara çalışacağız, keskin duyulu olmak, diğer duyuları ön plana almak nasıl bi şey bunu da deneyimleyeceğiz.

Kötülüğün Felsefesi adlı kitaptan da söz ettik biraz. Kitapta kötülük; özgürlük, ‘eylemimi gerçekleştiriyorum’, eylemine sahip çıkmak, dolayısıyla kendini sevmek, her şeyi kendi istediği gibi istemek ve dolayısıyla ötekini sevmeme hali olarak geçiyor. Sonra rol kişilerinin öncelikli organının ne olduğuna karar verdik ve oyuncular bu organları temel alarak gezinip, bu duyunun ne hissettirdiğini, nasıl bir etki ve değişim yarattığını deneyimlemeye koyuldu. Na’aba’nın (Timur Acar) göz, Shaine’ın (Ebru Saçar Aktaç) burun, Ezgi’nin/ aynı zamanda Ezechiel karakteri (Gurur Çiçekoğlu) kulak, Zein’ke’nın (Ezgi Coşkun) öncelikli duyusu ise dokunmak. Ve başladılar bu duyuların önceliğini deneyimlemeye. Sahnede yürüyerek bol bol dokundular, kokladılar, gördüler, duydular… Arkadaşının ter kokusunu keşfedenler mi dersiniz, menteşeleri inceleyip “sert!” diye küçük bir aydınlanma çağına giriş yapan mı, çöp kutusuna vurup, “bunda vida var…” diye sorgulayanlar mı… İlginç deneyimler valla.

Neticesinde deneyimler üzerine konuştuk. Gözün manipüle ettiğinden bahsettik. Başka bi duyuya öncelik verirken görme duyusunu geri plana almış oluyoruz, çünkü dikkat dağıtıyor. Sonra hayat gibi, aksak, neşeli de olan Shaine’ın topallaması durumuna baktık, çeşitli yürüme biçimleri ve imkânlarına baktık ancak oyuncularımız beden çalışmasının gazisi olduğundan mütevellit pek de bakamadık. İlerleyen günlerde pratik olarak detaylıca bakacağız. Şimdilik ancak teorik olarak bu yürüme biçiminin anlamı ve nasıllığı üzerine konuşabildik. Sonra da Ezgi (Coşkun) Zein’ke’yi okumaya başlamadan evvel rol kişisi üzerine düşüncelerini anlattı, eylemleri üzerine konuştuk. Kötülüğün Felsefesi adlı kitapta Kant’çı kötülüğe denk gelen bir yer var, buna dikkat çektik. Kötülük yapmanın altındaki fikir şudur ki iyi-kötü hakkında bilgimiz vardır ve nesnel iyiyi değil öznel kötüyü seçeriz ama başka bi şey uğruna, kendi öz sevgimiz uğruna seçeriz ve onun iyi olduğunu savunuruz. Tıpkı Zein’ke’nin yaptığı eylemlerin arkasında durup onları “herkesin iyiliği için yaptık” motivasyonu ile savunması gibi. Kötülük, şiddet ve şiddetin dilinin ürettiği durumlar üzerine konuştuk.

Ka: “İyi olan şey, töz, kendini tuza gömmüş durumda.”

Ezéchiel karakterinin tavrı üzerine konuştuk. Diğerlerinin neden yana olduğu aşikar iken, bu çocuk son kertede eyleyene dek neden yana tavır alacağını kestiremiyoruz, bi’ tuhaf. Ezéchiel’in duygusal yapısı nasıl, aklı nasıl işliyor, Miss Lorepeni’yi isteyen bir çocuk nasıl biri, bunlar üzerine konuştuk. Karakterlerin birbirlerine bakışını, birbirleriyle ilişkisini konuştuk. Sonra elde tekst, başladık oyuna Ezgi (Zein’ke) ile. Tekst üzerinden rol kişisi üzerine biraz daha konuşup, şimdilik bir sızısı olmayan ancak yarınki provaya muhtemelen ufak tefek acılarla gelecek olan oyuncularımızla provamızı sonlandırdık (bu-daha-başlangıç).

 

Günün Tavsiye Edilen Kitapları:

Hayvan Olmak, Charles Foster

Kötülüğün Felsefesi, Lars Fr. H. Svendsen

Sıkıntının Felsefesi, Lars Fr. H. Svendsen

Yalnızlığın Felsefesi, Lars Fr. H. Svendsen

İmparatorluk, M. Hardt & A. Negri

 

Günün Tavsiye Edilen Filmi:

Leviathan, Andrey Zvyagintsev

 

Hoşça kalın