TORUN İSTİYORUM

ANNE Ben nerde yanlış yaptım acaba? Senin gelişen kişiliğini kullanma talimatlarına harfiyen uyarak yüksek ısıda yıkadım hep, üzerine en hassas deterjanları olması gereken miktarda döktüm. Senin bedeninin çarşafını hiçbir zaman yabancı renklerle bir arada atmadım makinaya,hiçbir şey sana başka bir renk vermesin diye. Dışarıya karşı bembeyaz ve lekesiz çıkacaktın ve seni böyle karşılayacaktı dünya. Senin erkeklik organının yakasını kolaladım, vicdanını jilet gibi ütüledim ve seni o yağlı iş önlüklerinin uzağına astım. Ben elimden gelen her şeyi yaptım. Ama sen başkalarının yağına bulaştın. Benim niyetimin yağ sökücü gücü bir işe yaramadı. Seni temizlemek istemiştim, ama mahvetmişim. Çünkü yağ lekelerin çıkmıyor. +18

Yazan: Thomas Jonigk

Çeviren: Sibel Arslan Yeşilay

Yöneten: Kemal Aydoğan

Sahne tasarımı: Bengi Günay

Koreograf / Kondisyoner : Yeşim Coşkun

Işık tasarımı: İrfan Varlı

Afiş Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç

Yönetmen Asistanı: Ferhat Asniya, Ahsen özercan, Berfin Orman

Sahne tasarımı asistanı: Didem Soy

Oynayanlar

ANNE: Nazan Kesal

OĞUL: Münircan Cindoruk

KLAUS LAGER: Caner Cindoruk

GELİN ADAYI: Aslı Samat

NORMA: Hülya Gülşen

RAHİP: Bülent Çolak

SUFLöZ: Ahsen özercan

Süre: 2 perde 100′

FRAGMAN

BASINDA ÇIKANLAR

13.3.2017 – Pazartesi
www.tiyatrodergisi.com.tr – Özlem Ünaldı

http://www.tiyatrodergisi.com.tr/kemal-aydogan-ile-torun-istiyorum-sohbeti.html

20.1.2017 – Cuma
İhsan Ata – Torun İstiyorum

http://www.tiyatronline.com/haberler/oyun-elestrisi/6594/bir-aile-oyunundan-cok-fazlasi-torun-istiyorum.html

8.11.2016 – Salı
Lifeartsanat.com – Yaşam Kaya

https://lifeartsanat.com/2016/11/07/kadinin-tarihsel-hukmu-erkegin-caresizligi-yasam-kaya/

2.11.2016 – Çarşamba
cnnturk.com – Betül Memiş söyleyişi

http://www.cnnturk.com/kultur-sanat/sahne/sikici-bir-sey-seyrettirmektense-yuhalanmayi-tercih-ederim

24.10.2016 – Pazartesi
ranini.tv – Merve Yıldırım

http://www.ranini.tv/ozel/19936/1/torun-istiyorum-aileden-topluma-dogru

20.10.2016 – Perşembe
www.tiyatrodergisi.com.tr – Meltem Arıoğlu

http://www.tiyatrodergisi.com.tr/2016/10/20/torun-istiyorum-bir-toplumsal-cinsiyet-kara-komedisi/

16.10.2016 – Pazar
Aykırı Akademi – Işıl Gerek

http://aykiriakademi.com/haber/haber-goster/620-moda-sahnesinin-yeni-kara-komedisi-torun-istiyorum.html

16.10.2016 – Pazar
Evrensel.net – Serpil Kılıç

https://www.evrensel.net/haber/293000/gulmenin-tuhaf-gerginligiyle-torun-istiyorum

7.10.2016 – Cuma
Artfulliving – Nazan Kesal Röportajı

http://www.artfulliving.com.tr/kultur-ve-yasam/bir-insanin-sistemin-disina-cikmasi-icin-neler-olmali-i-8598

6.10.2016 – Perşembe
Şalom Gazetesi – Erdoğan Mitrani

http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=100659

30.9.2016 – Cuma
Bahar Çuhadar 30.09.2016 tarihli yazısı

http://www.hurriyet.com.tr/bu-evi-silmeye-kimse-curet-edemez-40235733

PROVA NOTLARI

27.9.2016 – Salı
SEMPATİK OLMAYANA SEMPATİ DUYUYORUM”

Şimdiye kadar üç oyun yazdın, bunların üçü de ilk kez önemli tiyatrolarda sahnelendi. Eleştirmenler seni ‘sezonun genç oyun yazarı’ olarak nitelendirdi. Bu hızlı başarını neye bağlıyorsun?

Bu başarı mı değil mi göreceğiz. Oyunlarımın nasıl karşılanacağı ve devamının gelip gelmeyeceğine bağlı bu. İlk oyunumu 1991’de yazdım ben. Ama 1993’te Frankfurt Yazarlar Vakfı ödülünü aldıktan tiyatroların dikkatini çekmeye başladım. Oyunlarımın bu kadar yankı yapması bence , büyük ölçüde yarattığım yapay dilden kaynaklanıyor. Oyunlarım her yönüyle ekstrem, gözüpek ve günlük yaşam gerçeklerinden uzak. Bu yönüyle diğer genç yazarların oyunlarından ayrılıyor. Benim oyunlarım kelimenin tam anlamıyla özgün diye nitelendirilebilir.

Seni hep Werner Schwab’la kıyaslıyorlar?

Ben Schwab’tan çok farklı yazıyorum, ancak tipik eleştirmen hastalığı beni hep bu kategoriye sokuyor. Hatta bir keresinde bana şöyle demişlerdi: Harika. Schwab öldü, şimdi yeni bir Schwab geldi. Korkunç bir şey bu. Schwab’ı çok severim. Ama benim dil denemelerim çok farklı kulvarda. Beni ilgilendiren, bilinçli olanla bilinçli olmayanı bir arada barındıran sözlerin müzikalitesi ve tasvir gücü.

Peki ya Elfriede Jelinek’le karşılaştırılmana ne diyorsun?

Bu benim için büyük bir onur. Ama yine de ben başkalarıyla aynı kefeye konmak istemiyorum. Aslında kıyaslanmalara filan karşı değilim ama, böylece benim orijinalliğimden kuşkuya düştüklerini ve beni böyle etiketlendirdikleri izlenimi veriyor bana. Benim kendine özgü bir dilim var. Tabii ki bu da oyundan oyuna farklılık gösteriyor. Ayrıca genç olduğum için bir yığın farklı şeyi denemekten kaçınmıyorum.

Her üç oyununun da teması da “aile”.

Evet, ama aslında benim asıl ilgimi çeken aile değil. Oyunlarımda genel toplum düzenini ele almaktan çekindiğim için aileyi ele alıyorum. Devletin çekirdeği olarak aileyi. Böylece küçükten yola çıkarak daha büyük olanı tasvir edebiliyorum. Ailede dünya hala düzenlidir. Erkekler istila eder ve kızlık bozar, kadınlar kendilerini doğurganlık güçlerine göre tanımlar, kilise güçlülerin yanında yer alır ve çocuklar da olup biteni kabullenir. Konforlarından vazgeçmeyen, isyan etmeyen, otoriteye bağlı uyuşuk refah cesetleri bunlar. Çoktan aşıldığına inanılan toplumsal yapılar hala varlığını sürdürüyor. Ama buna rağmen bilinçlenmede bir gelişim yok. Bu çok tuhaf.

Bu oyunda otobiyografik bölümler var mı? Sen proleter bir aileden geliyorsun. Buna rağmen oyunların büyük burjuva çevresinde geçiyor.

Kendi hayatımı sahneye taşımak aslına bakarsan bana pek zevk vermiyor. Belki de büyük burjuvaya el atarak kendimi korumuş oluyorum.

Bu oyunun temalarından biri de eşcinsellik. Sen de eşcinsel olduğunu açıkça söylüyorsun. Oyunda yazdıklarında kendi eşcinsel tecrübelerinden yararlandın mı?

Hayır. “Torun İstiyorum” bir eşcinsel oyunu değil, cinsel rolleri ele alan bir oyun. Ben takıntılı biçimde cinsellikle uğraşıyorum. Eşcinsellikse bunun sadece bir bölümü, ama birçok saptamanın yapılabileceği bir bölümü. Ben oyunda çizdiğim eşcinselle hiçbir açıdan benzerlik taşımıyorum.Ben toplumsal yaşamda hem öfkeli, ama aynı zamanda kendine güvensiz biriyim. Bu karşıt özelliklerimden ve özdeşleşme imkanlarının eksikliğinden kendime bir işlev yükleme arzusu doğdu. Beni asıl ilgilendiren, bir insanın sistemin dışına çıkması için neler olmalı, sorusuna cevap aramaktı.

Oyunlarında anne karakteri hep odak noktasında yer alıyor. Neden?

Ben sempatik olmayan sempati duyuyorum: Annelere. Onlar her şeyi içeri alan ve ister istemez yeniden dış dünyaya yayan dipsiz birer fıçı gibiler: Gerçekleşememiş düşleri, umutsuzlukları, fanatiklikleri,fanilikle savaşlarıyla anneler.

Provalarda bu oyunun sahnede çok iyi işlerlik kazandığını gördük. Dilin çok tetral.

Büyük bir şans. Okunduğunda oyunlarımın dili çok karmaşıkmış gibi geliyor. Ama sahnede rahatlıkla anlaşılabiliyor. Ben görsel ağırlıklı düşünürüm ve yazdığım sahneleri gözümde canlandırırım.Örneğin metinde 5 sayfa boyunca sözü olmayan bir karakterin neler yapacağını düşünürüm. Aynı zamanda dramaturg olarak da çalıştığım için tiyatroyu başka yönlerden görme şansına sahibim.Bu da oyunlarımı etkiliyor tabii.

Sen, kendi estetik bakışlarıyla tiyatroyu reddeden bir çok genç yazardan çok farklısın.

Eğer insan tiyatro kurallarını çiğneyecekse, önce bu kuralları çok iyi öğrenmeli. Benim gözümde zanaat çok önemli. Bir oyun neden iyi kurulu olmasın ki? Tabii bende yeni biçim ve estetiklerin peşindeyim. Ama bunlar tiyatroya uygun olmalı.

Sanki oyunlarında geleneksel dramaturji varmış gibi konuşuyorsun.

Tabii ki yok. Ama özel bir Jonigk dramaturjisi de yok. Neyse ki yazdığım üç oyun da birbirinden çok farklı. “Torun İstiyorum” bulvar komedisi öğeleri taşıyor. Ama bu daha çok oyunun anlatı yapısını kesintiye uğratan espri ve gerilimi sağlayan farklı dilinden kaynaklanıyor.

Bu oyunu komedi olarak mı niteliyorsun?

Ben komik olmak ve insanları eğlendirmek istiyorum. Bunun yüzeysellikle bir ilgisi yok. Çünkü eğlence de derin, anlamlı ve ürkütücü olabilir. Yarattığım her karakter beni eğlendiriyor. En uç noktasına kadar ekstrem karakterler çiziyorum, öyle ekstrem ki bunlar, sonunda çok normal oldukları ortaya çıkıyor.Ve bu da tehlikeli bir nokta. Oyun kişilerinin mutlaka bir gerçekliği, derinliği olmalı. Onları tiplere indirgemek çok kolay. Ben ütopya sunmuyorum, ama her oyun kişisinin içinde birkaç saniyeliğine de olsa ortaya çıkıveren ütopik yanlar bulunuyor.

Eğlendirmek istiyorsun. Ama aynı zamanda uyarıcı da olmak istiyorsun, öyle mi?

Evet. Özellikle tepki uyandırmak istiyorum. En kötüsü tepki göstermeyen seyirci. Sıkıntıyla alkışlanacağıma yuhalanmayı tercih ederim.Ben yazdıklarımı politik olarak değerlendiriyorum. Ama büyük toplumsal öneriler ortaya atmaktansa bir mikrokozmozdan dışarı doğru yazmayı seviyorum. Bence tiyatro televizyondan farklı olduğunu göstermek için özel bir yapaylık barındırmalı. Böylece televizyona kıyasla biraz daha güç anlaşılır olabilir.Bir fikrin birden ortaya çıkışı, enine boyuna tartışılıp sıkan bir düşünceden daha iyi kavrar seyirciyi. An’lar çok önemli benim için. Ve bu an’lar tiyatroda çok açıkca ortaya konabiliyor. Bir keresinde bir yönetmen, tiyatronun, sinema gibi geleceği hedeflemediği, yalnızca şimdi’yi yansttığı için geleneksel olduğunu söylemişti. Bu bana çok çekici geliyor. Tiyatro bedene ve duyulara dayalı bir sanat, bu yüzden zamanın peşinden koşmasına gerek yok. Gerçek, anların içinde yatar. Tiyatronun durağanlıktaki bu ısrarını, kapitalist sistemin sürekli üretmek ve tüketmek isteğine bir karşı koyuş olarak da görebiliriz. Tiyatro belki toplumu doğrudan değiştirmez, ama bazı konularda gözünü açabilir. Donald Bartholme bir keresinde şöyle demişti: “Babalık, kesin onaylanmamışsa, bu kuşakta en azından reddedilebiliyor.” Bu da tiyatro ve toplum bağlamında az şey değildir.

Schauspiel Bonn Tiyatrosu’nda ilk kez sahnelenen “Torun İstiyorum” oyununun broşüründen, Ekim 1994, Söyleşiyi yapan Irma Dohn, çeviren Sibel Arslan Yeşilay

26.9.2016 – Pazartesi
AİLEMİZİN YAZARI: THOMAS JONIGK
Sibel Arslan Yeşilay

Almanya’da uzunca bir süredir öfkeli genç yazarlar bekleniyordu, yazdıklarıyla skandallar yaratacak ve umut vaat edecek yazarlar. Tam bu dönemde ortaya çıktı Thomas Jonigk ve henüz 28 yaşındayken, üç oyun yazmış çiçeği burnunda yazar olarak iki önemli ödül birden kazandı. Oyunları Köln, Bonn ve Viyana’da neredeyse eşzamanlı olarak sahnelendi. Dergilerde gazetelerde hakkında uzun uzun yazılar yazıldı.

Almanya’nın en prestijli tiyatro dergisi “Theater Heute” onu 1995’de “Yılın Genç Oyun Yazarı” seçti. “Torun İstiyorum” adlı oyunuyla hem Goethe Özendirme Ödülü , hem de Drama Logue En İyi Yabancı Oyun ödülünü aldı. Almanca konuşulan ülkelerin yanı sıra Fransa, Hollanda, Rusya, ABD ve Filipinler’de sahnelenen “Torun İstiyorum”, Jonigk’in en çok sahnelenen oyunu.

1966 doğumlu genç yazar, ilk oyunu “Gökkubbede Batan Kan Kırmızı Güneşler”den başlayarak , “Rottweiler”, “Failler” ve “Torun İstiyorum”da küçük burjuva ailesinin oturma odasına sürüklüyor bizleri. Dehşetin, vahşetin, her türlü toplumsal baskının, iktidar savaşlarının yapıldığı mobilyalı bir savaş meydanına. Bu savaş meydanında hangi mekanizmaların işlediğinin altını iyice çiziyor. Jonigk’in oyunları, küçük burjuvanın en küçük birimi olan ailenin deformasyonlarını karikatürize eden zehir gibi birer fars.

Komedi öğeleri taşıyan eğlenceli oyunlarında ele aldığı konular pek eğlenceli değil, hatta zaman zaman kimi seyircinin ve eleştirmenin dayanma sınırlarını aşan , ‘aile içi cinsel şiddet’ gibi görmezden gelinen konuları provoke edici biçimde sahne üzerine taşıyor. 2000 yılında Mülheim Tiyatro Günleri isimli festivale davet edilen “Failler” oyunu sırasında, bir babanın kızına tecavüz ettiği sahne oynanırken birkaç seyircinin sinirlenerek çıktığına tanık olmuştum. Bu tam da Jonigk’in beklentilerine uygun bir tepkiydi. Jonigk, yazdığı oyunlarında kullandığı dil ve biçimiyle seyirciyi tepki vermeye itmek isteyen bir yazar. Toplumsal eleştiriyi kara komediyle ortaya koyuyor. Aileyi eleştiren oyunlarıyla izleyiciyi eğlendirirken bilinçli bir biçimde yüzeysellikle flört eden yazarın içerdiği derinlik, bu görünürdeki yüzeyselliğin altında yatıyor.

“Gökkubbede Batan Kan Kırmızı Güneşler” de anne-baba-çocuk klişesini unufak eder. Oyun ilk defa 1994’te Köln’de sahnelendiğinde Jonigk rejiden memnun kalmıştı:” Seyircinin konuşmalarından duyduğum kadarıyla, oyunun bazı noktalarını çok iğrenç bulmuşlardı. Bunu aktarabildiğine göre, bence başarılı bir reji.”

“Rottweiler” oyununda ise yıllardır süren sorunlu bir ana-kız ilişkisini ele alarak, aileyi neo faşizmin kalesi olarak çizer. Oyun aynı zamanda cinsiyetler ve kuşaklar arasındaki savaşı ele alır.

“Failler”, son yılların en tartışmalı konularından aile içi cinsel şiddet konusunu ele alır. Baba Erwin kızı Petra’ya yıllardır cinsel şiddet uygular. Annesi bildiği halde , görmezlikten gelir. Magda oğlu Paul’la ilişki kurar. ama oğlanın imdat çığlıklarını duyan olmaz. İki çocuğun ortak kaderi onları maruz kaldıkları aile içi cinsel tacize karşı çıkmaya iter. Thomas Jonigk Petra ile Paul’un içinde bulundukları durumdan ve ailelerinden kurtulmak için verdikleri savaştan, şaşırtıcı bir şekilde komedi malzemesi çıkararak toplumumuzun faillerden oluşan bir toplum olduğunu gösteriyor. İntiharı bile başaramayan çaresiz kurbanlarla yaptıklarını bir marifetmiş gibi açık yüreklilikle kutlayan failler, iktidar yapılarının ilişkileri içinde hicvediliyor.

Oyunlarında cinsellik, amaca giden yolda bir araç olarak bol bol kullanılıyor. Jonigk’e göre cinsellik “toplumun temelinde olup bitenlerin yansıtıldığı bir ayna”dır. Yazarın dünyasında erkekler cinsel iktidarlarıyla kendilerini gösterirler. Oyun kişilerinden biri şöyle der:” Kadın görünce ereksiyon olurum. Görmeyince de.” Tohum üreticisi ve dünyanın hakimi erkekler karşısında , kadınlar kendilerinin ikinci sınıf varlık olduklarının farkında ve bundan rahatsız olmayan doğum makineleridir. Onun çizdiği aile dünyasında babalar silahları sürekli ereksiyon olan savaşçılardır. Anneler ise varlık nedenleri dünyaya çocuk getirmek ve düzeni korumak olan değersiz canlılardır. Bu yüzden anneler, çocuklarına hükmeden, onları ezen, onlara suçluluk duyguları aşılayan ve bitmek tükenmek bilmeyen istekleriyle hayatı zindan eden birer canavardır.

Thomas Jonigk’in oyunlarındaki en belirleyici özellik kendine özgü dili. Günlük yaşamda kullandığımız dilden uzak, deyimlerle, kelime oyunlarıyla, ses benzeşmeleriyle tıka basa dolu, yer yer derin anlamlı, yer yer de anlamsızlığın doruklarında gezinen bir yapay dil bu..

Oyunları baştan aşağı söz oyunları, çelişkiler, tumturaklı sözlerle dolu. Kelimeler tekrarlanıyor, eğilip bükülüyor. Dile yaptığı bu müdahalelerle Jonigk, bir yandan eğlendirirken bir yandan da oyun kişilerinin birbirleriyle konuşmayı beceremediklerini gösteriyor.

24.9.2016 – Cumartesi
Nazi Tıbbî Deneyleri
II. Dünya Savaşı sırasında, bir grup Alman doktor toplama kamplarındaki binlerce esir üzerinde, onların rızasını almaksızın acı veren ve genellikle ölümle sonuçlanan deneyler yaptı.

Üçüncü Reich döneminde yürütülen etik dışı tıbbî deneyler üç kategoriye ayrılabilir. İlk kategori Mihver ordularının askerî personelinin sağ kalmasını kolaylaştırmayı hedefleyen deneylerden oluşur. Dachau’da, Alman Hava Kuvvetleri’nden ve Alman Havacılık Deney Enstitüsü’nden doktorlar düşük irtifa odalarını kullanarak, zarar gören uçaklardan personelin atlayabileceği üst sınırı bulmak için yüksek irtifa deneyleri yaptı. Bilim adamları hipotermi için etkili bir tedavi yöntemi bulmak amacıyla esirleri kullanarak sözde dondurma deneyleri yürüttü. Ayrıca deniz suyunun içilebilmesine ilişkin çeşitli yöntemleri denemek için de esirlerden faydalandılar.

İkinci kategori ise, Alman askerî ve işgalci personelinin sahada karşılaştıkları yaralanma ve hastalıklara çare bulmak için ilaçların ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve denenmesini kapsıyordu. Alman toplama kampları Sachsenhausen, Dachau, Natzweiler, Buchenwald ve Nuengamma’da, biliminsanları sıtma, tifüs, tüberküloz, sarı humma ve bulaşıcı hepatit de dahil olmak üzere, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve tedavisine yönelik bağışıklık sistemi bileşenleri ve sera deneyleri yaptı. Ravensbrueck kampı kemik greflemesi deneyleri ve kısa zaman önce geliştirilen sülfa (sülfanilamid) ilaçlarının etkinliğinin denendiği yerdi. Natzweiler ve Sachsenhausen’de ise, esirler olası antidotların test etmek adına fosgen ve zehirli hardal gazına maruz bırakıldı.

Tıbbî deneylerin üçüncü kategorisi ise Nazi dünya görüşünün ırkî ve ideolojik öğretilerini ilerletmek için yapıldı. Bu deneylerin en ünlüsü, Auschwitz’deki Josef Mengele’nin yaptığı deneydir. Mengele ikizler üzerinde tıbbî deneyler yürütmüştür. Ayrıca Werner Fishcher’in Sachsenhausen’de yaptığı gibi, farklı “ırkların” bulaşıcı hastalıklara nasıl tepki verdiğini belirlemek için Roman (Çingeneler) üzerinde serolojik deneyler yaptı. Strasbourg Universitesi’nden August Hirt’in araştırması da “Yahudilerin ırksal anlamda aşağılık” olduğu gerçeğini ortaya koymayı hedefledi.

Nazilerin ırkla ilgili hedeflerinde ilerleme kaydetmeyi amaçlayan diğer korkunç deneyler ise öncelikle Auschwitz ve Ravensbrueck’te yapılan bir dizi kısırlaştırma deneyidir. Bu kamplarda bilim adamları esirlerin üzerinde Yahudilerin, Romanların ve Nazilerin ırksal ya da genetik açılardan istenmediğine kanaat getirdiği diğer grupların etkin ve masrafsız bir şekilde toplu kısırlaştırılmasını sağlamak amacıyla birçok yöntem denedi. – www.ushmm.org

23.9.2016 – Cuma
Büyük salonda prova için topladık. Geleneksel prova öncesi laflamaları bugün biraz uzun sürdü. Sanki birbirimize anlatmamız gereken konular için toplanmışız gibi bir hava var. Herkesin enerjisi pozitif yönde. Ka, Chiviyazıları Yayınları’ndan Dışarıdan Düşünmek adlı kitabı aldırmak için stajyerlerden birini yayınevine yolluyor. Reberto Zucco oyunu için de okunması gerektiğini düşündüğünden bir tane de Hülya’ya hediye ediyor. Kitaplar, muhabbetler derken provaya başlıyoruz. İkinci perdeyi bir defa baştan sona çalışıyoruz. Ardından sadece ezber geçerek tekrar çalışıyoruz.

Bugün Bülent’in doğum gününü sürpriz bir şekilde kutladık. Hatta sürpriz olmasına o kadar dikkat ettik ki, doğum gününün geçmesini de bir kaç gün bekledik. Bülent, ‘’iyi ki doğdun Bülent’ bağrışmaları eşliğinde pastayı görünce, önce bugün benim doğum günüm değil ısrarı olduysa da, daha sonra kendisini de ikna ederek doğum gününü kutladık.

İyi ki doğdun Bülent.

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

22.9.2016 – Perşembe
Prömiyere bir hafta kaldı. Küçük ayrıntılar, ufak düzeltmeler, sürekli tekrarlar, güzel bir prova döneminin büyük bir kısmını geride bırakmanın verdiği güç ve kuvvet, prömiyere yaklaşmanın verdiği heyecan. Birbiriyle neredeyse yeni tanışmış bir ekip olarak moda sahnesi’nin 4. yılındaki 14. oyununu sahnelemeye neredeyse hazırız. Bu aynı zamanda moda sahnesi’ndeki üçüncü Alman yazarın oyunu. Dördüncüsü de gelecek.

Tüm oyunun önce ezberini, sonra akışını aldık. Tam kadroyuz. Ezberler tamam. Dekor ve malzemelerin son rötuşları yapılıyor. İlk hafta oyunlarının biletleri şimdiden bitti. Heyecanı arttırıyor bu. Dev bir dekor yaptı Bengi Günay. Üzerine de çeşitli şeyler çizdi, çiziyor. Işıklar ve efektler hazır.

Ahsen, schaubühne’de Hamlet ve 3. Richard rollerini oynayan Lars Eidinger’in bir röportajını Türkçe’ye çevirdi. Oradan bir bölüm:

“…Bazı insanlar oyunculuk tekniklerini anlatırken, ortada bir “karakter” olduğunu söyler. Ben mümkün olduğunca karaktere yakın olmayı deniyorum. Benim çalıştığım metot tamamen farklı çünkü ben karakteri kendimden çıkartmayı/yumurtlamayı deniyorum. Yani karakter zaten içimde. Kendimi bir kukla oynatıcısı olarak görüyorum. Yani karakteri bir kukla olarak kollarıma alıyorum ve onu seyirciye gösteriyorum. Ama odağı, o rolü “oynadığıma” çekmek istiyorum. Oyunbazlık çok önemli bir şey benim için. Bence bu daha hakiki. Bir başkasına dönüşmek koca bir yalan. Hiç bir başkasına dönüşmedim…’’

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

21.9.2016 – Çarşamba
Yalnızlık oyunu:
Gelin Adayı’nın doğurma isteğinin altındaki hayata tutunma, yalnız kalmama isteği hakkında açıklamalar yaptı Ka. Faşizmin de tam olarak hayatın bu yoksunluklarına tutunduğunu tekrar hatırlattık kendimize.

“Tanıdık bedenler, birbirlerinin faaliyetinden oluşan bedenler bir araya gelirse devrim olabilir. Buradaki karakterlerde sevinç yok. Keder üretiyor. Birleşmeleri olanaksız.”

“Grotesk, insan olmaya davet eder. Tanrısallığa giden tacı büker ve soytarı yapar. Çirkini ve güzeli yan yana getirir. Beraber yaşatır.”

“”Feminizm, evet, bazılarının gayet sinik bir ifadeyle söyledikleri gibi, bir “yatak odası siyaseti”dir. “Kişisel olan politiktir” demek, modernitenin ve modern siyasetin unutturduğu bu eski bilgiyi hatırlatmak demektir bir anlamda: yatak odası, siyasi bir yerdir. Bu son derece radikal sözün içeriği o korkunç “sağduyu” ile hafifletilerek kadın hakları savunuculuğunun şiarına da dönüştürülebilir elbette: Kocandan yediğin dayak senin kişisel sorunun değildir, toplumsal bir sorundur; tıpkı göç, yoksulluk, eğitimsizlik gibi. Demek ki bu toplumsal sorunun çözümü için toplumsal aktörlerin devreye girmesi gerekir: gelsin sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları, sosyal sorumluluk projeleri, biraz devlet de yardım eder tabii, işte buyrun, kadın sorunlarının çözümü! Fazlasıyla basitleştirerek dikkat çekmek istediğim bu yaklaşım, isterseniz ona “sağduyulu feminizm” diyelim, politik ile toplumsal arasındaki farkı silerek feminizmi kadın hakları savunuculuğuna indirger. Öyle bir feminizm için kimse nefret ideolojisi falan demez tabii ki, tersine, birlik ve beraberlik için biçilmiş kaftandır.”” Aksu Bora – Çirkin Bir Nefret İdeolojisi Olarak Feminizm, Birikim Dergisi

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

20.9.2016 – Salı
İkinci perdenin akışı ile provaya başladık. Caner bugünlük aramızda değil. Anne ve Gelin Adayı’nın ortaklıkları, ortak noktaları, hayatı anlama biçimlerindeki benzerliklerle ilgili Ka fikirlerini belirtti. Oyunun dili üzerine konuşurken “yeni Türkçe” hakkında biraz lafladık.

18 dakika ara.

Yukarıda okuduğunuz, fikir sahibi olduğunuz muhabbetli, açıklamalı ikinci perde akışının ardından bu sefer aynı bölümü kesmeden oynama kararı verdik. Gelin Adayı’na karşı olan söylemlerin inciticiliğini ve kırıcılığını konuştuk. Diğer karakterlerin, gelin adayının sevmedikleri ve uygun görmedikleri özelliklerini, nasıl bir şekilde dile getirdiklerini anlamaya çalıştık. Anladığınız üzere yine kesmeli, açıklamalı bir akış oldu.

Ezber pekiştirmenin en son yolu, mucizevi buluş karanlıkta ezber ile provaya devam ettik. 1 ayda ezberlerinizden kurtulun.

“Sermaye, emeği kedere sürükleyebildiği oranda tepkiselleştirirken, tepkiselleştirebildiği oranda da kedere sürüklemektedir. Sermaye tarafından gücünden, yapabileceklerinden, kendi farkını olumlamasının neşesinden ayrılmış olan emek, kederini sermayeye yönlendirdiğinde hınca, kendine yönlendirdiği oranda ise çileciliğe batar. Hıncı onu etkinlikten uzaklaştırıp daha da tepkiselleştirirken, çileciliği ise onu hiçlik istencinin dibine, artık hiçbir şey yapmamayı isteyecek derecede bir istenç hiçliğine sürükler.” -Gücün yeni bir imgesi: Marx, Nietzsche ve Spinoza, www.otonomdergisi.org

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

Bir vodvil cümlesi: Aman tanrım Rahip geldi.

19.9.2016 – Pazartesi
Saat 11.30’da Ahsen ve Hülya, örnek bir davranış gösterip erken gelerek ısınmaya başladılar.12.30’da,Caner hariç tüm ekip büyük salonda hazır halde.Bir arada olabildiğimiz günlerin hangileri olduğunu belirledik.İkinci perdeyi hatırlamak için provaya başladık.Ahsen,Caner’i markeliyor.Arada durup sahneler ve roller hakkında konuşuyoruz.Gelin adayının oyundaki ironi oluşturan durumu hakkında tekrar bir tartışmaya girişiyoruz.Caner Cindoruk da aramıza katılıyor.

Rahip üzerine:
Rahip’in sınırlarda yaşamış hayatınıkonuşuyoruz.Normal ve sıradan, bir yaşamışlığı olmadığıkonusunda hemfikiriz.İlişkilerindeki karmaşıklığın karakterinin oluşumundaki etkilerini inceliyoruz.

Ara.

Oyunda sürekligeçen “normallik” üzerine açıklamalar yapıyor Ka.Faşizm ile normallik arasındaki ilişki hakkında konuşuyoruz.

Anne’nin egemenliğe duyduğu arzuyu ve bunun sonucunda oluşan paradokslarıhakkında çıkarımlarda bulunmaya çalışıyoruz.

Provayı bu şekilde sürekli tekrar ederek ve oyunun bize sunduğu anlamları irdeleyerek bitiriyoruz.

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

18.9.2016 – Pazar
İkinci perdeden itibaren provaya başladık. Anne’nin hırsı ile burjuva adabının arasındaki sıkışmışlığının duygusunu konuştuk.

“Grotesk, iki farklı sahici duygunun birbirine geçişlilik halidir.”

Anne’nin davranışlarını belirleyen sınıfsal kurallar nedeniyle, dili serbestçe kullanamamasını, bu nedenle dil kullanımının nasıl bir farklılaşmaya uğradığını açıkladı Ka.

-Son kelimelere vurgu-

Faşizm-hijyen ilişkisi üzerine, Anne’nin lafları üzerinden örnekler bulduk. Oyundaki anları, ilişkileri, oynama biçimini tekrar anlamaya çalıştık. Gerçek gibi anlarsak tiyatronun anlamının kaçabileceğini, oyunun bize sunduğu oynama biçimini kaybetmememiz gerektiği konusunda anlaştık.

Gelin adayı ve Oğul üzerine, ikisinin de sosyoloji okuması özelinde Ka, aynı alanda eğitim görmelerine rağmen çözümlemelerin farkı olduğunu ve bu farklılığın doğurdukları durumlar hakkında açıklamalar yaptı.

FAŞİZME KARŞI BACAK OMUZA

Ka: (Aslı’ya) Senin üzerinden ironi oluşturuluyor. İroninin odağı sensin.
Caner: Abi ben olayım ya.
Nazan: Dün, anlamadıklarımı sormak için Kemal’i aradım.
Ka: Ben de açmadım.
Ka: Aslı bugün aramızda ama değil gibi.
Ka: Lanet olsun size bu gerçekçiliği öğretenlere. Dali’ye sormuyorsak, tiyatroya da gerçekçiliği soramayız.
Bkz: Protokol, burjuvazi
Söz: Nazar, manzarayı oluşturur.